Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2018 Yılı İnsan Hakları İhlalleri Raporu Basın Açıklaması

Demokratik yaşamın ve insan hakları kazanımlarının ağır yaralar aldığı bir süreçten geçiyoruz. 2 yıl boyunca toplumsal yaşamın her alanına nüfuz ederek adeta ihlal üreten bir mekanizmaya dönüşen ve 19 Temmuz 2018 itibariyle kaldırılan OHAL rejiminin yarattığı yıkım, tamda bu süreci ifade etmektedir. OHAL süreci, hukuk ve demokratik yaşamın yapısını zedeleyen ve tahribatlar oluşturan, insan hakları ve özgürlükleri tamamen baskı altına alan, yargı mekanizmasının siyasi söylemlerin etkisinde kalarak adalet ve hakikat anlayışını derinden yaralayan bir süreç olarak tanımlayabiliriz. OHAL rejiminin, sona ermesinden sonraki süreçte güvenlik eksenli çıkarılan yasal değişikliklerle ve uygulamalarla, tamamen kalıcılaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Demokratik hukuk devleti gayesinden giderek uzaklaşan ve yargının siyasetin vesayetine girdiği, yine alabildiğine otoriter ve baskıcı bir yönetim şekline dönüşümün gerçekleştiği Türkiye’de,  düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sınırsız bir tehdit altında olduğuna önemle işaret etmek isteriz. Sadece düşüncelerini ifade ettikleri için bugün binlerce siyasetçi, akademisyen, gazeteci ve hükümet politikalarına muhalif insanlar, maalesef tutuklanmakta ve ağır cezalarına çarptırılmaktadır. Uzun tutukluluk hali ve verilen maddi-manevi cezalar, siyasi iktidar karşısında muhalefet gösteren toplumsal ve bireysel kimlikleri ortadan kaldırmayı amaçlayan bir cezalandırma aracına dönüşmektedir.

Türkiye’de yargının siyasal iktidar tarafından muhalifler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılması ve yargılamalar yapılırken uluslararası standartlardan uzaklaşılmış olduğu tüm kamuoyunun malumudur. Özellikle AİHM ve AYM’nin vermiş olduğu ihlal kararları sonrasında siyasilerin yapmış oldukları açıklamalar ile mahkemelerin bağımsız karar verme yetkisi tamamen ortadan kaldırılmıştır. Yakın tarihte AİHM’in, HDP’nin önceki eş genel başkanı Selahattin Demirtaş hakkında vermiş olduğu ihlal kararı akabinde Cumhurbaşkanı’nın kararı eleştiren açıklamaları sonrasında yerel mahkeme ihlal kararına uymamış, Demirtaş’ın tutukluluğunun devamına karar verilerek Anayasanın 90. maddesi açık bir şekilde ihlal etmiştir. Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olan demokrasinin vazgeçilmezi serbest seçimler ve seçmen iradesi adeta hiçe sayılmıştır.

Tek sesliliğin ve tek tipleştirmenin tezahürü olarak karşımıza çıkan iktidar politikaları, toplumsal hayatımızda yarattığı onarılması güç yıkımlarla kendini çok net bir şekilde göstermektedir. “Terörle Mücadele ve Güvenlikçi Politikalar” adı altında vücut bulan siyasal iktidar politikaları nedeniyle, özellikle bölgemizde devam eden silahlı çatışma ortamında, sadece son 3,5 yılda binlerce insanın hayatını yitirişine tanıklık ediyoruz. 2018 yılında da yine güvenlik güçleri, örgüt militanları ve siviller yaşamını yitirdi. Kürt Sorunun çözümünde, on yıllarca denenen şiddete dayalı, tekçi devlet politikalarıyla yol alınmayacağı somut bir gerçekliktir. Ülkenin acil olarak toplumsal barış ve huzur ortamına ihtiyacı vardır. Bu nedenle de 24 Temmuz 2015 tarihi itibariyle süre giden ve artış göstererek devam eden çatışma ortamını sona erdirecek şekilde müzakere koşullarının sağlanması amacıyla çatışmasızlığa geri dönülmelidir.

Bölgemizde 2018 yılında işkence ve kötü muamele, hapishanelerdeki ihlaller, toplanma ve gösteri hakkına yönelik yasaklar ve müdahaleler, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar gibi pek çok değişik ve kategorik konularda ihlaller açığa çıkmıştır. Bu ihlallerden bir kısmına kısaca değinecek olursak;

Gözaltı merkezlerinde ve gözaltı yerleri dışında işkence ve kötü muamelenin yaygın ve sistematik bir biçimde varlık gösterdiğine şahit oluyoruz. Kolluk kuvvetleri tarafından düzenlenen operasyonlar sırasında gerçekleşen ev baskınlarında ve sokak ortasında, maalesef yurttaşlar kötü muameleye maruz kalıyor ve darp ediliyor. Anayasada ve yine Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre, işkencenin mutlak olarak yasaklandığını buradan bir kez daha hatırlatmak istiyoruz! Bu insanlık dışı yöntemlere derhal son verilmeli, bu yöntemlere başvuranlar görevlerinden alınmalı ve yargı karşısına çıkarılarak cezalandırılmalıdır. Zira işkencenin yaygın ve sistematik bir hal almasının en önemli nedenlerinden biri, işkence suçunun cezasız bırakılması ve faillerin bu durumdan cesaret alarak ve çekinmeden bu suçu işlemeye devam etmeleridir!

Yine yurttaşların gerek gözaltında veya gözaltı yerleri dışında alıkonulmak suretiyle, kendilerini güvenlik görevlileri olarak tanıtan kişilerce muhbirlik dayatmalarına maruz kalmaları, şiddet görmeleri ve bu nedenle tehdit edilmeleri, kişi güvenliğini tehdit eden ve anayasal suç unsuru taşıyan bir başka işkence ve kötü muamele örneğidir. 

İşkencenin yaygın ve sistematik olarak gündeme geldiği bir başka alan ise, hapishanelerdir. OHAL süreci adeta tavan yapan hapishane ihlalleri, OHAL’in kalkmasından sonra da hızından hiçbir şey kaybetmeden devam etmektedir. Sağlık hakkı, işkence ve kötü muamele, disiplin soruşturmaları, tecrit etme, haberleşme, iletişim, aile görüşü haklarının kısıtlanması gibi ihlaller hapishanelerdeki başlıca hak ihlalleridir. Hapishanelerdeki mahpusların mektup aracılığıyla ve gerekse de yakınlarının şubemize bizzat yaptıkları başvurularda, tek kişilik hücrelerde tecrit etme, kelepçeli tedavi, hastane ve revire çıkarılmama gibi yaşanan mağduriyetleri ifade etmişlerdir. Özellikle de sağlık hakkı ihlalinin bu süreçte yoğun bir şikâyet konusu olduğunu ifade etmek istiyoruz. Hapishanede tek başına yaşamını sürdüremeyecek, cezaevi ile hastane arasında adeta mekik dokuyan, ölümcül rahatsızlıkları bulunan ve buna rağmen tedavi edilemeyen hasta mahpusların sayısında gün geçtikçe artış meydana gelirken, tedavi olanaklarından yaralanamayan veya tahliye edilmeyen hasta mahpuslar ise maalesef yaşamını yitiriyor. 2018 yılının Şubat ayında yüzde 96 engelli raporu bulunmasına rağmen hapishanede tutulmaya devam edilen hasta mahpus Celal Şeker’in yaşamını yitirenler arasındaydı. Anayasa mahkemesine yapılan bireysel başvuruda, yaşamını yitirmesinin üzerinden geçen 9 ayın ardından karar verilmesi ve kararın niteliği de yargının hasta mahpuslara tutumunu ortaya koymaktadır. Derneğimiz tarafından tespit edilen verilere göre hapishanelerde 402’si ağır olmak üzere toplam 1154 hasta mahpus adeta ölüme terk edilmiştir.

İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde uygulanan ağırlaştırılmış tecrit uygulamaları, bu dönemde de yoğunlaşarak devam etmektedir. Hükümlü mahpus statüsünde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a ve aynı hapishanede bulunan 3 siyasi mahpusun avukatları ve aileleriyle görüştürülmemesi insan hakları ihlalidir. Hapishanelerde kişiye özgü uygulamaların, insan hakları anlayışı ve insancıl hukukla bağdaşmayan bir durum olduğunu özellikle ifade etmek istiyoruz. Yine Kürt sorunun çözümü açısından da çok ciddi riskleri barındıran bir hal almakta olduğunu hatırlamak isteriz! DTK Eş Başkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven başta olmak üzere hapishanelerde bulunan 280’i aşkın siyasi mahpus farklı tarihlerde başlamak üzere, İmralı hapishanesinde uygulanan tecrit politikalarını protesto etmek amacıyla süresiz ve dönüşümsüz olarak açlık grevleri eylemlerine başlamışlardır. Tahliye olduktan sonrada açlık grevi eylemini sürdüren ve 90’ıncı gününe geride bırakan Leyla Güven başta olmak üzere, kimi mahpuslarda sağlık durumlarının kritik eşiği aştığı görülürken, grevdeki mahpusların yaşam hakkının korunmasına yönelik önleyici tedbirlerin alınmadığı ve soruşturma, tecrit gibi uygulamalarla karşı karşıya bırakıldığı gözlemlenmektedir.

2018 yılı içerisinde bölgede devam eden silahlı çatışma ortamında yaşamını yitiren örgüt militanlarının cenazelerinin alınması ve ailelerine teslim edilmesi sürecinde yaşanan insan hakları ihlallerinin yaşandığını belirmek isteriz. Cenazelerin ailelerine verilmesi sürecinin uzunluğu, başvuru sürecinde kolluk kuvvetlerinin psikolojik baskılarına maruz kalmaları, yine dini vecibelerinin yerine getirilmesi ile ilgili ihlaller dikkat çekmektedir. Cenaze ve cenaze sahibi ailelere yönelik ihlaller, hukuki ve vicdani olarak görmek mümkün olmayıp, bu konuda yetkilileri duyarlı olmaya ve hukuk kurallarına uymaya davet ediyoruz.

Yukarıda da özetle değinmeye çalıştığımız ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik baskılar da, yasaklama ve sınırlandırmalarla maalesef devam ediyor. Bir hak arama biçimi olarak Anayasa’nın 34 maddesinde tanımlanan ve güvence altına alınan açık hava toplantı ve gösterileri ise, Valiliklerin ve Kaymakamlıkların hukuk dışı ve keyfi bir biçimde yasaklanmakta veya sınırlandırılmaktadır. Anayasal hakkın kullanımında ısrar eden yurttaşlara ise, kolluk kuvvetleri tarafından keyfi ve orantısız müdahalede bulunulmakta, yurttaşlar darp edilerek veya kötü muameleye maruz kalarak gözaltına alınmaktadır. Yine, kamuoyunun yakından takip ettiği üzere, 31 Ocak 2009 tarihinden itibaren her hafta cumartesi günü Diyarbakır Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde Kayıp Yakınları ile birlikte düzenlenen “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” adlı oturma etkinliği 1 Eylül 2018 tarihinde yani 499. Haftasında, Diyarbakır Valiliğinin kararıyla “kamu güvenliği” gerekçe gösterilerek süresiz bir şekilde yasaklanmıştır. Yine diğer bölge kentlerinde de aynı yasaklar uygulanmaktadır. Valiliklerin almış olduğu ilgili kararlar keyfi olup yasalarla güvence altına alınan toplantı, gösteri yürüyüşleri hakkı başta olmak üzere demokratik işleyişin sürdürülmesine olanak tanıyan normların hiçbirisiyle örtüşmemektedir. İfade özgürlüğünün özel bir şekli olan barışçıl toplanma ve gösteri hakkının demokratik toplumun temeli olduğu ve özel toplanmalarla, kamuya açık cadde ve yollardaki toplanmaları ve yürüyüşleri de kapsadığı düşünüldüğünde bu keyfi yasaklama kararının birey ve toplumun toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkına açık bir saldırı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

Yine özel güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasağı ilanları ile kırsal bölgelerde bulunan rutin hayat akışı sekteye uğratılmakta, hayvancılık ve tarım faaliyetleri durma noktasına gelmektedir.

Kadınlara yönelik şiddet, maalesef 2018 yılında da artış göstererek devam etmiştir. Türkiye’de kadınlara yönelik hak ihlallerindeki artış, mevcut hukuki düzenlemelerin hayata geçirilemediğini ve kadını yeterince koruyamadığını göstermektedir. Yargıya intikal eden kadına yönelik şiddet, cinsel taciz ve cinsel saldırı dosyalarında etkili soruşturmaların yürütülmediğine, çok sayıda dosyanın yargı eliyle sürüncemede bırakıldığına, hala kadına yönelik şiddet davalarında erkek failin haksız tahrik, iyi hal indiriminden yararlandırıldığına tanıklık etmekteyiz. Hegemonyadan beslenen ve devlet politikalarıyla perçinlenen ataerkil şiddet ve bu şiddetin kamusal alanın tamamında sistematikleşerek takım elbise gerçekliği ile bütünleşmesi, hem kadın cinayetlerini teşvik etmekte hem de caydırıcı olmaktan çıkmaktadır.

Kadına yönelik şiddet, ister aile içi olsun, ister sokakta, ister gözaltında olsun; politiktir. Bu sorun ancak ve ancak yeterli tedbirleri içeren ve cinsiyet eşitliğini savunan gelişmiş sosyal politikaların oluşturulmasıyla birlikte ve erkek egemen zihniyetiyle etkin mücadele edilerek aşılabilir. 

Toplumsal yaşamımızın geleceği olarak gördüğümüz çocuklarımızın karşılaştığı hak ihlalleri, maalesef artarak devam ediyor. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra, çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu da çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine ediyoruz. Raporumuzda, çocuklara yönelik cinsel istismar ve kayıp çocuk vakalarındaki artış dikkat çekerken, çocukların haklarını güvence altına alan koruyucu yasaların yetersizliği ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği görülmektedir.

Toplumsal yaşamın her alanında ve kategorik konularda, özellikle ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanındaki ihlallerin yoğunlaştığı, yerlerine kayyım atanmış DBP’li onlarca belediye eş başkanlarının halen hapishanelerde tutulmaya devam edildiği ve farklı hapis cezalarına çarptırıldığı bir ortamda yerel seçim süreci giriyoruz. Son olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Gültan Kışanak ve DBP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel’e verilen ağır hapis cezalarına da dikkat çekmek isteriz. İhlallerin ve baskı ortamının bu kadar arttığı bir ortamda, seçim güvenliği hususunda taşıdığımız kaygıları da ifade etmek istiyoruz. Güvenlik ve demokratik bir seçim ortamının sağlanması ve seçimleri gözlemlemek isteyen ulusal ve uluslararası kurum-kuruluşlara ve heyetlere güvenli bir ortam imkanının sağlanması hususunda yetkilileri duyarlığa ve sorumluluk almaya çağırıyoruz.

Bizler insan halkları savunucuları olarak, hayatımızdaki ihlallerin önlenebilir olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle insan hakları ihlallerinin oluşumuna yol açan OHAL’in yarattığı tahribatların TBMM araştırma komisyonlarıyla ortaya çıkarılmasını ve giderilmesi talebinde bulunuyor, çatışmalı ortamın bir an önce son bulmasını, kalıcı bir çatışmasızlık halinin ve çözüm sürecinin yeniden müzakere edilmesini umuyoruz. Her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan, yaşam hakkının kutsal olduğu vurgusunda bulunuyor ve özgürlüklerle dolu, onurlu bir yaşam temenni ediyoruz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

DİYARBAKIR ŞUBESİ