Hükümetin olaylara yaklaşımı ve söylemi ile, güvenliği sağlamakla ve suçları kovuşturmakla yükümlü kamu görevlilerinin tarafsızlıktan uzak uygulamaları, ülkeyi bir iç çatışmanın eşiğine getirmiş durumda. Devlet adına yetki kullanan ve sorumluluk taşıyan makamların saldırıları ve linç girişimlerini “tahrik edilen vatandaşların tepkisi” olarak nitelendirmesi, saldırganları cesaretlendirmekte ve her geçen gün “tahrik olmuş vatandaşlar”ın (!) sayısı artmaktadır. Kendini, güvenlik güçlerinin ve yargının yerine koyan organize siyasi gruplar, kışkırttıkları diğer yurttaşlarla birlikte kamu düzenini bizzat sağlama adına, başta yaşam hakkı olmak üzere tüm özgürlükleri tehdit etmektedir.
Hukuk devleti ilkesinin uygulayıcısı konumundaki Adalet Bakanı dahi, saldırıları ve linç girişimlerini “tahrik edilmiş vatandaş tepkisi” olarak değerlendirebilmektedir. Adalet Bakanı’nın bu tür söylemleri yasa dışı eylemle başvuran organize siyasi grupları cesaretlendirmesinin ötesinde, yargıya ve diğer kovuşturma makamlarına da müdahale niteliğindedir.
Hükümetin birinci görevi, yurttaşların güvenliğini (buna suç işlediği varsayılan kişiler de dahildir) sağlamak ve insan hak ve özgürlüklerinin kullanılabilmesini güvence altına almaktır. Fakat ne yazık ki hem yurttaşların can güvenlikleri ve hem de hak ve özgürlüklerin kullanımı çok ciddi tehdit altındadır. Organize aşırı milliyetçi gruplar, istedikleri zaman tahrik (!) olmakta ve diledikleri kişilere saldırıp, diledikleri demokratik etkinlikleri engelleyebilmektedir. İstanbul’da 6-7 Eylül olayları ile ilgili fotoğraf sergisinden tahrik olan gruplar, Düzce’de de fındık işçisinin etnik kimliğinden tahrik olabilmekte, insanları öldürebilmektedir.
Çok geç olmadan, başta TBMM ve Hükümet olmak üzere, kamu düzenini ve özgürlükleri korumakla görevli tüm kurum ve kuruluşları saldırıları önlemeye, hukuk devleti ilkesini egemen kılmaya ve görevlerini yapmaya çağırıyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ