1990 yılların ortalarından itibaren OHAL valisi 430 sayılı KHK ile 4.000 civarında yerleşim yerini iradeleri dışında boşalttı. Çocuklar aileleriyle birlikte metropollere geldiler. Hep dışlanan bu çocukların devletten beklentileri devletin onlara şefkat elini uzatmasıydı. Bu çocuklar devleti hep polis ve askeri güç olarak gördü. 28 Mart 2006 Diyarbakır olaylarında polise taş atan çocuklara dair Başbakanın “Çocuk da olsa kadın olsa gereken yapılacaktır” söyleminden sonra verilen mahkeme kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından bozulmuş ve çocukların 23 yıl ceza almalarını istenmiştir. YCGK kararı, temel insan hakları belgeleri ve insan hakları evrensel bildirgesinden, AİHS’den uzak, devleti koruma temelinde, İnsan Hakları Hukuku hiçe sayılarak alınmıştır. En son Adana Valisinin taş atan çocukların ailelerinin yeşil kartlarının iptal edilmesini istemiştir. Hemen akabinde gözaltına alınan çocuklara 56 yıl hapis istemiyle davalar açılması ise manidardır. Ne zaman bir devlet büyüğü konuşsa mahkemeler bu konjöktüre uygun kararlar veriyorlar.
Çocukları sokağa iten nedenleri irdelemek, sokakta zaman geçirmelerine neden olan etkenler incelemek, polise taş atarken bu işin ne anlama geldiğini kavrayıp kavramadıklarını uzmanlar tarafından alınacak farik mümeyyiz raporuyla belirlemek gerekiyor. Bu rapor ile çocuğun sadece biyolojik yaşı değil çocuğun psikolojik yaşının ve ortamının, yaşadıklarının, eğitim durumu vb. koşullarının incelenmesi bu tepkinin temeline inilmesi gerekir. Taş atan çocuk örgüt üyesidir, çeyrek yüzyıl ceza verirsek dersini alır ve bir daha taş atmaz gibi ilkel bir önleme mantığıyla sorunu çözmek yanılgıdır. Bu yöntem sorunu çözmez derinleştirir, devlete ve polise karşı nefret tohumları eker. Bu yanlış yoldan derhal dönülmesi hoşgörüyü ve anlayışı geliştirmek gerekir.
Başbakan Erdoğan’ın 20 Ekim 2008 tarihinde Diyarbakır’a yaptığı gezi sırasında onu protesto etmelerinden dolayı gözaltına alınan çocuklara reva görülen kötü muamele ve işkenceye dair olumsuz ve insanlık dışı uygulamalar tartışılmadan kentte meydana gelen kepenk kapatma, araç kundaklama, yasa dışı gösteri gibi tüm olayları çocuklara yükleyerek onları örgütle organik bağları varmış gibi göstererek en büyük cezaların istenmesi ise doğrusu yasalarımızın dar ve devleti koruma temelinde ele alınmasından başka bir şey değildir.
B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesinde çocukların sahip oldukları haklardan bihaber olanların polise taş atan çocuklara nerdeyse ağırlaştırılmış idam cezasıyla eşdeğer cezalar istenmesini doğrusu anlamış değiliz.
28 Ekim’de Diyarbakır’da meydana gelen olaylar ile ilgili olarak toplam 29 çocuk gözaltına alındı. Bunlardan 21 kişi hakkında dava açıldı. Haklarında dava açılan 21 çocuktan 19’u şu anda tutuklu bulunmaktalar. Ayrıca haklarında dava açılanlardan 6’sı 15 yaşın altında ve genellikle 13 yaşlarındadır. Tutuklu olan bu 6 çocuğun duruşması 05 Aralık 2008 cuma günü Diyarbakır çocuk ağır ceza mahkemesinde yapılacaktır.
Tüm çocuklar için; Terör örgütüne üye olmamakla birlikte, Örgüt adına suç işlemek TCK 314/3, 220/6, 314/2 TMK 5 örgüt propagandası yapmak, TMK 7/2, 2911 toplantı ve gösteri yasasına muhalefet etmek yasanın 23. maddesi, kamu malına zarar vermekten dolayı da TCK 152/1-a cezalandırılması isteniyor.
Yasa gereği 15 yaşını doldurmamış olan çocuklar hakkında isnat olunan suçun anlam ve sonuçlarını kavrayıp kavrayamadığını anlamak için farik ve mümeyyiz raporları aldırılmıştır. Ancak bu raporlar sadece adli tıp doktorunun ayaküstü ve hiçbir inceleme yapılmadan alınmış raporlardır. Bu raporlar alınırken herhangi bir psikolog veya pedagog veya çocuğun ruh halini anlayacak kimse olmadan alınmış raporlardır. Bu nedenle genellikle bu rapor alma sürecinin kapsamlı olarak ele alınması ve konu ile ilgili uzman görüşünün muhakkak alınması gerekir. Çocukların kafalarını, kollarını kıran, onlara acımasızca şiddet uygulayan polis uygulamalarına raporlarla, tanıklarla, fotoğraflarla yapılan suç duyuruları sonuçsuz kalırken, devletin polisine atılan bir taştan dolayı çeyrek yüzyıl ceza istenmesi ortaçağdaki engisizyon dönemini çağrıştırmaktadır.
Devletin, çocuğun sosyal, kültürel eğitimi bakımından gelişmesine katkıda bulunması, çocukluk çağlarının evreleri dikkate alınarak programlar geliştirmesi, çocuk psikolojisi, çocuk sağlığı ve eğitimi alanlarında ortaya çıkan verilerin ışığında okul öncesi ve okul çağı çocuklarının sorunlarına yardımcı olacak araştırmaların yapılması, çocuğun bütünlüğünün korunması, çocuğun korunması gerektiği hallerde onu koruma altına alması gerektiğine dair yasal düzenlemeler var. Ama uygulama maalesef içler acısı. AB Komisyonu İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin 8 Kasım 2006’da yayımladığı İlerleme Raporu’nun çocuk haklarıyla ilgili başlığında, ‘sokağa itilen çocuklar, çocuk yoksulluğu ve çocuk emeği olgularının’ belirgin şekilde sürdüğüne dikkat çekiyor.
Ülkemizde Sosyal Devlet Anlayışı Çökmüştür. Sokağa düşen çocuklar sorununda devletin aciz içinde kaldığını söylemek abartı olmaz. Sosyal devlet göreceli de olsa geçmişte günahı ve sevabıyla üzerine düşeni yapıyordu. Oysa yakın zamanda özelleştirme furyası içinde sağlık gibi sosyal hizmetler gibi sosyal devletin önemli saç ayakları halka sırtını dönerek neo liberal iktisat politikalara teslim oldu. Sosyal mekanlar, huzurevleri, çocuk merkezleri, engelliler, yaşlılar merkezleri özelleştiriliyor. Bu politikalar ile devletin sosyal hizmetler alanındaki yükümlülüğü azaltılmıştır. Sosyal hizmetlere ilişkin üzerine düşen yükü, yerel yönetimlere angarya amacıyla, özel şirketler ve hizmet kurumlarına ise rant amacıyla devredilmiştir. Sosyal devlet özlemi gittikçe ortadan kalkıyor. Sokakta kalan, kimsesiz çocuklar sorunu, engelli çocuklar sorunu, yaşlılar sorunu gibi sosyal hizmetler çalışmaları kamunun, yani devletin sorumluluğundadır. Tüm hizmetler özelleştiriliyorsa vatandaş, zorunlu alınan vergilerin nereye gittiği sormalıdır.
Sokakta çalışan ve yaşayan, zamanını geçiren çocuklar bizim çocuklarımızdır. Polise taş atma gerekçesini Örgüte Bilerek Yardım etmiştir mantığı dışında yorumlanması gerekiyor. Sokakta olmasının en önemli nedeni olan ‘zorunlu göç’ü ve onun arka planında olan çözülmeyip görmezden gelinen ‘Kürt Sorununu’ demokratik yol ve yöntemlerle çözerek çocukları eğitim kurumlarına göndermekle sorun çözülür. Bu çocuklar köylerine geri dönmek istiyor. Bundan başlayarak sorunun çözülmesi gerekir. Çocuklarımız geleceğimiz ise şiddet ortamından arındırılmış, bir toplum yaratmalı, uluslararası sözleşmelerin gereğini yerine getirilmelidir. Ağır cezalar vererek bu sorun veya sorunlar çözülmez. İnsan Hakları Derneği adına 5 Aralık 2008 tarihinde Diyarbakır’da yapılacak davanın takipçisi olacağız. Daha fazla asayiş, daha fazla güvenlik, daha fazla ceza verilmesiyle Kürt sorunu 200 yıldır çözülmedi, çözülmeyecektir de. Devleti, daha fazla hoşgörü, daha fazla insan hakları, daha fazla demokrasi ile sorunu çözmeye, kamuoyunu da bu davaya karşı duyarlı davranmaya çağırıyoruz.
Av. Muharrem Erbey
Şube Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı