Genel Başkan Öztürk TÜRKDOĞAN’ın 17. Olağan Genel Kurul Açılış Konuşması

 1 Kasım 2014

Sayın Divan, Sayın Konuklar, Sevgili İnsan Hakları Savunucuları, 

Rojbaş, hun bî xêr hatîn, ser seran ser çavan,

İnsan Hakları Derneği’nin 17. Olağan Genel Kurulu’na hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

Genel Kurulumuzu yaptığımız bugün aynı zamanda Dünya Kobanê Günü olarak kutlanacaktır. Bu vesile ile Rojava Devrimi’ni ve Kobanê direnişini selamladığımı belirtmek isterim.

İnsan Hakları Derneği kurulduğu günden beri Türkiye’de insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunu hep ifade etmiştir. Elbette geçen zaman içerisinde birçok alanda ilerlemeler olmuştur. Ancak demokrasi ve insan hakları sorununun en önemli sebepleri arasında olan Kürt sorununun, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, vesayet sistemi, örgütlenme ve toplanma-gösteri hakkı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunlarının kalıcı olarak giderilemediğini belirtmek isterim. Bu sorunlar ancak ve ancak yeni ve demokratik bir Anayasa ile çözülebilir. İnsan hakları mücadelemiz aynı zamanda tüm etnik grupların, inançların ve farklı dil gruplarının bir arada eşitlik temelinde demokratik kurallar içerisinde yaşayabileceği ortamı sağlayacak yeni bir Anayasa yapma mücadelesidir.

Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi Türkiye’de ilk defa fiili çatışmasızlık sürecinin yaşanmış olmasıdır. 2013 yılında devlet görevlileri-Abdullah Öcalan diyalogunun sonucu olarak Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile PKK’nin 21 Mart 2013 tarihinde 8. ateşkesi ilan ettiğini ve bu ateşkese devletin fiilen uyarak ilk defa çift taraflı bir çatışmasızlık sürecinin yaşandığını belirtmek isterim. PKK gerillalarının 8 Mayıs 2013 tarihinden Eylül 2013 tarihine kadar geri çekilmesine rağmen, süreçte hükümetin atması gereken adımları atmaması sürecin tıkanmasına neden olmuş, hükümetin Ekim 2013 ayında açıkladığı ve Şubat 2014 tarihinde yasalaştırdığı demokratikleşme paketi ise beklentileri karşılamamıştır. Ancak ilkokullarda okutulan andımız isimli militarist ezberin kaldırılmış olması kayda değer bir gelişme olarak değerlendirebiliriz.

Barış ve çözüm sürecinde diyalogdan müzakereye geçilememesinin yarattığı kırılganlıklar çatışma riskini beraberinde getirmiştir. Devam eden çatışmasızlığın sürmesi bakımından müzakere aşamasına geçiş için hükümetin çıkartmış olduğu 6551 sayılı kanunun tanıdığı imkanların kullanılması gerekmektedir. Bu kanun ile ilgili eleştirilerimiz olduğunu da özelikle belirtmek isterim. Bu kapsamda Kürt siyasal hareketinin görüşmeci olarak belirlediği Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Adası’nda sekreteryanın kurulması, müzakere heyetlerinin oluşturulması ve taraflar arasındaki görüşmeleri izleyecek sivil bir izleme kurulunun faaliyete geçmesinin sürecin selameti bakımından gerekli olduğunu vurgulamak isterim. Çünkü bütün dünya örnekleri göstermiştir ki, sorun ancak müzakere ile çözülebilir. Müzakerenin yapılabilmesi bakımından ise müzakere koşullarının oluşturulması gerekir.

Barış ve çözüm sürecinde yaşanan olumlu gelişmelerden birisi de akil insanlar heyetinin oluşturulması, bu heyetin Nisan-Haziran 2013 ayları arasında Türkiye’nin tamamında bütün toplum kesimleri ile görüşmeler yapması, toplumsal kesimlerin görüş ve önerilerini hükümete iletmesi, barışın toplumsallaştırılmasında Türkiye tarihinde yaşanan önemli gelişmelerden birisi olarak değerlendirmekteyim. İHD Başkanı olarak  bu heyet içerisinde İHD’yi temsilen katılmış olmam ve İHD örgütünün bir bütün olarak bu çalışmalara aktif olarak katılması, İHD’nin toplumsal barış çalışmalarına olan katkısı olarak görülmelidir. Bu süreçte Akil İnsanlar heyeti raporlarından da anlaşıldığı kadarı ile Türkiye toplumunun barış ve çözüm sürecine hazır olduğu, ancak siyasal iktidarın toplumun gerisinde kaldığı ve Kürt sorununun çözümünde kalıcı adımları atamadığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu süreçte İHD Genel Merkezinin oluşturmuş olduğu merkezi izleme komisyon raporu barış ve çözüm sürecinin ilerlemesinin risk altında olduğunu, bu risklerin giderilmesi bakımından siyasal iktidarın yeterli adımları atmadığı tespitini de tekrar belirtmek isterim.

Sevgili delege arkadaşlarım, sayın konuklar

Bu dönemde yaşanan en önemli gelişmelerden birisi de Gezi Direnişi sürecidir. Kürt sorununda yaşanan çatışmasızlık ortamı ile beraber barış ve çözüm süreci Türkiye’nin batısında otoriter uygulamalara karşı daha güçlü ses yükselmesine zemin hazırlamıştır. Siyasal iktidarın halkın yaşam tarzına müdahalesi ciddi bir itirazın yükselmesine sebep olmuştur. Gezi direnişi, yerellerde kent ve kırlarda yaşam alanlarının korunması, çoğulculaşması, doğanın ve müşterek alanların metalaşmasının engellenmesi, halkın doğrudan yönetime iştirak edeceği kanalların oluşturulmasının önemini ortaya koymuştur. Gezi Direnişinde ciddi bir kadın katılımının olması, gençliğin kendini göstermesi adeta 12 Eylül sürecinin yaratmak istediği depolitizasyon sürecinin bittiğini göstermiştir. Hükümetin Gezi Direnişine katılanlara yönelik otoriter uygulamaları sonucunda içerisinde derneğimiz üyesi merhum Ethem Sarısülük’ün de olduğu 9 kişi yaşamını yitirmiş, müdahale edilen 774 gösteride 9564 kişi yaralanmış, 6977 gözaltından 187’si tutuklanmış, tespit edebildiğimiz kadarı ile açılan 78 davada 3276 kişi yargılanmıştır.

2013 yılının Aralık ayında yapılan yolsuzluk operasyonlarında Türkiye tarihinde ilk kez siyasal iktidarın devlet içindeki yasa dışı yapılanmaları kabul ettiğine tanıklık ettik. İnsan hakları savunucuları olarak Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için devlet içerisindeki her türlü yasa dışı yapılanmanın tasfiye edilmesini yıllardır dile getirmekteyiz. Türkiye’de ilk kez siyasal iktidar kendisine yönelik bir yolsuzluk soruşturmasında hem bu soruşturmayı etkisiz kılmak hem de karşı karşıya kaldığı durumu kamuoyuna izah edebilmek amacı ile devlet içerisindeki bir yasa dışı yapılanmayı kabul edip deşifre etmek zorunda kaldı. Bu yönü ile Türkiye’de devlet içindeki yasadışı yapılanmalar konusunda ciddi bir farkındalık yaratıldı. Ancak siyasal iktidar devlet içerisindeki tüm yasa dışı yapılanmaları tasfiye etmek yerine sadece kendisine yönelenleri tasfiye ederek paramiliter grupların yaşamasına imkan tanıdı. 6-12 Ekim 2014 tarihlerinde Türkiye Kürdistan’ında ve Türkiye’nin metropol kentlerinde yaşanan yaygın toplumsal gösterilerde 48 göstericinin öldürülüp, yaklaşık 700 kişinin yaralanmasında bu tip paramiliter grupların etkili olduğunu bir kez daha gördük. Bu vesile ile gerek Türkiye’deki barış ve çözüm sürecinin selameti, gerekse de demokratikleşmenin devam etmesi bakımından devlet içerisindeki yasa dışı yapılanmaların tasfiyesinin zorunlu olduğunu, bunun yanı sıra şiddet ve tehdit içeren illegal tüm faaliyetlerin sona erdirilmesi gerektiğini belirtmek isterim. 6-12 Ekim olayları göstermiştir ki, Türkiye barış sürecini sürdürmez ise hızla darbe ortamına sürüklenebilir. Bu hususu her zaman hafızada tutmamız gerekir.

Sevgili insan hakları savunucuları, sayın konuklar

Bu dönem, Arap Baharı ile başlayan sürecin Arap kışına döndüğüne tanıklık ettik. BM kararı olmadan Libya’nın bombalanıp iç savaşa sürüklenmesi, Mısır’da askeri darbe yapılması, Suriye iç savaşının 4.yılına girmesi, IŞID isimli radikal dinci, cihatçı, soykırımcı çete yapılanmasının Irak’ta Ezidi Kürtlere soykırım uygulaması ve kendinden olmayan tüm etnik ve inanç gruplarına saldırmasına tanıklık ettik. Bütün bu süreçte sayısı 1,5 milyonu bulan Suriye’li sığınmacıların Türkiye’deki dramlarını gördük. Bunun yanı sıra Kobanê direnişi ile bütün bu kötülüklere dur denilebileceğini ve Rojava Devrimi ile Ortadoğu’da halkların ve inançların demokratik bir düzende bir arada yaşayabileceği örneklere tanıklık ettik. Bu süreçte İHD sürekli Türkiye-Suriye sınır hattında çalışmalarını sürdürmüş, bütün yaşananları raporlaştırarak kamuoyuna iletmiş, Türkiye’nin uyguladığı yanlış politikayı teşhir etmiş ve elinden geldiğince sığınmacılarla dayanışma içerisinde bulunmuştur. IŞID tehdidine karşı farkındalık yaratışmış, Kobanê Dayanışma Platformu içerisinde yer alarak zulme karşı direnin Kürt halkının yanında yer almıştır.

Bu dönem yaşanan otoriter uygulamaların doğal sonucu olarak hükümetin yolsuzluk iddiaları ile karşılaşmasına tanıklık ettik. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de siyasal iktidar ne kadar otoriterleşir ise o kadar çok yolsuzluk iddiası ile karşılaşacaktır. Siyasal iktidarın yolsuzların üzerine gitmek yerine 17-25 Aralık 2013 tarihinde yapılan yolsuzluk operasyonları ile ilgili soruşturma dosyalarının takipsizlik ile sonuçlanmasını sağlaması siyasal iktidarın yargı üzerindeki hakimiyetini kurduğunu göstermiştir. Otoriterlik ve yolsuzluk iddiaları Türkiye’deki en önemli demokrasi ve insan hakları sorunlarından biri olarak orta yerde durmaktadır.

Siyasal iktidarın kendisine yönelik yargı tehdidini bertaraf etmek amacı ile özel yetkili ve görevli mahkemeleri kapatması önemli bir gelişme olmuştur. Ancak bu durum kısa sürmüş, MİT Kanunu ile “terör ve casusluk” suçlarında MİT’in adli kolluk görevini üstlenmesi bu konuda tek bir mahkemenin yetkili kılınması düşman ceza yargılama tehdidinin sürdürüldüğünü göstermiştir. HSYK kanun değişikliği, çeşitli yargı paketleri ile siyasal iktidar yargı üzerindeki hakimiyetini pekiştirmiş ve yargı içerisinde etkili olan Gülen Cemaati grubunu tasfiyede kararlı olduğunu göstermiştir. Ancak bu durum Türkiye’deki yargının halk nezdinde güvenini en fazla yitirdiği dönem olarak tarihe geçmiştir. Kamuoyuna mal olmuş önemli davalarda yargının yanlı tutumu deşifre olmuş, mağdur edilen binlerce kişi tahliye edilerek mağduriyet kısmen giderilmeye çalışılmıştır. Siyasal iktidarın internet yasasında yaptığı değişiklikler ile sosyal medya denetim altına alınmaya çalışılmış, internet trafiği üzerinden yeni tip fişleme araçları yaratılmıştır. Siyasal iktidarın basın üzerindeki etkisi kendisini “alo Fatih” olarak karikatürize etmiştir. Bu dönem basın üzerindeki sansür aynı zamanda oto sansürü beraberinde getirmiş, halkın doğru haber alma hakkı müdahalelerle sürekli engellenmeye çalışılmıştır. Bütün bunlar Türkiye’deki siyasal iktidarın otoriter uygulamalarının giderek pekiştiğini ve Türkiye’nin polis devleti kurallarına göre yönetilmek istendiğini göstermektedir. TBMM’ye sevk edilen yeni bir yargı paketi ile “makul şüphe” üzerine herkesin izlenip, dinlenebilmesi ve böylece suçlanmasının önü açılmakta, masuniyet karinesi ihlal edilmekte, TBMM’ye sevk edilecek güvenlik paketi ile önleyici gözaltı getirilerek başta gösteri hakkı olmak üzere temel hakların kullanılması keyfi olarak engellenecektir. Bütün bunlar yasalaşırsa tam bir polis devleti ile karşı karşıya kalacağız demektir.

Sevgili arkadaşlar, sayın konuklar

Bu dönemde Türkiye’deki cezasızlık politikası ve kültürü maalesef devam etmiştir. Gerek faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar ve silahlı çatışma hukukuna aykırı öldürme ve katliamlar, gerekse de Gezi Direnişi sürecinde yaşandığı gibi işkence ve kötü muamele faillerine karşı etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmaması politikası devam etmiştir. İnsan hakları savunucularının takip ettiği 14 faili meçhul ve kayıplarla ilgili davalarda katil zanlıları ile ilgili etkili kovuşturma yöntemlerine başvurulmamaktadır. Roboski Katliamı’nın örtbas edilmeye çalışılması Türkiye’deki cezasızlık politikasının ne denli kuvvetli olduğunu göstermektedir. İnsan hakları savunucuları en büyük hak ihlali olarak gördükleri cezasızlığa karşı etkili mücadelelerini her zaman sürdüreceklerdir. Kayıplar komisyonlarımızın kayıp yakınları ve Cumartesi Anneleri ile birlikte sürdürdükleri oturma eyleminin 500.haftayı geride bırakması hak savunucularının sonuç alıncaya kadar mücadelelerini göstermesi bakımından önemli bir gelişmedir. Bizler er yada geç kayıplarımızın akibetini öğrenecek ve faillerden hesap soracağız. Bu bağlamda, ceza adaletini savunmamın esas olduğunu belirterek Türkiye’nin bir hakikat komisyonuna ihtiyacı olduğunu ve toplumsal barışın tesis edilmesi bakımından bunun gerekli olduğunu vurgulamak isterim.

Hakikat komisyonu vasıtası ile gerek ceza adaleti gerekse de onarıcı adaletin sağlanması ile birlikte siyasal mahpusların özgürlüğü sorununu gündemimize almamız gerekmektedir. Umuyorum ki bu genel kurulda başta Abdullah Öcalan olmak üzere hapishanelerdeki tüm siyasal mahpusların özgürlüğüne kavuşması için etkili bir kampanya başlatılması kararı alınacaktır.

Türkiye hapishanelerinde Eylül 2014 tarihi itibari ile 578 hasta mahpustan 228’inin ağır olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. İHD’nin ısrarlı ve inatlı çalışmaları sonucu tahliyeler azda olsa sağlansa bile bu sorunun halen giderilmediğini ve siyasal iktidarın insan yaşamını adeta siyasi pazarlık konusu yaptığını bu vesile ile belirtmek isterim. Ortaya konan siyasal kararlılığın hayata geçirilmesinde bürokratik engellerin öne sürülmesi inandırıcı gelmemektedir. Bu vesile ile bir kez daha belirtmek isterim ki, hapishanelerdeki ağır hasta mahpusları tahliye edin.

Sevgili insan hakları savunucuları, sayın konuklar

 Bu dönemde de Alevilere yönelik ayrımcı uygulamalar devam etmiştir. Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı kapsamında talepleri karşılanmamıştır. Özellikle Cem Evlerinin ibadethane statüsünün tanınması noktasındaki toplumdaki yaygın beklenti karşılanmamıştır. Hükümetin 4+4+4 eğitim sistemi ile ilgili yasası yürürlüğe girdikten sonra okullarda zorunlu din dersi uygulaması ile ilgili dayatmalar artmıştır. Bu konuda AİHM’in Türkiye aleyhine verdiği kararlar ısrarla yerine getirilmemiştir. Tam tersine başörtüsü serbestisi ortaokul seviyesine indirilerek muhafakar kesimin isteklerine öncelik tanınmış, eğitimde muhafazakarlık giderek artmıştır. Ayrıca çeşitli kentlerde Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlenmesi sureti ile Aleviler üzerinde korku yaratılmaya çalışılmıştır.

Bu dönemde de LGBTİ bireylere yönelik ayırımcı uygulamalar devam etmiş, bu konuda mevzuatta herhangi bir iyileşme olmamıştır.

Bunun dışında Türkiye’de Kürtler, Ermeniler, Çingeneler, Süryaniler, Ezidiler, Nusayriler, Yahudiler, Çerkezler, Lazlar gibi farklı etnik ve inanç gruplarına yönelik ayrımcı uygulamalar devam etmektedir. ECRİ (Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlük İle Mücadele Komitesi) Türkiye tavsiyeleri yerine getirilmemiştir.

Sayın konuklar, sevgili delege arkadaşlarım

2013 yılında iş cinayetlerinin sayısının 1545’e çıkması korkunç bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu sayının 59’unun çocuk, 103’ünün kadın olduğu düşünülürse durumun ne kadar acıklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye’deki neo liberal ekonomi politikalarının geldiği yer maalesef toplu işçi kıyımları olmuştur. 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da yaşanan işçi katliamı sonucu 301 madenci işçi yaşamını yitirmiştir. Soma’nın acısı taze iken 28 Ekim’de Ermenek’te bir madeni su basması sonucu 18 işçiye hala ulaşılamaması bu alandaki kusur ve ihmallerin sürdüğünü göstermektedir. Bütün bunlara rağmen iş cinayetlerinin önüne geçecek tedbirlerin alınmamış olması sosyal adaletsizliğin had safhaya vardığını göstermiştir.

İHD’nin Ermeni soykırımı konusundaki net duruşuna uygun olarak yürütmüş olduğu faaliyetler devam etmektedir. Perinçek/İsviçre davasında İHD 3.taraf olarak soykırım inkarının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğine dair görüşünü AİHM’e sunmuştur. Böylece İHD tüzüğüne geçen dönem eklenen nerede olursa olsun tüm soykırımlara karşı gelmenin gereği yerine getirilmektedir.

Bu dönem Uluslar arası İnsan Hakları Federasyonu FİDH’in 38. Olağan Genel Kurul’u İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Uluslar arası insan hakları örgütlerinin tüm dünyadaki sorunlarla ilgilenmek durumunda kalmaları nedeni ile bölgemizdeki sorunlara yeterince ilgilenememesi ve çeşitli sorunlara bakış açımızdaki farklılıklar ortaya koymuştur ki artık Ortadoğu merkezli çalışan yeni bir bölgesel insan hakları federasyonu kurmamız gerektiğidir. Bu kapsamda İHD Genel Kurulu’nda gerekli kararların alınacağını ve çalışmaların başlatılması gerektiğini vurgulamak isterim.

Belirtmek isterim ki, çalışma raporumuzdan da anlaşılacağı gibi yoğun bir çalışma dönemini geride bıraktık. Türkiye ve insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda söylenecek elbette çok şey vardır. Ancak genel kurulumuzda bütün bu sorunlar ele alınıp konuşulacak, çeşitli tespit ve öneriler yapılacaktır. Sözlerimi bitirirken çalışmalarımda bana her türlü anlayışı gösteren sevgili eşim ve çocuklarıma, şahsıma ve yönetim kuruluna katkı sunan herkese, dernek çalışanlarına, şahsıma çalışmalarımda her türlü kolaylığı sağlayan KESK’e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’na, sendika yönetim kuruluna, sendika çılaşanlarına teşekkür eder, genel kurulumuzun başarılı geçmesini dilerim.

 Öztürk TÜRKDOĞAN

Genel Başkan

Bir cevap yazın