Türkiye’de on beş yıl kadar süren ve beş bini güvenlik görevlisi kırk bin kadar insanın ölümüne, binlerce insanın sakat kalmasına ve milyonlarca insanın göç etmesine, çevre tahribine ve ülke ekonomisine ağır yükler getiren çatışma ortamının sona ermesine, herkes gibi biz insan hakları savunucuları sevinmiştik. Ateş kes kararının açıklanması, OHAL’in sona ermesi, bölgede demokratik yaşamın yeniden kurulmasına hizmet etmiştir. Hükümetlerin AB’ne uyum yasaları çerçevesinde idam cezasının kaldırılması, Türkçe’den başka dillerde, bu arada kısıtlı ve sınırlı da olsa Kürtçe, dil kursları ve TRT yayını Kürt sorununun çözümüne katkı sağlayan olumlu gelişmeler olmuştur. Ancak KONGRA GEL aldığı yeni bir kararla bu barışçıl süreci zora sokmuştur. Bunu halkımızın ve insan hakları ve demokrasi güçlerinin özlem ve istemlerine aykırı olumsuz bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.
Güvenlik görevlilerine yönelik saldırıları ve bu arada Diyarbakır’da karakol binasına yapılan ve bir bekçinin ölümüne neden olan saldırıyı bir kez daha kınıyoruz. Dün İstanbul’da gerçekleşen ve sivil hedeflere yönelik bombalı saldırılar da insanlık suçu niteliğindedir. Şiddet ortamına yeniden dönülmesinden büyük kaygı duyduğumuzu öncelikle belirtmek istiyoruz.
Diyarbakır emniyet müdürünün Hevsel Bahçelerinin yedi gün kuşatma altında tutulmasından kaynaklı şikayetleri yerinde görmek üzere gelen sivil toplum örgütü temsilcilerine ve Belediye Başkanlarına karşı sergilediği suçlayıcı tavır da ve bu tavrın kaynaklandığı zihniyet de kabul edilemez. Eleştirmek ve denetlemek sivil toplum kuruluşlarının varlık nedenidir. Emniyet müdürünün, sekiz bin insanın abluka altına alınmasına karşı sivil toplum örgüt temsilcileri tarafından dile getirilen duyarlılığı teröre destek olarak nitelemesi de kabul edilemez bir değerlendirmedir. Hükümet, emniyet müdürünün, görüşmeyi reddeden halkla bağları koparmaya yönelik bu tarzından sorumludur ve gereğini yapmalıdır.
Diyarbakır’da belediye başkanlarının abluka altındaki bölgede öldürülen kişinin ailesine yaptıkları taziye ziyaretini, teröristlere destek olarak niteleyen kampanyayı kaygıyla izliyoruz. İnsan hakları ve barış savunucuları açısından, bu gibi ziyaretlerin savaşı/şehitliği yüreklendirici değil, insan kayıpları karşısındaki, ölümler karşısındaki içten üzüntüyü ve çatışma ortamına tepkiyi yansıtması önemlidir. İçinde bulunduğumuz ortamda, taziyelerin böyle bir duyguyu çoğaltmasını ve bu duyguyla algılanmasını dileriz.
Bu ziyaretin siyasi sorumluluğu kuşkusuz belediye başkanlarına aittir. Ancak bu olay, güvenlik güçlerinin görevlerini ifa ederken insan hakları hukuku ile bağdaşmayan eylemlerini ve gelişen olaylarda hükümetin sorumluluğunu perdelememelidir.
Bazı gazetelerin ve televizyon kanallarının da olaylar karşısında takındığı yanlı tavrını ve belediye başkanlarını linç etme gayretini de kaygıyla izliyoruz. Bazı köşe yazarları ve program yapıcıları olayları aktarırken güvenlik görevlisi ya da savcı gibi davranmaktadır, gazetecilik görevini kötüye kullanmaktadır.
Yaşamakta olduğumuz bu olumsuz durumdan kurtulmak üzere Hükümete, güvenlik görevlilerine, medyaya, siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine ve biz insan hakları savunucularına görev düşmektedir. Herkesi şiddete karşı durmaya, sorunları barış yolu ile çözmeye insan hakları hukukuna saygı göstermeye ve sağ duyuya davet ediyoruz.
Yavuz Önen
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı
Hüsnü Öndül
İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı