Ermeni Konferansı ile İlgili Yürütmenin Durdurulması Kararı

Ermeni Konferansı ile İlgili Yürütmenin Durdurulması Kararı, Demokrasiye, Hukuka ve İnsan Haklarına Aykırıdır 

Boğaziçi ve Sabancı Üniversiteleri tarafından 23-25 Eylül 2005 tarihleri arasında yapılması planlanan Ermeni Konferansı yargı tarafından durduruldu. Bu durum, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler sorununun yalnızca bir Hükümet sorunu olmadığını bir kez daha ortaya koydu.

Demokrasi ve özgürlükler sorunu, Yasamasıyla, Yürütmesiyle, Yargısıyla ve diğer kurumları ile komple bir devlet sorunudur. Bu yüzden, sorun ne yalnızca TBMM’nin çıkardığı yasalarla, ne yalnızca Hükümetin yürütme olarak karar ve uygulamaları ile ve ne de yalnızca yargı kararları ile çözülememektedir. Neredeyse Türkiye’nin kuruluşundan bu yana “devleti koruma” ya kurgulanmış kurumlar, her dönemde “durumdan vazife çıkararak” el birliği ile demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüklerinin gelişmesine engel olmuşlardır. Bunun için kimi zaman baskıcı anayasa ve yasalar çıkarılmış, kimi zaman askeri darbeler yapılmış, kimi zaman da yargı yoluyla özgürlüklerin önü kesilmiştir.

Türkiye-AB ilişkileri çerçevesinde; demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve azınlık hakları konularında 1999 yılından bu yana sürdürülen iyileştirme çabaları da devlet kurumları tarafından içselleştirilmemiş, sadece varılmak istenen bir siyasi hedefin zoraki araçları olarak görülmüştür. Bu yüzden, bir taraftan “işkenceye sıfır tolerans” denilirken, öte yandan bütün Türkiye’de işkence yaygın bir şekilde devam edebilmiş, işkenceciler açıkça korunabilmiştir. Aynı şekilde, ifade özgürlüğünün sağlanması için yasa değişikliği yapılırken, öte yandan Savcılarımız ifade özgürlüğünü kısıtlamak için yeni yasa maddeleri bulmakta gecikmediler. Radyo/televizyonlarda Kürtçe ve diğer yerel dillerde yayın yapılabilmesi için 2002’de yasa çıkarıldığı halde, 3 yıl sonra 2005 de dahi bu yayınlar yapılamıyor. Müzakerelerin başlamasına günler kala, toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması gibi en basit demokratik haklarını kullanan kişilere karşı devlet destekli organize siyasi gruplar “tahrik olmuş vatandaş” adı altında “LİNÇ” hak(!)larını kullanabiliyorlar. Başta “Kürt Sorunu” olmak üzere, sorunlarımızı insanlarımız ölmeden, demokratik ve barışçıl yollarla çözelim diyenler, “terörü destekleyenler” olarak hedef gösterilebiliyor. Ceza yargılamasında “yargı güvencesini ve adil yargılamayı” sağlamaya yönelik iyileştirmeler yapıldığında, askeri ve sivil güvenlik güçleri “elimizi kolumuzu bağladınız” derken, başta TBMM ve Hükümet tarafından kabul görebiliyor.

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin demokrasiyle, hukukla ve özgürlüklerle bağdaşması mümkün olmayan “Konferansı Durdurma Kararı” hiç de şaşırtıcı değil. Bu durumu en iyi açıklayan söz “Rüzgar eken, fırtına biçer” atasözüdür. Dışarıya insan hakları ve özgürlük mesajları verirken; içeride bunların kısıtlanmasına yönelik karar ve uygulamaları görmezlikten gelip, önemli ölçüde de onaylarsanız, gelip geleceğiniz nokta budur. Eğer 2 ay önce Adalet Bakanınız TBMM kürsüsünden, konferansı düzenlemek isteyen üniversite ve akademisyenleri “ülkeyi arkadan vurmak” la suçluyor, “yetkimi devretmeseydim dava açtırırdım” diyorsa, 2 ay sonra bir idare mahkemesinin verdiği yasak kararına şaşırmamanız gerekir.

Fakat her şeye rağmen, konferansın durdurulmasına karşı Başbakan ve Başbakan Yardımcısı düzeyinde gösterilen tepki ve kullanılan ifadeler, umut vericidir. Türkiye’de, demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin geliştirilmesi konusunda çok daha içten ve kararlı devlet politikalarına ihtiyaç vardır. Bu konuda en büyük görev de, TBMM’nde de çoğunluğu oluşturan Hükümete düşmektedir. Hükümet, yargının bu son kararındaki kendi sorumluluğunu da görmeli ve kesin, açık, kararlı bir siyasi irade göstermelidir. Arkasına halkın ve sivil toplum örgütlerinin desteğini alıp, kararlı bir şekilde hiçbir konuda ayrım yapmaksızın çağdaş bir demokrasinin ve insan haklarının gereklerini yaşama geçirmesi gerekir.

Av.Yusuf ALATAŞ
Genel Başkan

Bir cevap yazın