23.03.2017
Giriş:
Osmanlı Devletinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nde bugüne kadar hiçbir Anayasa halkın katılımı ile yapılmamıştır. Anayasalar toplumsal katılımla yapılır ve ancak bu şekilde toplumsal sözleşme halini alabilirler. Toplumsal sözleşmede ise toplumun çoğulculuğu ve sosyolojik gerçekliği esas alınmak durumundadır. Ayrıca anayasalar halkın temel hak ve özgürlüklerini iktidara karşı korumak için yapılır.
12 Eylül 1980’de askeri darbe yapan cunta tarafından sıkıyönetim ortamında yapılan ve halen yürürlükte olan 1982 Anayasası bugüne kadar 18 kez değiştirilmiş ve 19. değişiklik de 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak olan referanduma sunulmuştur. Referanduma sunulan bu değişiklik doğrudan doğruya AK Parti ile MHP yönetimleri ve Cumhurbaşkanlığı arasında yapılan gizli görüşmeler sonucunda oluşturulmuş, milletvekilleri boş metne imza atmış, ancak komisyon ve genel kurul görüşmelerine milletvekilleri dahil edilmiştir. Değişiklik metni, hukuki bakımdan izahı oldukça güç, Türkiye’nin çoğulcu yapısına, siyasal ve sosyolojik gerçekliğine aykırı ve bugüne kadar inşa edilmek istenen Parlamenter Sistemin Cumhuriyeti demokratikleştirme gidişatına tamamen ters, yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini tamamen kısıtlayan, Türkiye’yi anti demokratik olarak tek kişi yönetimine sürükleyebilecek ve kendi içinde tamamen çelişkili bir Anayasa ile karşı karşıya bırakmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ideolojik bir ulus devlettir. Kemalist ideoloji ya da resmi ideoloji ya da Türkçü-İslamcı ideoloji olarak adlandırılabilecek bu durum 1924 Anayasası ile inşa edilmeye başlanmış, 1961 Anayasası ile pekiştirilmiş, 1982 Anayasası ile de militarizm kutsanarak nihai hali verilmeye çalışılmıştır. Bu ulus devletin Türk etnisitesine dayanması ve laiklik ilkesine rağmen Müslümanlığın Sünni yorumunun devletleştirilmiş halini benimseyen bir din anlayışına sahip olması Türkiye’deki sorunların ana kaynağını oluşturmaktadır. Anayasadaki bu ideolojik anlayış militarist bir zihniyetle başlangıç metninde açıkça yer bulmuştur. Bu hali ile mevcut Anayasa demokratik olmayan bir Cumhuriyeti tanımlamaktadır. Gündeme getirilen Türk Tipi Başkanlık(!) modeli ile demokratik olmayan Cumhuriyet tek kişi yönetimi altında sürdürülmek istenmekte ve böylece resmi ideoloji bir tek kişinin kullanacağı yetkilerle yaşatılmaya çalışılmaktadır. Nitekim bu değişikliği savunan siyasal iktidarın söylemleri yani bunun bir beka sorunu olduğunu söylemeleri esasen ideolojik ulus devletin demokratikleşerek temel sorunlarını çözmek yerine anti demokratik yönelimde ısrar ederek 20. Yüzyılın ilk yarısında kalmış ideolojik ulus devlet anlayışını ayakta tutma çabasından başka bir şey değildir.
Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi sorunu, Türkiye’nin temel sorunlarının (Kürt sorunu gibi) çözülmesinin yanı sıra Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi yolu ile çözülebilir. Bunun için de demokrasinin çoğulculuk, açıklık ve katılımcılık ilkelerinin hayata geçirilmesinin yanı sıra insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve evrensel anlamda azınlık haklarına(topluluk hakları) dayalı yeni bir anayasa yapılması zorunludur.
Türkiye çatışma çözümünü gerçekleştirememiştir. Bununla bağlantılı olarak siyasal, sosyal, kültürel ve hukuksal sorunları bulunmaktadır. Bu bağlamda; Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan ülke içinde devam eden silahlı çatışma ortamı ve bununla bağlantılı olarak Türkiye’nin, Suriye ve Irak sahasında açık savaş halinde taraf olması(ve böylece Kürt sorununu çözememiş olması), vesayet sisteminin demokratik kurumların gelişimini engellemesi, ademi merkeziyetçiliğe dayalı bir idari yapının kurulamamış olması, ifade özgürlüğü sorunu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu, başta aleviler olmak üzere farklı inanç gruplarının din ve inanç özgürlüğünden kaynaklanan haklarının kabul edilmemesi sorunu ve belki de en önemlisi hukukun üstünlüğüne dayalı bir yargı yapılanmasının olmaması sorunları gibi yapısal sorunları bulunmaktadır. Bu nedenlerle Türkiye giderek derinleşen bir Anayasa ve sistem krizi içerisindedir. Türkiye’de önümüze getirilecek Anayasa değişikliklerinin bu sorunları çözecek şekilde tasarlanmış olması gerekir. Oysa bu sorunları çözmek yerine mevcut sorunları daha da derinleştirecek ve hatta Türkiye’yi tam bir kaos ortamında bırakacak Anayasa önermelerinde bulunmak akıl tutulmasının ötesinde bir durumdur. Türkiye’de yapılacak Anayasa değişikliklerinde çeşitli temel ilkelerin esas alınması gerektiğini ifade edebiliriz. Bu kapsamda Anayasanın insan onuruna dayanması, Cumhuriyetin demokratik karakterinin kuvvetlendirilmesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin esas alınması, halklar ve inançlar topluluğunun kabulü, insan haklarına dayalılık, laiklik, sosyal adalet ve sosyal hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, çok dillilik ve çok kültürlülük, hukuk önünde eşitlik ve ayrımcılık yasağı, toplumsal cinsiyet eşitliği, sosyal devletin görevleri ve ademi merkeziyetçiliğe dayalı yeni bir yönetim modeli. Oysa referanduma sunulan anayasa değişikliğinde bu ilkelerden hiçbirisinin hayata geçirilmediğini görmekteyiz.
- Cumhurbaşkanlığı Hükümeti ya da Türk Tipi Başkanlık(!) Modeli hangi siyasal ve hukuki süreçte dayatılmıştır?
7 Haziran 2015 seçimleri ile Türkiye halkı demokrasi ve barıştan yana tutum almış, özellikle AK Parti ve HDP’ye Mart 2013’te başlayan çözüm sürecini devam ettirmesi konusunda açık bir destek ve mesaj vermiştir. Bu konuda irade ortaya koymuştur. Ancak başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere AK Parti’nin hükümet çoğunluğunu elde edememesi nedeni ile bu durumu kabullenememesi, HDP’nin zamanında işbirliğine yanaşmaması, CHP’nin pasif tutumu ve MHP’nin dayatmaları sonucu seçim sonucu kabul edilmemiş ve yeniden seçimlerin yapılacağı bir sürece geçilmiştir. Denilebilir ki, 28 Şubat 2015 günü İstanbul Dolmabahçe Sarayı Başbakanlık ofisinde kamuoyuna açıklanan Abdullah Öcalan’ın kaleme aldığı mutabakat metni ile girilebilecek demokratikleşme süreci kabul edilmeyerek, tam tersi bir istikamete girilmiştir. Bilindiği gibi seçim sonuçlarının kabul edilmemesinden sonra 24 Temmuz 2015’te yeniden silahlı çatışmalar başlamış, Türkiye çatışma ve savaş ortamında 1 Kasım 2015 milletvekili genel seçimlerini yapmıştır. Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanı kendisini defakto başkan olarak ilan etmiş ve Anayasanın açık ve emredici hükümlerini bir kenara bırakarak fiili bir durum yaratmıştır. Denilebilir ki, bu süreçte Türkiye’nin Ortadoğu’da ve ülke içinde izlediği anti Kürt/anti Şii politika kendi ittifaklarını yaratmış ve bu ittifaklaşma sürecini fiili bir başkan yürütmek durumunda kalmıştır. Siyasal kişiliklerin açıklamalarından böyle bir sonucu ulaştığımızı rahatlıkla belirtebiliriz. Nitekim MHP liderinin mevcut fiili durumu Anayasal dayanağa bağlamak gerektiğine dair açıklamaları her şeyi izah etmektedir. Bu süreçte parlamentoda 3. büyük grup olarak bulunan Halkların Demokrasi Partisi (HDP) tamamen dışlanmış ve seçmen iradesi yok sayılmıştır.
- Kürt sorununda silahlı çatışmaların başlaması ve Ortadoğu’da devam eden savaşa Türkiye’nin müdahil olmasının Anayasa değişikliğine olan etkisi nasıl olmuştur?
Siyasal iktidar sözcülerinin açıklamalarından da anlaşıldığı kadarı ile Kürtlerin özellikle Suriye’de statü sahibi olmaması konusunda Türkiye açık bir sıcak savaşa girmiştir. Nitekim aynı tutumunu Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında bulundurduğu askeri varlığından da anlaşılabilir. Türkiye ülke içinde de Kürtlerin demokratik yollarla elde ettiği 103 belediyeden bugüne değin büyükşehir ve il belediyeleri olmak üzere çoğu büyük ilçeler olmak üzere 81’ne OHAL KHK’larının verdiği Anayasa dışı yetkiye dayanarak el koymuş ve görevlendirdiği Vali veya kaymakamları atamıştır. El konulan belediyelerin büyük çoğunluğunun eş başkanları tutuklanıp hapse atılmıştır. Bunun yanı sıra 20 Mayıs 2016 tarihinde Kürt sorununda oluşan ittifaklaşmaya paralel olarak AKP-CHP ve MHP’nin oyları ile milletvekilliği dokunulmazlıkları kaldırılmış ve buna dayanarak 4 Kasım 2016 tarihinde HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ olmak üzere 8 milletvekili hızlıca gözaltına alınıp tutuklanmış, akabinde tutuklu milletvekili sayısı grup başkanvekilleri İdris Baluken, Çağlar Demirel ve Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen de olmak üzere 13’e çıkmıştır. Bu kişilerin dışında dokunulmazlığı kaldırılan diğer HDP milletvekilleri polis zoru ile ilgili Savcılıklara götürülerek zorla ifadeleri alınmış ve birçoğuna adli kontrol kararı uygulanarak serbest bırakılmışlardır. Dokunulmazlığı kaldırılan diğer partilerin milletvekillerine hiçbir adli kontrol tedbiri uygulanmayarak, HDP’li milletvekillerine yönelik ayrımcılık yapıldığı ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra HDP ve DBP il ve ilçe eş başkanları olmak üzere bu partilere üye darbe teşebbüsünden sonra çıkarılan OHAL KHK’larının verdiği anayasa dışı yetki de kullanılarak yaklaşık 5 bin kişi tutuklanmıştır. Siyasal iktidar legal Kürt siyasal hareketi ve Kürt sorununa duyarlı çevreler ile aydın ve yazarlar, gazeteciler, duyarlı toplumsal muhalefet kesimleri üzerinde Türkiye tarihinin en ağır yargı baskılarından birisini daha kurmuş ve böylece Anayasa yapım sürecinde Kürt halkının ve demokrasiden yana çevrelerin iradesini tamamen dışlamıştır. Bu tutumu ile mevcut Anayasa değişikliğini başta Kürtler olmak üzere farklı etnik ve inanç gruplarının dışlanacağı ve bunlarla birlikte toplumsal muhalefet üzerinde otoriter bir yönetimin inşa edileceği bir süreç olarak gelişeceğini tahmin etmek gerekir.
- Türkiye’nin tamamında OHAL koşullarında gerçekleştirilecek referandum adil ve tarafsız bir şekilde yapılabilecek mi?
Anayasa yapım sürecinde başta HDP olmak üzere dışlanan daha birçok kesim bulunmaktadır. Bilindiği gibi 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi bir gün sonra bastırılmış olup, 20 Temmuz 2016 tarihinde tüm Türkiye’de ilan edilen OHAL ile birlikte bu süreç bir karşı darbe sürecine dönmüştür. Nitekim bu konuda sayın Cumhurbaşkanının birçok kere ifade ettiği açık beyanları bulunmaktadır. OHAL süreci ile birlikte bugüne değin 21 KHK çıkarılmış olup, bu KHK’ların tamamı Anayasanın 121 ile 15.maddesinde çizilen çerçevenin dışına çıkarak, yeni bir OHAL KHK rejimi kurmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi defakto başkanlık modeli kendisini OHAL KHK rejimi ile sürdürmektedir. Aşağıda ayrıntılı olarak anlatılacağı gibi Anayasa değişikliklerine baktığımızda bugünkü fiili durumun Anayasal dayanağa kavuşturulduğu görülecektir. Dolayısıyla şu anki anti demokratik durum Anayasal dayanağa kavuşacak ve tamamen tek kişi yönetimine dayalı otoriter bir rejim kurulacaktır. OHAL koşullarında başlangıçta sadece HDP dışlanmış daha sonra bu dışlama sürecine CHP’de dahil edilerek AKP, MHP ve Cumhurbaşkanlığı arasında devam ettirilen bir siyasi sürece evrilmiştir. Anayasa değişikliğine hayır diyeceklerin ve hayır kampanyası yapanların yasa dışı örgütlerle bağlantılı gibi gösterilmesi ve anılması ciddi bir psikolojik baskı kurulduğunu göstermektedir. Mevcut Anayasaya göre Sayın Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerekirken bizzat evet kampanyasını en etkili şekilde yürütmesi ve hayır diyecekleri yasa dışılıkla ilişkili olmakla itham etmesi seçimlerin adil ve dürüst bir ortamda gerçekleşmeyeceğini göstermektedir. Özellikle MHP’li muhalif milletvekillerinin toplantılarının engellenmesi, yasaklanması ve fiili saldırılara maruz kalmaları durumu oldukça iyi izah etmektedir. Zaten OHAL’in verdiği yetki ile de birçok il ve ilçede toplantı ve gösteri yapmak yasaklanmıştır. OHAL koşullarında sandık güvenliği ve seçim güvenliği sorunu yaşanacağı aşikardır. AGİT 1990 Kopenhag belgesi uyarınca ulusal ve uluslararası sivil örgütlerin bağımsız seçim izlemesi yapabilmesi gerektiğine dair kararına rağmen, Türkiye’de başta İHD olmak üzere bağımsız seçim izlemesi yapmak isteyen örgütlere YSK tarafından izin verilmemesi büyük bir sorundur. Bu durumda sadece sınırlı sayıdaki AGİT uzmanları ile AK Parlamenterler Meclisinden az sayıdaki milletvekillerinin izleyeceği(Türkiye izin verirse) seçimlerin güvenirliği nasıl kontrol edilebilecektir? OHAL koşullarında ve özellikle hayır diyenlerin suçlandığı bir ortamda sandık görevlisi nasıl bulunacaktır? Bütün bu sorular ciddi bir seçim ve sandık güvenliği sorunu olduğunu ortaya koymaktadır.
- Referanduma sunulan Anayasa değişikliklerinin mevcut Anayasa içindeki anlamı nedir?
82 Anayasası özü itibari ile ideolojik ulus devleti kutsadığından anti demokratik birçok husus barındırmaktadır. Zaman içerisinde AB üyelik ve katılım müzakere dönemi, Kürt sorununda yaşanan gelişmeler ve Türkiye demokrasi güçlerinin kazanımları sonucu çeşitli iyileşmeler sağlanmış, temel hak ve özgürlüklerin korunması noktasında bazı iyileştirici düzenlemeler yapılmıştır. Ancak 82 Anayasası özü itibari ile parlamenter sisteme dayalıdır. Nitekim bu gelenek Meclis’i Mebusan’dan beri bu yönlüdür. Ancak Türk tipi diye tarif edilen başkanlık modelinin getirilecek olması Anayasanın kendi içindeki kısmen bozulmuş olan sistematiğini tamamen bozacaktır. Parlamenter sistem terk edilip bunun yerine ne olduğu belli olmayan Türk tipi başkanlık sistemine geçiş yapılacak ise birçok Anayasa maddesinin buna göre yeniden tasarlanması gerekmektedir. Aşağıda belirteceğimiz gibi çok sayıda Anayasa maddesi birbiri ile çelişkili ve tezat duruma düşecektir. Bu da mevcut Anayasal krizin daha da derinleşeceği anlamına gelecektir.
- Türk Tipi Başkanlık(!) modeli ile sistem değişikliği mi, rejim değişikliği mi yapılmakta?
Mevcut anti demokratik 82 Anayasasının parlamenter sisteme göre inşa edildiğini ve temel maddelerinin bu yönlü olduğunu ifade etmiştik. Getirilen değişiklik ile sistematik bozulacak ve açık bir sistem(rejim) değişikliğine gidilerek daha da otoriter tek kişi yönetimine geçilecektir. Ancak rejimden kastedilen ideolojik ulus devlet ise bunda herhangi bir değişiklik yapılmamaktadır. Hatta denilebilir ki ideolojik ulus devlet Türk tipi başkanlık(!) modeli ile kendisini 21. Yüzyılda da yaşatmak isteyecektir. Ancak bu durum başta Türkiye’de yaşayan Türkler olmak üzere tüm etnik ve inanç gruplarına yapılmış büyük bir haksızlık olacaktır. Tüm çağdaş ülkeler ve toplumlar kendi içlerindeki etnik ve inanç sorunlarını çözerek yönetimlerini demokratikleştirmiş ve temel insan hakları sorunlarını çözmüşlerdir. Türkiye de pekala gerçek bir çatışma çözümü gerçekleştirerek geçmişle yüzleşebilir ve Cumhuriyetini demokratikleştirerek vatandaşı olan tüm etnik ve inanç grupları ile barışabilir. Ancak bunu yapmak yerine Cumhuriyetin anti demokratik karakterini daha da geriye götürecek ve tamamen otoriterleştirecek bir model önermek zamanda geriye gitmek demektir. Bu anlamı ile değerlendirdiğimizde asgari koşullardaki demokratik sistemdeki iyileşme yönünün negatife çevrilmesi anlamında bir rejim(sistem) değişikliğinden bahsedilebilir. Ancak siyaset literatüründe sistem veya rejim kelimeleri aynı anlamda kullanılmakta olup sistem ile daha sempatik tartışmalar yapılırken, rejim ile daha antipatik tartışmalar yapılmaktadır. Dolayısıyla kavramlar üzerinden tartışma yapmanın fazla anlamlı olmadığını belirtmek gerekir.
- Türkiye’nin toplumsal ve sosyolojik gerçekliğine uygun bir başkanlık modeli nasıl tasarlanabilir?
Anayasa değişiklikleri başkanlık modeli olarak nitelendirilemez. Bu nedenle “Türk Tipi Başkanlık Modeli” denmektedir. Bu modelin özelliği güçlerin bir kişide yoğunlaşmasıdır. Böylece tek kişi yönetimi inşa edilmek istenmektedir. Dünya örneklerine baktığımızda kuvvetler ayrılığına dayalı başkanlık modellerinde ademi merkeziyetçilik ilkesinin hayata geçirildiği görülecektir. Bu konuda insan hakları hukuku bağlamında halkların kendi geleceğini belirleme hakkı çerçevesinde söylenecek çok şey vardır. Türkiye, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ni onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. Her iki sözleşmesinin birinci maddesi ‘halkların kendi kaderini tayin hakkını’ düzenlemektedir. BM İnsan Hakları Komitesi’nin halkların kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili 12 Nolu Genel Yorum Beyanı’nda, bütün halkların ‘siyasal statülerini özgürce kararlaştırma’ (siyasi boyut) ve ‘kendi ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini sağlama’ (kaynak boyutu) hakkı olduğunu açıkça ifade eder. Siyasi boyutun sırasıyla egemenliğe dair bir dışsal cephesinin ve sonuç olarak demokratik yönetim şartını getiren sözleşmenin 25. Maddesi (yönetime katılma) ile bağlantılandırılabilecek yönetime dair bir de içsel cephesi bulunduğunu belirtmektedir. Komite ayrıca uluslararası hukuk kapsamında bir halkın kendi kaderini tayin hakkının, ayrı bir halk niteliğine sahip her gruba otomatik olarak ayrılma (devlet olma) hakkı vermediğini de belirtmektedir. Kürtler de ayrı bir halk olarak kendi statülerini özgürce belirleme hakkına sahiptir. Bu hak Türkiye tarafından red edildiği için Kürt sorunu çözülememekte ve böylece silahlı çatışmalar sürmektedir. HDP, BDP, DTK gibi siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları tarafından önerilen demokratik özerklik modeli ciddi bir şekilde dikkate alınmalı ve bu model değerlendirilmelidir. Demokratik Özerkliğin değerlendirilmesi yerine tam tersi istikamette tüm yetkilerin merkezde tek kişide toplandığı güçlü bir vesayet modeli önerilmektedir.
Bunun dışında Federal Almanya örneğinde görüldüğü gibi parlamenter sisteme dayalı olarak da ademi merkeziyetçilik ilkesi hayata geçirilebilir. Nitekim gerçek anlamda çatışma çözümü yaşamış birçok gelişmiş ülkeye baktığımızda farklı etnik ve inanç topluluklarının temel haklarının yanı sıra topluluk haklarının da güvence altına alındığını görmekteyiz.
- Anayasa değişikliği kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun mu?
Kuvvetler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargının yetkilerini kesin olarak belirtip denge ve denetlemeyi içeren bir sistemdir. Bu sistemde esas olarak yurttaşın hak ve özgürlüğünün güvence altına alınarak, yürütme organının yurttaşın hak ve özgürlüklerini engellemeyecek şekilde yargı denetimine tabi olduğu ve yasamanın temel hak ve özgürlükler ilkesinden ayrılmayacağı fikrine dayanır. Nitekim mevcut 82 Anayasası teknik olarak kuvvetler ayrılığı fikrine dayalı olarak tasarlanmış, yasama, yürütme ve yargı erklerinin bölümleri ayrı ayrı düzenlenmiştir. Türk tipi başkanlık modeli ile Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olarak yetkileri genişletilmiş, yasamaya ait yetkilerin önemli bir kısmı kararname çıkarma yetkisi ile yürütmeye verilmiş, Cumhurbaşkanının partili olacak olması nedeni ile yasamada etkisi artacak ve yüksek yargı organlarına atama yetkisi ile yargıya müdahalesi sürekli hale gelecektir. Bu değişiklik hali hazırda yürütmenin yargı üzerindeki etkisini daha da arttıracak ve yürütmenin yasamaya müdahalesi ile kuvvetler ayrılığı ilkesini oldukça zedeleyecektir.
- Anayasa değişikliği ile Anayasa içerisinde açık çelişki ve tezatlar oluşturulmuştur.
Anayasa değişikliği ile Anayasanın 104.maddesinde Cumhurbaşkanına kararname çıkarma yetkisi tanınmaktadır. Böylece Cumhurbaşkanı Anayasa da temel hak ve özgürlükler arasında bulunan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri, siyasi haklar ve ödevler dışındaki diğer tüm konularda kararname çıkarabilecektir. Oysa Anayasa’nın 13.maddesinde temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulamayacağı ve ancak kanunla sınırlama yapılabileceği belirtilmektedir. Bu durumda Cumhurbaşkanı kararnamesi ile temel haklardan olan ekonomik ve sosyal haklarda düzenleme yapılabilecektir. Mevcut Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin tamamını bir bütün olarak ele almış ve özellikle 2.kısımda 4 bölüm halinde düzenleme yapmıştır. Bu 4 bölümün tamamı bir bütündür. Bunlar birbirinden ayrılamaz. Oysa Anayasanın 104.maddesi değiştirilerek Cumhurbaşkanına ekonomik ve sosyal haklarda kararname çıkarma yetkisi tanımak Anayasanın 13.maddesine aykırı davranmak olacaktır. Bunun yanı sıra Anayasanın 7.maddesinde yasama yetkisinin TBMM’ye ait olduğu belirtilmektedir. Cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi ile bu yetki ekonomik ve sosyal haklar bakımından gasp edilmekte ve böylece önemli bir çelişki yaratılmaktadır. Ayrıca Anayasanın 103.maddesindeki Cumhurbaşkanlığı yemin metni ile 104.maddede Cumhurbaşkanına tanınan yetkilerin kullanılmasında Cumhurbaşkanının tarafsız olamayacağı ve yine 101.maddede yapılan değişiklik ile Cumhurbaşkanının siyasi partiye üye olması ile tarafsızlığı sona erip açık bir çelişki yaratılacaktır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Görüldüğü gibi parlamenter sisteme göre yazılmış bir Anayasa da ne olduğu belli olmayan Türk tipi başkanlık modeline geçilirse bu Anayasanın bile yeni baştan yazılması gerekecektir.
- Referanduma sunulan Anayasa değişikliği ile yargının tarafsız olmadığı gerçeği itiraf edilmektedir.
Anayasanın 9. Maddesinde yargı yetkisini kullanan mahkemelerin bağımsız olduğu belirtilmektedir. Değişiklikle bağımsızlığın yanına tarafsızlık da eklenmektedir. Bugüne kadar yargının devletten yana tavrını sürekli eleştirmiştik. Bu değişiklikle yargının tarafsız olmadığı itiraf edilmiştir.
Anayasa değişikliği ile bu önemli eksiklik gideriliyor, ancak Cumhurbaşkanına tanınan atama yetkileri ve HSYK’da adalet bakanı ve müsteşarın belirleyici pozisyonları yargının üzerindeki vesayetin daha da belirgin bir şekilde süreceğini göstermektedir.
- Anayasa değişikliği ile milletvekili sayısı 600’e çıkarılmakta ve milletvekili seçilme yaşı 18’e indirilmekte, seçim kanunlarına dayanak olan anayasa maddesi değiştirilmemektedir.
Değişiklik ile milletvekili sayısı arttırılmakta ancak Anayasa’nın 67.maddesinde herhangi bir değişiklik yapılmadan yani seçim kanunları demokratik hale getirilmeden düzenleme yapılmaktadır. Dolayısıyla demokratik bir seçim sistemine dayalı ve halkın katılımı ile temsilini en geniş şekilde ifade edecek bir sistem öngörülmemiştir. Cumhurbaşkanlığı hükümeti ile “yönetimde istikrar” ilkesi çok sıkı biçimde ve anti demokratik bir tarzda pekiştirilmiş, ancak “temsilde adalet” konusunda hiçbir adım atılmamıştır. Bunun yanı sıra değişikliğin 3.maddesi ile milletvekili seçilme yaşının 25’ten 18’e düşürülmesi göstermelik bir düzenlemedir. Siyasal iktidarın gençler üzerinde etkili olmasını sağlayacak bir amaçla hazırlandığı anlaşılmaktadır. Ekonomik ve sosyal hayata atılmadan yani hayatı tanımadan gençlerin milletvekili yapılması ne kadar gerçekçidir bunun tartışılması gerekmektedir. Ancak seçim kanunlarında yapılacak değişiklikler ile gençlerin mecliste temsilini sağlayacak mekanizmalar kurulmadan (kota gibi) böylesi düzenlemeler yapılması tek başına anlamlı olmayacaktır.
- Referanduma sunulan Anayasa değişikliğinin 4. maddesi ile Anayasanın 77. maddesi tamamen değiştirilerek, Cumhurbaşkanlığı vesayeti pekiştirilmektedir.
Bu değişiklik ile TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri 5 yılda bir aynı günde yapılacağı, süresi biten milletvekilinin yeniden seçilebileceği ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde 1. Oylamada gerekli çoğunluğun sağlanamaması halinde en çok oyu alan 2 adayın 1 hafta sonra yapılacak 2.oylamada en çok oyu alan adayın seçileceği belirtilmektedir. Değişikliğin 4.maddesi ile Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi düzenlenmiş olup, aynı tarihte her iki organın seçiminin yapılması ile TBMM’nin Cumhurbaşkanlığı vesayeti altına alınacağına dair siyasi bir anlam çıkmaktadır. Getirilecek olan yeni Türk tipi başkanlık modelinde başkan bir siyasi partinin lideri olursa hem kendisi için seçime girecek hem de kendisinin belirlediği milletvekilleri partisi adına seçime girecektir. Dolayısıyla seçimleri kazanması halinde başkanlık yetkilerini kullanmanın yanı sıra kuvvetle muhtemel mecliste çoğunluğu sağlayarak meclis üzerindeki etkisi artacak ve bu etki bir nevi vesayete dönüşecektir. Cumhurbaşkanının bu vesayeti kullanması istenmiyor ise Anayasanın 67.maddesindeki düzenleme uyarınca seçim kanunlarının ne şekilde yapılacağına dair yeni bir durum düzenlenmelidir. Şayet 67.madde değiştirilip milletvekillerinin ön seçime dayalı olarak belirlenmesi ve seçim barajının olmayacağına dair hüküm getirilmez ise mevcut seçim kanunlarına göre böyle bir yorumu yapmak yani Cumhurbaşkanı vesayeti yorumunu yapmak zorunlu oluyor. Mevcut seçim kanunlarına baktığımızda ise siyasi parti liderlerinin yetkilerinin genişliği karşısında partileri üzerindeki vesayeti ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin partisi vasıtası ile meclis üzerinde vesayet yetkisini kullanacağı açıktır. Bu bakımından değişikliğin 4.maddesi ile 77.madde yeniden yazıldığına göre Anayasanın 67.maddesi mevcut halinden kurtarılmadığı sürece Anayasa yeni bir vesayet sistemi kurmuş olacaktır. Yukarıda Sayın Cumhurbaşkanının defakto olarak fiili başkanlık yetkilerini kullandığını belirtmiştik. Özellikle 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan seçimlerde, Sayın Cumhurbaşkanının kamuoyuna yansıdığı kadarı ile AK Parti milletvekili listelerinde önemli oranda etkili olduğu görülmüştür. Bu Anayasa değişikliği yasalaşırsa resmen parti üyesi ve başkanı olabilecek ve böylece aynı günde yapılacak iki seçimde tek başına belirleyici olabilecektir. Tabi şu hususu belirtmek gerekir. Bu yeni sistemde başarı da başarısızlık da tek kişiye ait olacaktır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı adayı olan kişi parti başkanı olarak da seçime gireceğinden kendisinin kaybetmesiyle birlikte partisine de kaybettirebilecektir.
- Anayasa değişikliğinin 7. maddesi ile Anayasanın 101. maddesi tamamen değiştirilerek, partili Cumhurbaşkanı fikri yerleştirilmektedir.
Bu değişiklik ile Cumhurbaşkanlığına aday gösterme ile ilgili mevcut durum değiştirilerek çarpıcı değişiklik yapılmıştır. Buna göre hali hazırda 20 milletvekilinin aday göstermesi mümkün iken bu kaldırılarak siyasi parti grupları ile en son genel seçimlerde geçerli oyların %5’ini almış parti veya partilerin aday gösterebileceği düzenlenmiştir. Böylece Cumhurbaşkanının siyasi parti üyesi ve özellikle siyasi kimliği öne çıkartılarak “partili cumhurbaşkanı” fikri pekiştirilmiştir. Partili Cumhurbaşkanı ile ilgili yukarıda yaptığımız eleştirilerin yanı sıra Cumhurbaşkanlığına adaylıkta daha kolay ve daha erişilebilir yöntemlerin olması gerekirdi. Bunun yapılmamış olması sistemin anti demokratik karakterine de uygundur. Cumhurbaşkanının en fazla 2 dönem seçilebileceğine dair kural yazılmış ancak halen seçilmiş Sayın Cumhurbaşkanının tekrar seçilmesi halinde toplam görev süresinin ne olacağına dair düzenleme yapılmamıştır. Bu tip anayasa değişikliklerinde bilinçli olarak boşluklar bırakılarak 2 dönem kuralı mevcut Cumhurbaşkanı yararına esnetilmiştir. Oysa mevcut Cumhurbaşkanı 2014 yılında seçilmiştir. Bu durumda 5’er yıldan en fazla 10 yıl ve dönem itibari ile de 1 dönem daha seçilebilir. Bunun açıkça geçici maddede yazması gerekirdi. Bunun yazılmaması değişikliklerin mevcut Cumhurbaşkanına göre düzenlendiğini göstermektedir. Madde metninde milletvekili seçilme yeterliliğinden bahsedilmektedir. Bu durumda Anayasanın 76. Maddesinde düzenlenen milletvekili seçilme yeterliliği ile ilgili kısıtlamaların da gözden geçirilmesi gerekecektir. Örneğin Sayın Hatip Dicle milletvekili seçilmiş, mazbatasını almış ancak daha sonra YSK müdahalesi ile milletvekilliği düşürülmüştü. Yine Sayın Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin Anayasaya aykırı olarak düşürülmesi gibi tamamen YSK’nın veya meclis başkanının yorumuna dayalı kurallar yerine seçme ve seçilme hakkına zarar vermeyecek kesin ve net ifadelerin kullanılması daha isabetli olacaktır. Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacak kişiler ile ilgili daha şimdiden belirsizlikler söz konusu olmuştur. Hele Türkiye gibi herkesin TMK kapsamında suçlanabileceği ve hüküm giyebileceği bir ortamda Anayasanın 76. Maddesinin özgürlüklerden yana yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
- Anayasa değişikliğinin 8.maddesi ile Anayasanın 104. maddesi değiştirilerek, Türk Tipi Başkanlık Modeli ile otoriter bir yönetim modeli getirilmektedir.
Anayasa değişikliğinin en özlü maddesi 104.maddedir. Bu madde değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı hükümeti ya da Türk Tipi Başkanlık (!) tarif edilmektedir. 101.maddede yapılacak değişiklik ile Cumhurbaşkanı partili olabilecektir. Böylece partili Cumhurbaşkanı hem devletin başı olacak hem de yürütme yetkisini kullanacak hem de kararname çıkarma yolu ile yasama yetkisini kullanacak hem de başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yargıya yapacağı atamalarla yargı üzerinde vesayet yetkisini kullanacaktır. Görüldüğü gibi kuvvetler ayrılığı ilkesine oldukça zarar verici ve birçok yetkinin tek bir kişide toplandığı tek kişi yönetimi kurulmaktadır.
104. maddede yapılacak değişiklik ile Cumhurbaşkanı temel hak ve özgürlüklerin ayrılmaz bir parçası olan ekonomik ve sosyal haklarda kararname çıkararak Anayasanın 7 ve 13. maddeleri ile çelişecektir. Cumhurbaşkanının ekonomik ve sosyal haklarda kararnamelerle düzenleme yapması demek 24 temel hak kategorisinde düzenleme yapması demektir. Çalışma yaşamı, iş yaşamı, sendikal haklar, örgütlenme hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı gibi birçok temel hak kategorisinde tek bir kişinin düzenleme yapacak olması neo liberalizmin kamunun yeniden yapılandırılmasında dünyaya dayattığı yeni liberal anlayışın Türkiye’de anayasal dayanak bulması demektir. Cumhurbaşkanına bu yetkilerin tanınması ile Türkiye’de yaşayan 80 milyonun tamamının ekonomik ve sosyal haklarının tek bir kişinin düzenlemesine bırakılması demektir. Dolayısıyla bu düzenleme karşısında kimi konfederasyon ve meslek örgütlerinin lehte açıklamalarda bulunması oldukça trajiktir ve bu kuruluşların bu değişiklik karşısında siyasal yandaşlıklarına rağmen bile bir kez daha düşünmeye davet etmek gerekmektedir. Şu anda OHAL koşullarında KHK’larla yapılan işlemlerin Cumhurbaşkanı kararnameleri ile devam ettirilmesi anlayışına dayalı bir Anayasa değişikliği getirilmek istenmektedir. Bu durum kesinlikle kabul edilemez. Hiçbir hukuki yanı olmadığı gibi sosyolojik gerçekliklere, siyasi gerçekliklere tamamen aykırıdır. Türk tipi başkan(!) bu yetkileri ile kendisine muhalif kesimler başta olmak üzere toplumsal muhalefet üzerinde tam bir baskı mekanizması kuracaktır. Bu yetkilerin sürekli kullanacağı sistemlere otokrasi denmektedir. Anayasa değişikliğinin en belirgin ve çarpıcı değişikliği Cumhurbaşkanına temel haklar (ekonomik ve sosyal haklar) başta olmak üzere birçok konuda kararname çıkarma yetkisi tanımasıdır. Bu durumda TBMM devre dışı kalacak, yasama yetkisi önemli oranda Cumhurbaşkanına geçmiş olacaktır. Değişiklik metninde anayasada kanunla düzenleme yapılacağı belirtilmiş ise kararname ile düzenleme yapılamayacağı yazmaktadır. Mevcut anayasadaki düzenlemelerin çoğu genel ifadeler içermekte olup özel olarak kanunla düzenleme yapılacağı her madde de yazmamaktadır. Örneğin;41. Maddedeki çocuk hakları, 49. Maddedeki çalışma hakkı, 56. Maddedeki sağlık ve çevre hakkı, 60. Maddedeki sosyal güvenlik hakkı gibi. Cumhurbaşkanı kanunla düzenleme yapılması gereken bir konuda kararname çıkarır ise bu engelleyebilecek tek yer Anayasa Mahkemesidir. Cumhurbaşkanı kararnamelerine karşı Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açılabilecektir. Bu davayı şu anda kanunlarla ilgili iptal davası açma yetkisine sahip anamuhalefet partisi ve 110 milletvekili yapabiliyordu. Değişiklik ile birlikte sadece en çok milletvekili olan 1. Ve 2. sıradaki partiler dava açabilecektir. Birinci sıradaki parti getirilmek istenen değişiklik ile Cumhurbaşkanının partisi olacağından davayı sadece 2. Sırdaki parti açabilecektir. Bu kadar geniş yasama yetkisinin kullanılması karşısında dava açma yetkisinin daraltılmasının sistemin anti demokratik özelliğini çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Partili Cumhurbaşkanının veya Türk tipi başkanın Anayasa Mahkemesi’ne atama yetkisi göz önüne alındığında çıkardığı kararnamelerle ilgili Anayasa Mahkemesi üyelerinin objektif davranamayacağına dair yaygın kanı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yeni sistemle sürekli olarak Anayasa Mahkemesi’nden beklentilerin olacağı, bu beklentilerin karşılanmaması halinde Türkiye’nin sıklıkla AİHM’e şikayet edileceği ve sonuçta AİHM kararlarının uygulanmaması halinde Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınacağı ve bunun da ekonomik yaşamı olumsuz etkileyerek kalıcı ekonomik krizlerin yaşanacağı tam bir kaos ortamı öngöreceğini söylemek kahinlik olmayacaktır.
104. madde ile Türk tipi başkan milli güvenlik politikalarını belirleyip gerekli tedbirleri alacağı, TBMM adına silahlı kuvvetlerin başkomutanlığını temsil edeceği, silahlı kuvvetlerin kullanılmasına karar vereceği belirtilmektedir. TBMM’nin seçmediği bir kişinin TBMM adına silahlı kuvvetlerin başkomutanlığını yapması tamamen bir çelişkidir. Burada da TBMM adına başkomutanlık yetkisi devredilmiş durumdadır.
Değişiklik ile birlikte mevcut Milli Güvenlik Kurulu göstermelik hale gelecektir, çünkü milli güvenlik politikaları Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecektir. Görüldüğü gibi burada da önemli bir çelişki yaratılmıştır. Madem öyle MGK bütünüyle kaldırılmalıydı.
Değişiklik ile anayasanın 91. Maddesindeki OHAL KHK’sı düzenlemesi kaldırılarak, bütün yetki Cumhurbaşkanına verilmektedir. Cumhurbaşkanı OHAL KHK’sında hiçbir sınırlama olmadan düzenleme yapabilecektir. Görüldüğü gibi şu anki anayasa dışı fiili durum anayasal dayanağa kavuşturulmaktadır.
Cumhurbaşkanı bakanları atayarak hükümet kuracak ancak TBMM onayı olmayacaktır. Değişiklik ile bakan atamalarında TBMM tamamen devre dışı bırakılmıştır. ABD’de bile atanacak bakanlar Senato onayını almak durumundalar. Gensoru kaldırılarak, en önemli denetim mekanizması kaldırılmaktadır.
Cumhurbaşkanı dilediği kişileri kendisine yardımcı yapabileceği gibi bakan olarak da atayabilecektir. Cumhurbaşkanı yardımcılarının belirlenmesinde Cumhurbaşkanlığına adaylık sürecinde aday olanların bunu deklere etmelerinde fayda bulunmaktadır. Aksi taktirde seçilmemiş bir kişi Cumhurbaşkanı adına koşullar oluştuğunda devasa yetkiler kullanarak çok olumsuz sonuçlara sebep olabilecektir. Dolayısıyla tıpkı ABD’de olduğu gibi Cumhurbaşkanı yardımcısı veya yardımcılarının Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde adaylar tarafından deklere edilmesi ve bağıtlanması gerekmektedir. Böylece bu kişiler de seçilmiş gibi işlem görebileceklerdir.
- Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının ve yardımcıları ile bakanların cezai sorumluluğu gerçekten işletilebilecek midir?
Türkiye’nin en önemli sorunu cezasızlık politikası ve kültürüdür. Bugüne kadar seçilmişler ve atanmış bürokratlarla ilgili olarak dokunulmazlık üzerinden cezasızlık sürdürülmekte idi. Anayasa değişikliği ile getirilen düzenlemelere baktığımızda Cumhurbaşkanı ile TBMM seçimlerinin aynı zamanda yapılması pratikte aynı siyasal eğilimin her iki erkte güçlü olacağını göstermektedir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı ve yardımcıları ile atadığı bakanların TBMM tarafından nitelikli çoğunluk sayıları bulunarak yargılanması için ilgili yargı kurumlarına gönderilmesi oldukça güç hatta imkânsız gözükmektedir. Bu nedenle böylesi düzenlemelerin göstermelik olduğunu belirtmek gerekir. Cumhurbaşkanı dışında(Çerçevesi çizilmiş cezai sorumluluk olmalıdır) diğer kişilerin hiçbir şekilde dokunulmazlığı olmamalı, yargılanmaları ile ilgili olarak hiçbir makamdan izin alınmamalıdır. Şayet yargının tarafsızlığına ve bağımsızlığına güveniliyor ise devlet başkanı dışındaki kişilerde hiçbir şekilde dokunulmazlık olmamalı, yasama dokunulmazlığı dışında tüm dokunulmazlıklar ve atanmış bürokratların yargılanmaları için alınması gereken izinler tamamen kaldırılmalıdır.
- Anayasa değişikliği ile çok çeşitli anti demokratik düzenlemeler getirilmiştir.
TBMM Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yenilenmesi ile ilgili olarak salt çoğunluk yerine 3/5 gibi nitelikli çoğunluk getirilmiştir. Böylece erken seçime gitme imkânı oldukça zorlaştırılmıştır. Cumhurbaşkanının veto ettiği kanunların TBMM’de tekrar kabulü için salt çoğunluğun aranacağına dair değişiklik, TBMM iradesine ciddi zarar verecektir.
- Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı’na OHAL ilan etme ve OHAL rejimi konusunda oldukça geniş yetkiler tanınmıştır.
Anayasa değişikliğinin 10.maddesi ile Cumhurbaşkanı OHAL ilan edebilecek ve hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan dilediği gibi OHAL KHK’ları çıkararak ülkeyi yönetebilecektir. Anayasa değişikliği ile OHAL ilan etme konusunda mevcut Anayasa da çizilen çerçevenin oldukça dışına çıkılmış ve Türkiye’de sık sık karşılaşabilen birçok husus değişiklik teklifine yazılarak Cumhurbaşkanının 6 aya kadar OHAL ilan edebileceği belirtilmiştir. Elbette OHAL ilanı TBMM’nin onayına sunulacaktır. Ancak ilk etapta bu kadar rahat bir şekilde OHAL ilanı yetkisinin verilmesi anti demokratiktir. Halen devam eden OHAL’deki hükümet pratiğine baktığımızda mevcut Anayasanın 121 ile 15.maddesinin dışına çıkıldığı ve OHAL ile ilgisi olmayan çok sayıda konuda kanun gücünde kararname çıkarıldığı görülmektedir. Yargının baskı altında olması nedeni ile Anayasa Mahkemesi bu duruma engel olamamıştır. Referanduma sunulacak Anayasa değişikliği ile bu durum maalesef kalıcı hale getirilmek istenmektedir.
- Anayasa değişikliği ile Anayasanın 57 değişik maddesinde düzenlemeler yapılmaktadır.
Referanduma 18 madde sunulduğu halde esasında mevcut Anayasanın 57 Maddesi değiştirilmektedir. Bu maddeler dışında 21 madde Tamamen kaldırılmaktadır. Bunlardan en belirgin olanı Cumhurbaşkanının yeni kamu tüzel kişileri kurabilme yetkisi ve büyükşehir belediyelerine kaynaklık eden Anayasa düzenlemesinin değiştirilerek Cumhurbaşkanı kararnamesi ile yeni düzenleme yapma yetkisidir. Bunun dışında milli güvenlik ile ilgili çok sayıda yeni yetkiler tanınmaktadır. Görüldüğü gibi Anayasanın neredeyse yarısında yapılacak değişiklikler ile tek bir kişide güçlerin toplanması ve tek kişiye dayalı yeni bir otoriter sistem kurulması amaçlanmıştır. Bu tip yönetim biçimlerine siyaset biliminde “otokrasi” adı verilmektedir. Getirilmek istenen Türk tipi başkanlık modeli(!) denen model aslında tipik bir otokrasidir.
- Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Türkiye’nin temel sorunlarının çözümünde insiyatif alınabilir mi?
Anayasa değişikliği referandum sürecinde evet kampanyası yürütenlerin bazı beyanatlarında “evet çıkarsa terör biter” şeklindeki sözleri ile halk arasında özellikle Kürtler içerisinde evet çıkarsa yeni bir çözüm süreci gelişebilir söyleminin ne kadar karşılığı bulunmaktadır? Bilindiği gibi Mart 2013’te başlayan barış ve çözüm sürecinde 10.07.2014 tarihinde 6551 sayılı kamuoyunda çözüm kanunu diye bilinen bir kanun çıkarılmıştır. Bu kanun 16 Temmuz 2014 tarihinde resmi gazetede yayımlanmış olup halen yürürlüktedir. Sayın Cumhurbaşkanı ve hükümet bu kanunu kullanarak yeni bir çözüm süreci gerçekleştirebilirler. Bunun için Cumhurbaşkanı Hükümet sistemine ihtiyaçları yoktur. Sayın Cumhurbaşkanına verilecek olağanüstü yetkilerle onun iyi niyetine dayalı olarak gerçekleşebilecek süreçlerin Anayasal güvenceye alınmadan başarılı olma şansının olmadığı bilinmelidir. Kürt sorunu gibi Kürtlerin statü ve topluluk hakkı taleplerinin karşılanabilmesi bakımından anayasal değişiklik yapılması mutlak bir zorunluluktur. Ademi merkeziyetçiliğe geçiş için başlangıçta Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yeterli gibi görünse de anayasal değişikliğin şart olduğu muhakkaktır. Çünkü anayasanın 127. maddesinde merkezi ve mahalli idareler için kanunla düzenleme yapılacağı açıkça belirtilmektedir. Bu maddenin 3. Fıkrasının 2. Cümlesinin kaldırılacak olmasının esaslı bir değişiklik için yeterli olacağı kanaatinde değiliz. Anayasanın 123. Maddesinin 3. fıkrasında değişiklik yapılarak kamu tüzel kişiliği kurulmasının Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile mümkün hale getirilmesi de yeterli olmayacaktır. Her zaman yeni bir süreç başlatılabilir ve bu süreç başarılı olursa Türkiye’nin yeni ve gerçek Anayasa’sı barış masasında mutabakatla yazılıp Türkiye’de yaşayan bütün halkların onayına sunulabilir.
- Anayasa değişikliğinin toptan oya sunulması ne kadar doğrudur?
Anayasa değişiklik teklifine baktığımızda, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yanı sıra bununla ilgili olmayan birçok konunun da düzenlendiği görülecektir. En önemli düzenleme askeri yargının ortadan kaldırılarak askeri disiplin mahkemelerine dönüştürülmesidir. Türkiye’de hak örgütleri yıllardır askeri yargının kapatılmasına dair kampanyalar yürütmüşlerdir. Şimdi böylesi bir değişikliğin Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi içerisine alınarak oya sunulması yöntem olarak anti demokratiktir. Anayasa değişikliklerinin konusuna göre veya madde madde ayrı ayrı halkın oyuna sunulması en doğru yöntem olacaktır. Toptan evet ya da hayır oylaması yapılması seçmen iradesini sakatlamaktadır.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ