Türkiye, işkencenin önlenmesinde önemli olabilecek hukuki adımları atmıştı. Daha atılması gereken hukuki reformlar da vardı. Örneğin, BM İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesine ek Seçmeli Protokolün onaylanması gibi. Bu çerçevede bir izleme, denetleme kurumunun oluşturulması gibi.
Ama hukuki reformlara karşın bir eksiklik de hep gözleniyordu. “İşkenceye sıfır tolerans” söylemine karşın, önleyici gerçek bir siyasi irade gösterilemiyordu. Örneğin, işkence ile suçlanan ne bir polis görevden alınıyordu; ne de bir jandarma…
Politik irade önleyici olmak bakımından bu tür idari inisiyatif kullanmıyordu.
Yargı da, yakın tarihe kadar, işkence suçuna bulaşmış bir tek polis ya da jandarma hakkında tutuklama kararı vermiyordu.
İşkence davaları uzun zaman dilimlerine yayılıyordu.
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin Ağustos ayında açıkladı.
2006 ve 2007 yıllarında 10 bin 886 polis ve jandarma, 4 bin 662 kişiye işkence yapmakla suçlanmıştı.
Bu kamu görevlilerinden hiçbiri tutuklu değil.
Ama aynı zaman diliminde 170 yurttaş, polise direndi diye tutuklanmış.
Yargı ve yürütme paralel tutum içersinde.
Bu tutuma, insan hakları hukuku literatüründe, ‘işkence suçu karşısında devletin cezasızlık politikası izlemesi’ denir.
İşkence bir ülkede a) yaygınsa, b) sürekliyse ve c) kasten yapılıyorsa, o ülkede işkence sistematik hale gelmiş demektir.
Engin Ceber ‘in öldürülmesi, münferit bir işkence vakası değildir. Ceber, sistematik olarak işkence yapılan bir ülkedeki mağdurlardan sadece birisidir.
Türkiye’de herkes, her an, böyle bir muameleye maruz kalabilir.
Faillerinin onbinlerle ifade edildiği, mağdurlarının binlerce olduğu işkence olgusu, münferit olabilir mi?
Biz insan hakları savunucuları olarak, ADALET istiyoruz. Ceber’in katilleri hakkında hukuksal süreç işletilmelidir.
İnceleme falan değil; müfettiş raporu filan değil, insan hakları hukukuna uygun, gerçek bir ceza soruşturmasını görmek istiyoruz.
Devlet cezasızlık politikasına son vermelidir! İşkenceye toleransa son vermelidir! İşkenceye son vermelidir!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ