İnsan Hakları Savunucularına Yönelik AB Rehber İlkeleri’ne göre: “İnsan hakları savunucuları, evrensel olarak tanınan insan hakları ve temel özgürlükleri geliştiren ve koruyan bireyler, gruplar ve toplum organlarıdır. İnsan hakları savunucuları, medeni ve siyasi hakları geliştiren ve koruyan ve aynı zamanda, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları geliştiren, koruyan ve etkin hale getirmek için çalışan kişilerdir. İnsan hakları savunucuları, yerli topluluklar gibi grupların üyelerinin de haklarını geliştirir ve korurlar. Bu tanım, şiddet uygulayan veya yayan bireyleri veya grupları içermez.” Bu tanıma göre, barışçıl olarak faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları ve bu kuruluşların aktivistleri insan hakları savunusu statüsündedir. BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi Madde 1: “Herkesin bireysel olarak veya başkalarıyla birlikte ulusal ve uluslararası düzeyde insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasını ve gerçekleştirilmesini geliştirme hakkı vardır.” demektedir. İnsan hakları savunucuları faaliyetlerini bireysel ve kolektif olarak yürütebilir. Barışçıl bir şekilde yürüttükleri bu çalışmaları çoğu zaman tanımadığı kişiler içindir. İnsan hakları savunuculuğu gibi bir iş tanımı yoktur. Dolayısıyla, bu tanım kapsamına girenler gazeteci, avukat, sendikacı, akademisyen ve insan hakları organizasyonlarının aktivisti v.b. kişilerdir. İnsan Hakları Derneği (İHD) kurucularından Hüsnü Öndül “İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması ve Medya” başlıklı makalesinde: “Bir sendikacı, çalışanların insan hakkını koruma adına bir iş yaptığında insan hakları savunucusudur. Bir gazeteci insan hakları ihlalleri konusunda haber yaptığında; hekimler mağdurların tedavileriyle ilgili çalıştıklarında veya mağdurlarla birlikte ve ihlallere karşı çalışmalarında avukatlar insan hakları savunucusudur. Başka meslekler için de bu tür değerlendirme ve nitelemelerde bulunabiliriz.” yazmaktadır.
İnsan hakları savunucuları dünyanın hemen her yerinde hükümet ve bazı siyasi, ticari grupların politikalarının ve faaliyetlerine yönelik çalışmalar yürütmektedir. İnsan hakları savunucularının çalışma alanı ve tarzı yine AB Rehber İlkelerinde:
-ihlalleri belgelendirmek;
-bu ihlal mağdurlarının hukuki, psikolojik, tıbbi veya diğer destekler aracılığı ile mağduriyetlerini gidermeye çabalamak;
-insan hakları ve temel özgürlüklerin sistematik ve tekrarlanan ihlallerini örtbas eden cezasızlık kültürleriyle mücadele etmek;
-ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde insan hakları kültürünün ve insan hakları savunucularına dair bilginin yaygınlaştırılması.
şeklinde ifade edilmektedir. Bu konudaki referans alınabilecek bir diğer temel metin olan BM İnsan Hakları Savunucuları İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması Başlıklı 29 Nolu Bilgi Belgesinde insan hakları savunucularının yürüttükleri faaliyetlerin bazıları:
a) İhlallere ilişkin bilgi toplanması ve yaygınlaştırılması
b) İnsan hakları ihlallerinin mağdurlarının desteklenmesi
c) Hesap verebilirliği sağlamaya ve dokunulmazlığa son vermeye yönelik eylem
d) Daha iyi yönetişim ve hükümet politikasının desteklenmesi
e) İnsan hakları anlaşmalarının uygulanmasına katkı
f) İnsan hakları eğitimi ve öğretimi olarak listelenmektedir.
Bu faaliyetleri yürüten insan hakları savunucuları eşit, adil, onurlu ve demokratik bir toplum için önemli bir işleve sahiptir. Hak savunucularının varlığı hem ihlallere maruz kalan canlı/cansız varlıklara güç vermekte hem bu ihlalleri gerçekleştiren faillere, bu ihlallere göz yuman, sessiz kalan yetkililere takip edildiklerini hatırlamaktadır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi’nin önceki dönem Direktörü Elçi Christian Strohal “AGİT Bölgesindeki İnsan Hakları Savunucuları: Ortak Vicdanımız” adlı çalışmanın önsözünde insan hakları savunucularına dair şöyle demektedir: “İnsan hakları savunucuları [AGİT’e] üye bütün Devletlerde insan haklarının korunması ve hükümetlerin hesap verebilirliği çabalarının öncüsüdür. Canlı bir sivil toplumun yaşam damarı ve demokratik toplumun özüdürler. İnsan hakları savunucuları kolektif vicdanımızdır.”
Hak savunucuları bu faaliyetleri karşılığında neler yaşamaktadır?
İnsan hakları savunucularının bu yönlü çalışmaları maalesef her zaman olumlu olarak karşılanmamakta ve hatta kimi zaman baskılarla karşılık bulmaktadır. Bu faaliyetleri yürüten insan hakları savunucuları dünyanın birçok yerinde hükümetler, suç grupları gibi güç odaklarının uyguladığı fiziki saldırı, tehdit, taciz, cinayet, gözaltı ve tutuklama ve yargılama pratiklerine maruz kalıyor.
AGİT’in İnsan Hakları Savunucuları Ortak Vicdanımız başlıklı çalışmasında hak savunucularının karşılaştığı ihlale ilişkin bazı kategoriler verilmiş ve bunlara ilişkin örnekler verilmiştir. Bu kategoriler, “öldürme, polis ve diğer güvenlik güçlerinde uygulanan işkence ve kötü muamele, kaybedilme, faili meçhul fiziksel saldırılar, taciz ve tehdit, [özellikle] avukatlara yönelik yıldırma, yargılama tehdidi, aile üyelerine yönelik misilleme saldırıları, kimliği belirsiz tehditler ve uydurma deliller. İnsan hakları savunucularına yönelik olarak bahsedilen hak ihlalleri etnik, dini v.b. çatışmalara sahne olan ülkelerde ve/veya demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları prensipleri bakımından sorunlu ülkelerde daha sık görülmektedir.
“Dünyanın her köşesinde, çok sayıda insan hakları savunucusu kendi insan haklarının ihlali gibi durumlara maruz kalmıştır. İnfaz, işkence, dayak, keyfi gözaltı ve tutuklama, ölüm tehdidi, taciz ve aşağılanma, ayrıca hareket, ifade, örgütlenme ve toplantı özgürlülerinin kısıtlanması, insan hakları savunucularının karşılaştıkları olumsuzluklar arasındadır. Savunucular arasında temelsiz suçlamalara, adil olmayan yargılamalara ve mahkûmiyetlere maruz kalanlar da vardır.” (BM İnsan Hakları Savunucuları İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması Başlıklı 29 Nolu Bilgi Belgesi s.8)”
Türkiye insan hakları savunucularına yönelik hak ihlalleri karnesi diğer coğrafyalardan farklılık göstermiyor. Hak savunucuları hemen her gün taciz, tehdit, ifade özgürlüğünün, örgütleme ve toplanma özgürlüğünün ihlali, gözaltı, tutuklanma ve yargılanma, fiziki saldırı, uzun yargılama ve tutukluluk süreleri gibi ihlallerle karşılaşıyor.
Çalışmanın konusu itibariyle insan hakları savunucularının yargılama yoluyla tehdit edilmesi veya başlıktaki şekliye kriminalize edilmesi konusuna geçmeden önce diğer ihlal kategorilerinden birkaç bilgi notu ve örnek vermek yararlı olacaktır.
Faili meçhul cinayetler, suikastlar ve fiziksel saldırılar
“Tek ve belirgin amacı “insan hakları” konusunda çalışma yapmak” olan ve 1986’da kurulan İnsan Hakları Derneği’nin bugüne kadar 24[1] yöneticisi öldürülmüştür. Yine benzer amaçlı bir olayda, dönemin İHD Genel Başkanı Akın Birdal 12 Mayıs 1998 tarihinde silahı saldırıya uğramış ve neyse ki sağ kalmayı başarmıştır. 1990’lı yıllarda Güneydoğu Bölgesinde insan hakları faaliyetleri yürütenlerin yaşadıkları fiziksel saldırı ile ilgili olarak, BM Genel Sekreter Özel Temsilcisi Hina Jilani’nin İnsan Hakları Savunucularına İlişkin Sunduğu “İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi İnsan Hakları Savunucuları” başlıklı rapordaki aşağıdaki bölüm durumu yeterince açıklamaktadır:
İnsan hakları savunucuları; Güneydoğu Anadolu bölgesindeki çatışmaların insan haklarının durumu üzerindeki dramatik sonuçlarını ve devlet politikalarının sorgulanmasının, sıklıkla, devlete bir tehdit ve PKK destekçileri olarak algılanıldığını belirttiler. Sonuç olarak, sivil toplum kuruluşlarının (STK) temsilcileri, avukatlar, doktorlar, gazeteciler ve daha birçok kişi; keyfi gözaltı, kötü muamele ve işkence, tehditler ve ayrıca kaybolma ile yargısız infazı da içeren ciddi insan hakları ihlallerinden zarar gördüler. (İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi İnsan Hakları Savunucuları Raporu s. 5)
2000 sonrasında yaşanan fiziksel saldırılar örnek olarak şu vakalar verilebilir. Bursa Gökkuşağı LGBTT Derneği’nin 06.08.2006 tarihinde valilikten izin alarak düzenlediği yürüyüşe, Bursasporlu Esnaf ve Sanatkarlar Derneği başkanı Fevzinur Dündar’ın provoke ettiği taraftarlar tarafından saldırılmış ve emniyet yürüyüşçülerin güvenliğini sağlayamayacağı gerekçesiyle yürüyüşü iptal etmiştir. Bir diğer acı olayda ise 19 Ocak 2007 günü gazeteci Hrant Dink uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmiştir. Yaşanan diğer fiziksel saldırı vakalarına ve diğer ihlal kategorilerine yer kısıtlılığı nedeniyle girilememektedir. Fiziksel saldırılarda azalma olması hak savunucularına karşı ihlallerin azaldığı anlamına gelmemekte aksine yalnızca ihlallerin biçimlerinin değiştiğini göstermektedir. Bu konuda yine Hina Jilani’nin hazırladığı raporunun 61. Paragrafına bakılabilir. “Savunucular, genel olarak, kişisel güvenliklerinin arttığını bildirmekte; fakat engellerden ve öldürmeyi, tecavüzü ve işkenceyi açıkça hedeflemeyen, ancak yasal eylem, hakaret ve cezalar yoluyla daha sinsice tedbirlerle yapılan misillemelerden zarar görmeye devam ettiklerini de vurgulamaktadırlar. (İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi İnsan Hakları Savunucuları Raporu, s. 14-15)”
Hak savunucularının kriminalize edilmesi
Kriminalize etme terimi “kişilerin, kurumların faaliyetlerinin, tutum ve tavırlarının suç ve suçlu hale getirilmesi” olarak tanımlanabilir. İnsan hakları savunucularının korunmasına yönelik faaliyet yürüten Peace Brigade International (Uluslararası Barış Ekibi) isimli organizasyonun “Criminalisation of Human Rights Defenders/İnsan Hakları Savunucularının Kriminalize Edilmesi” başlıklı çalışmasında bu konu: “[insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinden] yasal sistemi ve negatif, küçümseyen yollarla manipüle ettiği kamuoyu algısını kullanılarak insan hakları savunucularının faaliyetlerinin itibarsızlaştırılması, sabote edilmesi ve aksatılması niyetini anlıyoruz” şeklinde formüle edilmiştir.
Türkiye’de insan hakları savunucularının yaşadığı hak ihlalleri mevzuata ve uygulamaya ilişkin problemler olarak iki temel kategoride incelenebilir. Mevzuat bakımından geniş ve yoruma açık terörizm tanımı insan hakları savunucularının günlük faaliyetleri nedeniyle baskı, tehdit ve ihlallere maruz kalmalarına yol açmaktadır. Özellikle 14 Nisan 2009 tarihinde başlatılan 2012 yılının ikinci yarısına kadar yaygın bir şekilde devam KCK operasyonları yasal mevzuatın genelde muhalif siyasi figürler, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar özelde de insan hakları savunucularına baskı aracı olarak kullanılmasının belirgin bir örneğidir.
İnsan hakları savunucuları ile ilgili yapılan FIDH-OMCT Gözlem Raporu gibi daha kapsamlı bazı çalışmalarda mevzuat taramasına ilişkin bölümler olması ve bu çalışmanın kapsamı nedeniyle mevzuattaki engellere söylenebilecek tek husus ilgili çalışmaların kapsamının bu konuları yeterince açıkladığıdır.
Kriminalize etmenin bir diğer kategorisi ilgili mevzuatın insan hakları savunucularına karşı belirgin bir şekilde baskı aracı olarak kullanılmasıdır. Bu bağlamda, hak savunucusu birey ve organizasyonlara yönelik başlatılan gözaltı, tutuklama, kapatma davası v.b. adli süreçler. Yine bu bağlamda gerçekleştirilen fiziksel, teknik takip ve uygulanan baskının ortaya çıkması durumunda özellikle medya aracılığıyla karalama kampanyası sayılabilir. Tüm bu baskı uygulamaları ülkemizde hak savunucularına yönelik kriminalize etme trendinin yükselmesine yol açmıştır.
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ve Dünya İşkence Karşıtı Örgüt (OMCT) tarafından ortak yürütülen İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlem programı kapsamında “İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu” başlıklı raporu ülkemizde insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinin 2012 yılı tablosunu şu rakamlarla vermektedir:
Şubat 2012’de 105 gazeteci, 45 avukat, en az 19 insan hakları örgütü üyesi[2] ve 42 sendikacı hapsedilmiştir ve bunların çoğu TMK kapsamında suçlanmıştır. Onlarca kişi de yıllarca süren adlî tacize maruz kalmıştır. 2010’da Observatory’nin ziyaretleri sırasında, Türkiye’nin pek çok şehrinde insan hakları savunucularına karşı açılan davaların duyumları alınmıştır. Ziyaretten iki yıl sonra bile bu davaların çoğu hâlâ devam etmektedir. 1998’den beri yargılanmakta olan Sosyolog Pınar Selek, Aralık 2009’dan beri tutuklu olan avukat Muharrem Erbey ve 10 Nisan 2012’de serbest bırakılıncaya dek beş aydan fazla bir süredir tutuklu bulunan yayıncı Ragıp Zarakolu, bu içler acısı durumun en sembolik örnekleridir. (s. 2)
15 Şubat 2007 günü Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne e-posta yoluyla ulaşan bir ihbar sonucu başlatılan ve 14 Nisan 2009 günü aralarında siyasetçi, avukat, belediye başkanları v.b. 53 kişinin gözaltına alınmasıyla uygulamaya konulan KCK operasyonları özellikle Kürtlerin hakları konusunda çalışan insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. 14 Nisan 2009 tarihindeki ilk yaygın operasyonun üzerinden daha 1 ay geçmeden bu yönlü baskı aracı insan hakları savunucularının kriminalize edilmesinde ortaya çıktı.
“İnsan Hakları Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Av. Hasan Anlar, Av. Filiz Kalaycı ve dernek üyeleri Av. Halil İbrahim Vargün, Av. Murat Vargün ve Nedim Taş “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla 12 Mayıs 2009 günü Ankara’da gözaltına alındılar, büroları ve evleri aranarak, Ankara TEM Şube Müdürlüğüne götürüldüler. Gözaltının dördüncü gününde tüm avukatlar serbest bırakıldı. Nedim Taş tutuklandı. Savcılığın itirazı üzerine Av. Filiz Kalaycı 28 Mayıs 2009 günü Ankara’da tutuklandı[3] ve Sincan Kapalı F Tipi Kadın Cezaevine konuldu.” (İnsan Hakları Savunucusu Av. Filiz Kalaycı Serbest Bırakıldı! www.ihd.org.tr)
KCK operasyonları bağlamında hak savunucularının kriminalize edilmesinin ilk örneği olan 4 avukatın yargı eliyle baskıya maruz kalması maalesef son örnek olmadı. Ankara’da hayata geçen ilk uygulamanın ikincisi 24 Aralık 2009 günü Diyarbakır’da gerçekleştirildi. İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şubesi Başkanı Muharrem Erbey’in ve ayrıca bölgedeki kayıp aileleriyle yakın çalışmalar yürütmüş olan Diyarbakır İHD üyeleri ayın Arslan Özdemir ve Roza Erdede cezaevine konuldu. Özdemir ve Erdede zaman içerisinde tahliye edilirken Erbey hala cezaevinde tutulmaktadır.
FIDH-OMCT Gözlem Raporu Muharrem Erbey’in yargı baskısıyla kriminalize edilmesini şu tespit ile ortaya koymaktadır: “Erbey ile ilgili olarak önce İHD Diyarbakır Şubesinde Başkanlık odasında arama yapılmış ve Derneğin diğer bölümlerindeki arama için o anda arama kararı çıkarttırılmıştır. Dernekte bulunan bilgisayarla, CD ve kasetlere, pek çok belge ve rapora el konmuştur. Arama işleminin ardından, İHD Diyarbakır Şubesi ile ilgili herhangi bir cezai takibat söz konusu olmamıştır”. (İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu s. 25)
Yapılan baskında İHD’nin dökümanlarına el konulmasının hele de sonrasında herhangi bir soruşturma açılmaması gözönünde bulundurulduğunda M. Erbey’in hak savunuculuğu faaliyetlerinin kriminalize edilmesi olduğu açıktı. Bu durum Özdemir ve Erdede için de geçerlidir.
İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) Yargı Gözlem Raporu Diyarbakır KCK Davası başlıklı çalışmanda KCK davalarını neden gözlemlediğini hak savunucularının kriminalize edilmesine referans vererek açıklamaktadır.
Hak savunucuları yargılama ve cezadan bağışık olmadıkları gibi, bu sıfat tek başına masumiyetin kanıtı değildir. Hak savunucularının suç teşkil eden eylemleri olabileceği gibi bu eylemlerin soruşturulması ve kovuşturulması tek başına hak savunuculuğunun alanının daraltılması çabası olarak nitelendirilemez.
Ancak iddianame incelendiğinde, İnsan Hakları Derneğinin Diyarbakır Şubesi yönetici ve üyelerinin, dernek faaliyeti dışında yorumlanması imkansız olan ve savunuculuk faaliyetinin parçası olan eylemlerinin ve kayıt altına alınan görüşmelerinin, suç olarak nitelendiği anlaşılmaktadır. Bu tablo, aynı zamanda hak savunuculuğunun da suç olarak nitelenebilmesi çıkarımını zorunlu kılmakta oluşu nedeniyle, savunuculuk faaliyetini tehdit etmekte, toplumda hak savunucularının bu faaliyetlerinin suç eylemi olarak nitelenmesine neden olmaktadır. Bu durum, devletin hak savunucularına karşı belirlenmiş ulusal ve evrensel yükümlülüklerinin ihlalidir.” (s. 3-4)
16 Mart 2010 tarihinde İHD Siirt Şube Başkanı ve Merkez Yönetim Kurulu üyesi Vetha Aydın ve aynı şubenin yönetim kurulu üyesi Abdullah Gürgen tutuklanarak cezaevine konulmuştur. İnsan hakları savunucularının keyfi bir şekilde yargısal süreçlere tabi tutulması, tutuklanıp cezaevine konulması 2011 yılında da devam etti. 4 Ekim 2011’de, Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği “YAKAY-DER”’in Kemal Aydın, Selahattin Tekin, 11 Ekim 2011’de de aynı derneğin başkanı Cemal Bektaş tutuklanmıştır. 28 Ekim 21011’de, İHD Onursal Yönetim Kurulu Üyesi ve İHD Kurucusu, Belge Yayınevi Müdürü ve Türkiye Yayıncılar Birliği Yayınlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı Sayın Ragıp Zarakolu ve Marmara Üniversitesi Siyaset Bölümü ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve kadınların siyasî haklarının korunmasıyla ilgili KA-DER (Kadın Adayları Destekleme Derneği) üyesi Sayın Büşra Ersanlı, özellikle de Kürt siyasî aktivistlerinin ve BDP üyelerinin arasında bulunduğu 193 kişiyi hedefleyen geniş bir operasyonda tutuklanmıştır. 6 Kasım 2011’de, İHD Hakkâri şubesi başkanı İsmail Akbulut, Hakkâri’de bir kontrol noktasında gözaltına alınmış ve dört gün sonra da “yasadışı örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklanmıştır. Hak savunucularının tutuklama ve yargı yoluyla kriminalize edilmesi 2012 yılında da devam etmiş 25 Haziran 2012 tarihinde Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı merkez yönetim kurulu üyesi Osman İşçi ve 29 Eylül 2012 tarihinde de İHD Mersin Şubesi Başkanı Ali Tanrıverdi tutuklanarak cezaevine konulmuştur.
Tüm bu yargılamaların ortak noktası terör örgütü üyeliği ile suçlanmaktır. Bu suçlamanın temelini oluşturan bahse konu insan hakları savunucularının yürüttükleri faaliyetlerin ülkemizin sorunlu alanlarından birisi olan ekonomik, siyasi ve kültürel hakların tanınması ile ilgili olmasıdır. Örgüt üyeliğine dair herhangi bir somut olay değil yalnızca ve yalnızca güvenlik temelli politikaların bir varsayımı bulunmaktadır. Bu varsayıma dayalı olarak gerçekleştirilen baskı uygulamaları yargının mekanizmasının yanı sıra başka araçlara da ihtiyaç duymaktadır. Bu araç ise medyadır. Gözaltına alınmanın ilk anından itibaren medya aracılığıyla “terör örgütü üyeleri yakalandı” minvalinde haberler yapılması yargılamanın sonucu ne olursa olsun ilgili hak savunucusu kişi, bu kişilerin ailelerinin ve bu vakalarda kurumların itibarsızlaştırılarak kriminalize edilmesidir. Hak savunucularının kriminalize edilmesinde yargı ve medya işbirliğine FIDH ve OMCT ortak Gözlem programı kapsamında yayınlanan ” Violations of the right of NGOs to funding: from harassment to criminalisation/STK’ların fon hakkının ihlali: tacizden kriminalize edilmeye” başlıklı 2013 yılı raporu da dikkat çekmektedir. İlgili paragraf aşağıdaki şekildedir:
“Örneğin Türkiye’de terörle mücadele bağlamında gerçekleştirilen ihlalleri kınayan ve Kürt azınlığın haklarını savunan insan hakları savunucuları yetkililer tarafından terörist gruplarla aynı muameleye maruz kalmaktadır. Onlarcası terörle mücadele operasyonları kapsamında tutuklandı ve yargılanıyor. Hükümet yanlısı medya insan hakları savunucularına yönelik bu yargılamalar ve asılsız iddialar ile ilgili yayın yapmakta. Yargı ve medya kampanyası […] aynı zamanda hak savunucularının kişisel güvenliğini tehlikeye sokmaktadır.” (69)
Diğer yandan, kriminalize etme çabaları eleştirilerle de karşılanmıştır. Örneğin, 2010 yılından itibaren Avrupa Birliği İlerleme Raporları KCK operasyonları adı altında gerçekleştirilen bu operasyonlara ilişkin eleştirel ifadeler içermektedir. Son 4 yılda yayınlanan raporlardan bazı ilgili bölümler şu eleştirileri dile getirmektedir:
Seçilmiş BDP belediye başkanları da dâhil olmak üzere çok sayıda idareci ve politikacı, KCK/PKK’ya karşı yapılan operasyonlar kapsamında tutuklanmıştır. İnsan Hakları Derneği ile Göçder Diyarbakır üyeleri de tutuklanmıştır. (AB İlerleme Raporu 2010, s. 35)
Pek çok insan hakları savunucusuna karşı, mevzuatta yer alan terörle ilgili hükümlere sıklıkla başvurmak suretiyle cezai kovuşturma başlatılmıştır. Terörizmin, Terörle Mücadele Kanunundaki geniş kapsamlı tanımının revize edilmemesi ciddi bir endişe sebebi olmaya devam etmektedir (AB İlerleme Raporu 2011, s. 21).
Çoğunlukla terörle mücadele mevzuatı çerçevesinde olmak üzere, kamuoyunun dikkatini çeken davalar ve insan hakları savunucularına karşı başlatılan bireysel cezai kovuşturma ve soruşturmalar artmıştır. Terörle Mücadele Kanunundaki terörizmin geniş kapsamlı tanımına ilişkin ciddi endişeler devam etmektedir. (AB İlerleme Raporu 2012, s. 19)
Çok sayıda gazeteci, akademisyen, öğrenci ve insan hakları savunucusu, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) Dördüncü Yargı Reformu Paketi kapsamında değiştirilmemiş olan silahlı örgüte üyelik hakkındaki 314. maddesi de dâhil olmak üzere, çeşitli suçlamalar sebebiyle cezaevinde bulunmaktadır. (AB İlerleme Raporu 2013, s. 16)
Çoğunlukla terörle mücadele mevzuatı ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçlamaları çerçevesinde olmak üzere, insan hakları savunucularına karşı başlatılan ve devam eden kamuoyunun dikkatini çeken bir dizi dava, bireysel cezai kovuşturma ve soruşturmalar bulunmaktadır. (AB İlerleme Raporu 2013, s. 50)
İnsan hakları savunucularını kriminalize eden kişi, kurum ve kuruluşlar hak savunucularının faaliyetlerini bireysel ve kolektif bir şekilde yürütebileceği noktasını akıllarından çıkarmamaktadır. Bu bağlamda, bir insan hakları organizasyonunda faaliyet yürütse de bireysel olarak kriminalize eden kişilerin yanı sıra doğrudan insan hakları organizasyonları benzer uygulamalara maruz kalmıştır. 2009 yılında başlayan ve 2012 dönemine kadar baskın bir şekilde uygulanan güvenlik politikasından insan hakları organizasyonları da etkilenmektedir.
Örneğin, 1997’den beri uluslararası zoraki göç ve göçmenlik alanında aktif olan Göçmenler Sosyal İşbirliği ve Kültür Derneği (GÖÇ-DER) Diyarbakır Şubesi’nin yönetim kurulu üyelerine karşı açılan dava, 2 Şubat 2010’da derneğin kapatılmasıyla sonuçlanmıştır. GÖÇ-DER şubeleri 1997’den beri faaliyetleri nedeniyle dava edilmekteydi. 9 Nisan 2012’de, Yargıtay, “2911 sayılı kanuna muhalefet” iddiasıyla GÖÇ-DER Batman Şubesi hakkında Batman 1. Asliye Mahkemesi tarafından verilen kapama kararını onaylamıştır.
16 Şubat 2012’de, Alevi azınlığın haklarını savunan bir dernek olan Dersim Alevilik İnanç ve Kültür Akademisi Derneği, Tunceli Asliye Mahkemesi’nce, derneğin “kuruluş amaçlarını ihlal ettiği” gerekçesiyle kapatılmış ve dernek başkanı da KCK davasından tutuklanmıştır.
Benzer şekilde, 2013 yılı başında Van Kadın Derneği’nin (VAKAD) de içinde olduğu Van’daki 10[4] derneğe PKK/KCK ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle kapatma davası açılmıştır. Bianet’in haberine göre: “Van Cumhuriyet Savcısı Canip Cihangir’in hazırladığı ve Van Asliye Hukuk Mahkemesi’nce kabul edilen iddianamede, gerek gizli tanıkların ifadeleri gerekse yapılan araştırmalar neticesinde PKK ile bağlantılı olduğu düşünülen 10 derneğin feshedilmesi talep edilmişti. Bunlar arasında Van’da kadın sorunlarıyla, hasta mahpuslarla, Kürt dilinin geliştirilmesiyle, faili meçhul yakınlarıyla, zorunlu göçle, öğrenci meselesiyle ilgili faaliyetler yürüten dernekler bulunuyordu.”
Bu kapatma davalarına ilişkin ilgili mevzuat yargı mekanizmasına birçok olanak sunmaktadır. Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı’nın (EMHRN) Türkiye’deki örgütlenme özgürlüğü üzerine hazırladığı 2011 tarihli raporun 40. sayfasında: “Anayasa, Dernekler Kanunu veya diğer bir yasayı ihlal ettiği gerekçesi ile derneklerin faaliyetleri herhangi bir anda durdurulabilir veya dernek kapatılabilir” denilmektedir. Anayasanın 33. maddesi, “Dernek kurma hürriyeti ancak, milli güvenlik, kamu düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, genel ahlak, genel sağlığın korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir” şeklinde hüküm içermektedir. Kurumlara açılan bazı davalar reddedilse de veya berat ile sonuçlansa da kurumların kriminalize edilmesi tamamlanmış olduğu için yaşanan ihlallerin geri alınması mümkün değildir.
Yürüttükleri insan hakları faaliyetleri nedeniyle ihlallere maruz kalan bir diğer grup LGBTI aktivistlerdir. Bu aktivistlere karşı yürütülen idari ve adli soruşturmalarda “kamu düzeni, genel ahlak v.b.” muğlak kavramlar kullanılmaktadır. Yine LGBTI aktivistlerine karşı fiziksel saldırı, taciz yaygın olarak kullanılmaktadır. Yalnızca 2012 yılında 12 LGBT bireyi öldürülmüştür. AB 2012 İlerleme Raporunda bu konuda yaşanan sıkıntılara dikkat çekmek için şöyle bir paragraf yer almaktadır: “Eşcinsellik Türkiye’de ceza gerektiren bir suç değildir. Bununla birlikte, lezbiyen, eşcinsel, biseksüel ve transseksüeller (LGBTT) ayrımcılık, korkutma ve şiddete maruz kalmaya devam etmişlerdir. Bazı davalar ve adli süreçler devam etmektedir. 2011 yılında Türkiye’de LGBTT’lere karşı yaşama hakkının ihlali, işkence, kötü muamele ve cinsel istismar vakaları bildirilmiştir. (AB İlerleme Raporu 2012, s. 29)”.
Örneğin, 19 Haziran 2010’da, Sayın Buse Kılıçkaya, Selay Tunç ve Naz Güdümen, sırasıyla Pembe hayat LGBT Dayanışma Derneği kurucusu ve başkanı, kurucu ve başkan yardımcısı ve üyesi, Ankara Seyranbağları’nda arabalarında seyahat ederken, keyfî bir şekilde polis tarafından gözaltına alınmıştır. Karakola götürülmüşler ve beş saat orada tutulmuşlardır. Her ne kadar insan hakları savunucuları savcıyla birlikte kötü muamele ve hakaretten suç duyurusunda bulunmuşlarsa da savcı şikâyeti kabul etmemiş; üstelik haklarında “polise karşı koymak” ve “kamu malına zarar vermek”ten suçlama yapmıştır. 25 Ekim 2011’da, Sayın Buse Kılıçkaya, Selay Tunç ve Naz Güdümen Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesi’nde suçlu bulunmuştur. (İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu, s. 36)
Gözlem Raporu LGBT organizasyonlarına ilişkin açılan davalara ilişkin olarak kapatma vakalarının yaşandığı belirtmektedir. Örnek vaka olarak 3 Ocak 2011’de, Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesi, Bursa Valiliği’nin “fuhuş” suçlaması üzerine, iki yıl süren duruşmaların ardından Travestiler, Transseksüeller, Gayler ve Lezbiyenleri Koruma, Dayanışma ve Kültürel Faaliyetler Derneği, Gökkuşağı Derneğini kapama kararı almasını kullanmıştır. Mevzuatın keyfi bir şekilde kullanılması yalnızca LGBT organizasyonlarının kapatılmasında değil ayrıca bu organizasyonların diğer faaliyetleri ilgili olarak kullanılmaktadır. Mart 2011’de, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)-Pembe Hayat’ın resmi web sitesinin 5651 sayılı Kanun uyarınca, kapatılması talimatını vermiş, daha sonra TİB bu kapatma kararının uygulanmayacağına dair sözlü garanti vermiştir. Bu keyfi uygulama 2013 yılında yayınlanan AB İlerleme Raporunda da yer almıştır: “Ceza Kanunu ve Kabahatler Kanunu, transseksüellere yönelik ayrımcı ve keyfi bir tarzda uygulanmıştır. İnternet kullanımını düzenleyen kanun, siyasi ve ahlaki olarak uygunsuz bulunan bazı LGBTI ve diğer bazı internet sitelerine karşı kullanılmıştır”. (AB İlerleme Raporu 2013, s. 60)
Sonuç yerine
Ülkemizdeki insan hakları savunucularının maruz kaldığı ihlallerin nedeni gayet açıktır: Kürt Meselesi, Alevi Meselesi, Kadın Meselesi ve LGBTI bireylerinin hakları gibi hak ihlallerinin çok sık yaşandığı alanlarda faaliyet yürütmek. Kadın, LGBT, etnik azınlık gibi farklı kimliklere sahip insan hakları savunucularının daha kriminalize edilme bakımından daha riskli bir durumda olduğu gerçeğinden hareketle, bu tür grup ve bireylere özel dikkat gösterilmelidir. PBI tarafından ifade edilen “insan hakları savunucularının kriminalize edilmesi eğiliminin ele alınması gereken acil bir konu ve hak savunucularının güvenliğine ve faaliyetlerine yönelik en büyük tehditlerden birisi olarak kabul edilmesi, insan hakları savunma stratejisinin öncelikli odak noktalarından birisi haline getirilmesi gerektiği” tavsiyesi kilit öneme sahiptir. Bu eğilimi fark etme durumu yalnızca yetkililer için değil aynı zamanda alanda çalışan insan hakları organizasyonları, bireysel insan hakları savunucuları ve diğer ilgili kişi ve kuruluşlar için de geçerlidir. Kamuoyu nezdinde alenen ve yaygın bir şekilde kriminalize edilen insan hakları savunucularına yönelik duruşmalara gözlemci gönderilmesi cezaevinde ziyaret, yetkililerle görüşme v.b. dayanışma etkinlikleri ve koruma pratikleri de alenen ve yaygın yapılabilmelidir.
Osman İşçi
* Bu metin ilk olarak 20-22 Aralık 2013 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Türkiye’nin İnsan Hakları Gündemi Konferansında sunulmuştur.
Kaynakça:
AB İlerme Raporu 2010 http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_2010.pdf
AB İlerleme Raporu 2011 http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerleme_raporu_tr.pdf
AB İlerleme Raporu 2012 http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2012_ilerleme_raporu_tr.pdf
AB İlerleme Raporu 2013 http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2013_ilerleme_raporu_tr.pdf
BM İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARININ KORUNMASI BİLDİRGESİ
BM İnsan Hakları Savunucuları İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması Başlıklı 29 Nolu Bilgi Belgesi
http://www.ihop.org.tr/dosya/BB/bm_savunucular.pdf
Criminalisation of Human Rights Defenders http://www.peacebrigades.org/fileadmin/user_files/groups/uk/files/Publications/Crim_Report.pdf
http://www.anayasa.gen.tr/1982ay.htm
Jilani, Hila. İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi İnsan Hakları Savunucuları Raporu
http://ihop.org.tr/dosya/ceviri/IHK_Hina_Jilani-Savunucular_2004.pdf
İnsan Hakları Savunucuları Hakkında İlke Kuralları http://www.avrupa.info.tr/fileadmin/Content/Files/File/EIDHR/Insan_Haklari_Savunuculari_TR.pdf
İnsan Hakları Savunucuları: Masum Oldukları Kanıtlanıncaya Kadar Suçlu
İHD Yöneticilerine Yönelik Saldırı: http://ihd.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2352
İnsan Hakları Savunucusu Av. Filiz Kalaycı Serbest Bırakıldı!:
İHOP Yargı Gözlem Raporu Diyarbakır KCK Davası
http://www.ihop.org.tr/dosya/diger/20110415_KCK_TR.pdf
OSCE Office for Democratic Institutions and Human Rights (OSCE/
ODIHR). Human Rights Defenders in the OSCE Region: Our Collective Conscience
http://www.osce.org/odihr/29714
Kaya, Nurcan. Örgütlenme Yoluyla Özgürlük http://www.euromedrights.org/files/FoA_Turkey_report_turkish_607170555.pdf
Öndül, Hüsnü. “İnsan Haklarının Korunması ve Medya”:
Öz, Yasemin. LGBT Bireyler Açısından Mevzuat Taraması, http://www.kaosgldernegi.org/resim/kutuphane/dl/mevzuat_taramasi.pdf
The World Organisation Against Torture (OMCT) and the International Federation for Human Rights (FIDH): Violations of the right of NGOs to funding: from harassment to criminalisation
http://www.omct.org/files/2013/02/22162/obs_annual_report_2013_uk_web.pdf
[1] Vedat Aydın (Diyabakır Şubesi kurucusu), Sıddık Tan (Batman Şubesi Yönetim Kurulu), İdris Özçelik (Urfa şubesi Yönetim kurulu üyesi), Kemal Kılıç (Urfa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Orhan Karaağar (Van Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Cemal Akar (Erzincan Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Şevket Epözdemir (Tatvan Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi), Metin Can (Elazığ Şubesi Başkanı), Hasan Kaya (Elazığ Şubesi Üyesi), Muhsin Melik (Urfa Şubesi Kurucu Üyesi), İkram Mihyas (İzmir Şubesi üyesi), Didar Şensoy (İstanbul Şubesi üyesi), Tacettin Aşçı, Abuzer Öner, Ahmet Aydın, M. Şirin Polat, Medeni Göktepe, Şükrü Fırat, Yahya Orhan, Eyüp Gökoğlu, Cengiz Altun, Habib Kılıç ve Mehmet Sincar.
[2] 11 İHD üyesi (bkz. ekteki liste), 3 YAKAY-DER üyesi, 3 Barış Anneleri üyesi, 1 Ka-Der üyesi ve 1 Vicdanî Retçi Enver Aydemir ile Dayanışma Girişimi üyesi. Hiçbir Türk örgütü tutuklu ve hükümlü insan hakları savunucularını sistematik olarak listelememektedir. Bu nedenle sayılar daha da yüksek olabilir.
[3] Av. Filiz Kalaycı 28.01.2010 tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan 2. Duruşmada serbest bırakıldı.
[4] Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEYA-DER), Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Demokratik Hukuk ve Yardımlaşma Derneği (TUYAD-DER), Van Göç Sorunlarını Bilimsel Araştırma ve Kültür Derneği (Van GÖÇ-DER), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğrenci Derneği (YÖDER), Van Kadın Derneği (VAKAD), Van Hacıbekir Mahallesi Özgür Yurttaş Derneği, Seyit Fehim Arvasi Mahallesi Özgür Toplum Derneği, Yeni Mahalle Özgür Halk Derneği, Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneği (KURDİ-DER) Van Şubesi ile Akköprü Mahallesi Demokratik Halk Derneği.