HAPİSHANELER

İnsanları özgürlüğünden yoksun bırakarak cezalandırma, başka bir anlatımla kapatarak cezalandırma, tarihsel olarak yaklaşık üç yüzyıllık bir geçmişe sahiptir.

Hapishaneler her zaman varolmadı.
Hep varolmayacak.

Kapatılmanın bizzat kendisinin insana verdiği acı yanında; başlı başına kendisinin insan onuruna bir saldırı teşkil ettiği de savunulmaktadır. İHD, cezaevi biçimindeki kurumlaşmaya, cezalandırma yöntemine karşı çıkmaktadır. Kapatarak cezalandırmanın, insanın özgürleşme serüveninin önündeki engellerden birisi olarak görmektedir.

Bir gün cezaevlerinin olmadığı bir dünyanın kurulacağına inanmaktadır.

Dünyada bugün cezaevleri konusunda da iki eğilimin mücadele içersinde olduğu görülmektedir. Birincisi, özgürlük, onur gibi değerleri cezaevinde de olsa yaşatma eğilimidir bulunmaktadır. Bu eğilim, ceza politikaları alanında, özgürlükten yoksun bırakma cezalarını yasalarda en az seviyeye indirme; infaz politikaları alanında da, tutuklu ve hükümlülere onların sosyal bir varlık oluşundan hareketle hem cezaevinde en fazla özgürlük ortamı yaratma, dış dünya ile mümkün olan en fazla ilişki ve iletişim olanağını savunmaktadır. İkinci eğilim ise, güvenlik kavramını kullanarak, ve insanın sosyal bir varlık olma özelliğini ihmal ederek, tecrite ve izolasyona dayalı bir sistemi öngörmektedir. Bu iki eğilim arasındaki mücadeleyi, tüm dünyada genel olarak insan hakları ve özgürlüklerine yaklaşımın bir parçası olarak değerlendirmek gerekmektedir.

Hapishaneler her zaman varolmadı.
Hep varolmayacak.

Osmanlı'da kale burçlarında başlayan zindan uygulaması, yasal olarak 1831'de kaldırıldı. Ama Cumhuriyet döneminde de, çok uzun yıllar, gelenek olarak, zihinsel olarak yaşadı.

Bugün Türkiye'de 504 cezaevinde 65 bini aşkın tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bunların 2500'ü 18 yaşın altındaki çocuklardır. Binlerce kadın, cezaevlerindedir.

Bugün Türkiye nüfusunun 6'da biri, yaklaşık 10 milyon insan, sabıkalı durumdadır. Devletin nasıl bir ceza politikası vardır ki, devlet nezdinde bu kadar çok insan sabıkalı konumdadır? Nasıl bir sistem yürürlüktedir ki, kendisinin suç olarak tanımladığı eylem nedeniyle yurttaşları, yine kendisine göre suç işlemiş yurttaş durumundadır?

Adli ya da siyasi nedenlerle cezaevlerinde bulunan insanların, barınma, beslenme, sağlık, eğitim,, giyim, spor, haberleşme, savunma, özetle insan onuruna uygun koşullarda yaşama hakları bulunmaktadır.

Bütün bu haklar açısından Türkiye cezaevlerindeki durum ise, hakların ve özgürlüklerin engellenmesi, kullanılamaması durumudur. Tutuklu ya da hükümlünün bunduğu cezaevlerinde, cezaevleri müdürlerine, savcılarına göre değişen muameleye maruz bırakılmaktadırlar.

Hapishaneler her zaman varolmadı.
Hep varolmayacak.

Tutuklu ve hükümlülerin yukarda bazı haklarını saydık. İnsanlardan söz ediyoruz. İnsanların en başta gelen özellikleri sosyal varlık oluşlarıdır. Bu özellikleri nedeniyle, yalnızlaştırılan, yalıtılan insan, fiziksel ya da ruhsal yönden yaralanır. O nedenle, tecrit cezası, ulusalüstü insan hakları belgelerinde zorunluluklar dışında verilemeyecek cezalardandır. Böyle bir ceza öngörüldüğünde ise, ilk önce o insan için hekim görüşü istenir.Tecrit bir ceza olarak da ancak belirli bir süreyle ve ancak yargı kararıyla verilebilir. Tecritin bir ceza olarak, belirli bir süre için bile olsa, ancak belirli koşullarla verilebilmesinin nedeni, insan onurunun korunması ve insanın sosyal bir varlık oluşu nedeniyledir.

Oysa Türkiye uygulaması, bilime aykırı, insan onurunu zedeleyecek ve insanı sosyal varlık olarak reddedecek bir uygulamaya dönüşmüştür. Örneğin, Abdullah Öcalan bir adada, tek kişilik bir cezaevinde, tek başına yaklaşık 5 yıldır tutulmaktadır. Örneğin, 19 Aralık 2000 tarihinden beri binlerce tutuklu ve hükümlü F tipi cezaevlerinde tek ve üç kişilik hücrelerde tecrit ve izolasyon koşullarında tutulmaktadır.

19 Aralık işte bu koşulların ürünü bir tarihtir. Yalnızca 32 insanımızın yaşamını yitirdiği bir tarih değildir. Yalnızca toplam 107 insanımızın ölüm oruçlarında yaşamlarını yitirdiği bir sürecin başlangıcı değildir. 19 Aralık bir zihniyete işaret eder. 19 Aralık, insan hakları hukukunun, zor araçları kullanılarak ihlal edildiği bir tarihtir. İnsanın temel özelliklerinin yadsındığı bir tarihtir.

Cezaevleri, toplum tarafından sürekli izlenmesi gereken mekanlardır. O duvarların ardında ne olup bittiğini bilmek hakkımızdır. Yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada da durum böyledir. O nedenledir ki, İHD 17 yılı aşkın bir süredir cezaevlerine ilgisini diri tutmuştur. Bundan sonra da sürekliliği olan çalışmalarımızı sürdürmekte kararlıyız.

19 Aralık gününü, Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Mücadele Günü ilan edişimiz vesilesiyle aşağıdaki ivedi taleplerimizi kamuoyunun ve siyasal iktidarın bilgisine sunuyoruz:

-İHD olarak, adli siyasi ayrımı yapmadan bütün tutuklu ve hükümlüler için insan onuruna saygı istiyoruz.
-Hiçbir tutuklu ve hükümlü tecrit ve izolasyon koşullarında tutulmamalıdır.
-Tutuklu ve hükümlülerin haklarını ihlal eden, onlara işkence yapan, yaralayan ve öldüren kamu görevlileri hakkında davalar açılmalı, açılmış davalar bir an önce sonuca bağlanmalıdır.
-Cezaevleri sivil izlemeye açık olmalıdır.
-Yeni cezaevleri yapımlarına son verilmeli, hali hazırdaki bütün cezaevlerindeki tecrit ve izolasyona dayalı mekan düzenlemeleri kaldırılmalıdır.
-Yeni infaz yasası tasarıları, tutuklu ve hükümlülerin insan ve sosyal varlık oluşlarından hareketle temel insan haklarını garanti altına alan bir yaklaşımla hazırlanmalıdır.
-CUMUK 399'da dayanarak sağlık nedenleriyle cezaevinde çıkarılan Wernicke-Korsakof hastalığına yakalanmış kişilerin yeniden cezaevlerine döndürülmeleri uygulamalarına bir an önce son verilmelidir.
Yeni infaz yasası taslağı TBMM'den geri çekilmeli ve ilgili meslek kuruluşları, İnsan Hakları örgütleri ve bilim adamlarından olaşacak bir kurulda yeniden düzenlenmesi sağlanmalıdır.
-Adil olmayan yargılamaların, adil olmayan siyasal, sosyal ve ekonomik koşulların yarattığı travmaların atlatılabilmesi için, toplumsal barışın tesisi için 17 yıldır seslendirdiğimiz talebimizi yineliyoruz:Siyasileri de kapsayan genel af ilan edilmelidir.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın