Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Mazlum Der, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi,Helsinki Yurttaşlar Derneği ve İnsan Hakları Derneği olarak;
21 Mart Newroz gösterileri sırasında Mersin’de meydana gelen bayrak olayı çerçevesinde Devletin en yüksek yetkili ve sorumlu mevkilerindeki kişilerin, meydana gelebilecek olumsuz sonuçları tartmadan yaptıkları sert açıklamalar ve bazı siyasi grupların olayı fırsat bilerek toplumdaki gerilimi artırmaya ve milletçilik refleksini harekete geçirmeye yönelik kışkırtıcı faaliyetlerinden duyduğumuz kaygıları, 25 Mart günü Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül’le yaptığımız görüşmede ifade etmiş ve Hükümeti toplumdaki gerilimi düşürmeye davet etmiş idik. Görüşme sonrasında, gerek Sayın Gül’ün ve gerekse Sayın Başbakan’ın sağduyulu davranılması yönünde kamuoyuna yönelik açıklamalar yaptığını da memnuniyetle izledik.
Ancak, gerek bir bütün olarak Hükümetin bu konuda kararlı bir tavır ve söylem geliştirememesi; “bayrak” konusunu bir milliyetçilik yarışına dönüştüren ve insanlar arasında ayrımı körükleme ve tahrik aracı olarak kullanılması çabalarına; bilerek ya da bilmeyerek kamu görevlilerinin, özellikle de ülkenin asayiş ve güvenlikten sorumlu olanların destekleyici söylem ve davranışları, ülkemizin değişik yörelerinde vahim olayların meydana gelmesine yol açmıştır.
Meydana gelen olaylardan sonra yapılan uygulamalar ve açıklamalar da olayların vahametini artırmakta, geleceğe yönelik kaygılarımızın büyümesine neden olmaktadır.
Önceki gün Trabzon’da, sonrasında Samsun’da ve daha öncesinde de Konya’nın Çumra İlçesinde meydana gelen olaylar, Ankara da bir avukatın silahlı saldırıya uğrayarak, ağır yaralanması ve bu olaylara karşı devlet yetkililerinin ve kurumlarının yaptığı açıklamalar ve uygulamalar gerçekten kaygı vericidir. Aynı şekilde medyanın bu olaylara yaklaşımı ve kamuoyuna yansıtmada kullandığı dil de kaygı vericidir.
Cezaevlerindeki uygulamalara dikkat çeken ve bunları kınayan nitelikteki bildirileri dağıtan; yani en basit ifade özgürlüğü hakkını kullanan 5 gence karşı gerçekleştirilen ve katılanların sayısı ve olayların gelişimi dikkate alındığında önceden planlandığı kuşkusu yaratan saldırılar sonrasındaki söylem ve uygulamaları hayretle ve üzüntü ile izliyoruz. 5 genci linç edilerek öldürmek isteyen saldırganların hiç birisi gözaltına dahi alınmadığı halde; ifade özgürlüğü hakkını kullanan ve ölümden dönen 5 genç “toplumda infial yarattıkları” gerekçesi ile tutuklanmıştır. Yargının bu yaklaşımı herkesi düşündürmelidir. Toplumda infial yaratması gerekenler kimlerdir: “bayrak yakılıyor” diye toplumu tahrik eden ve kışkırtanlar mı? 5 genci linç etmek için ellerinden geleni yapanlar mı, yoksa düşüncelerini açıklamak amacı ile bildiri dağıtan 5 genç mi?
Bayrak bahanesi ile yapılan, bu tür saldırgan, provakatif ve hatta planlı eylemlerin, bizzat Sayın Başbakan da dahil, yetkililer tarafından “halkın hassasiyeti” olarak yansıtılmaya çalışılmasını, saldırganları cesaretlendirici ve benzer olayları teşvik edici beyanlar olarak değerlendiriyoruz.
Hükümet ve diğer devlet organlarının birincil görevi, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu herkese göstermeleri ve ayrımsız herkesin can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır. En doğal hak ve özgürlüklerin dahi, “bayrak” bahane edilerek yaratılmaya çalışılan milliyetçilik terörü ile kısıtlanması kabul edilemez.
Medyanın olaylara yaklaşımını da doğru bulmadığımızı ifade etmek istiyoruz. Ankara’da silahlı saldırıya uğrayan avukatla ilgili haberler, yaşam hakkından çok, avukatın kimin avukatı olduğuna yoğunlaşmış, adeta saldırıya bir mazeret gibi sunulmuştur. Aynı şekilde, Trabzon’da bildiri dağıtan 5 gencin eylemi, saldırgan, halkı tahrik eden ve terörist bir eylem gibi kamuoyuna sunulmuştur. Örneğin, “Basın Konseyi Başkanı” olan bir Sayın baş yazarımız, 5 kişiyi linç ederek öldürmek isteyenleri “öfkeli kalabalık” olarak değerlendirirken, saldırıya uğrayan gençler için “Terörist bozuntusu 4 genç” deyimini kullanabilmiştir.
Sayın Basın Mensupları;
Bizler İnsan Hakları Örgütleri olarak; herkesi sağduyuya davet ediyoruz. “Saldırgan bir milliyetçilik” anlayışının, hak ve özgürlükleri kısıtlamasına, kişilerin can ve mal güvenlikleri konusunda tedirgin etmesine, “hukuk devleti” ilkesini işlemez hale getirmesine, kamu görevlileri ve kurumları üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmasına izin verilmemelidir. Özellikle, asayiş ve güvenlikten sorumlu güvenlik güçlerinin ve bağımsız yargı organının görevlerini yerine getirirken, tarafsızlıktan ve hukuk devleti ilkesinden uzaklaşmamalarını talep ediyoruz. Medyamızı oluşturan yazılı ve görsel basın organlarının, iletişim ve kamuoyunu bilgilendirme görevlerini yerine getirirken hukuk devleti ilkesini ve toplumsal barışı gözetmesini diliyoruz. Bu vesile ile, görüş ve düşüncelerimizi paylaşmak üzere önümüzdeki günlerde basın kuruluşlarını ziyaret edeceğiz.
Başta Hükümet olmak üzere, tüm yetkili kişi ve kuruluşları; hukuk devleti ilkesi çerçevesinde görevlerini tarafsız olarak etkin bir şekilde yapmaya; son günlerde yaşanan olayların sorumlularını hızla tespit edip, gerekli yasal kovuşturmayı yapmaya; yaşanan olayları ve bundan sonra yaşanabilecek olayları mazur gösterebilecek davranış ve söylemlerden kaçınılmaya; halk arasında ayrımcılık yaratmaya yönelik girişimlere karşı etkin önlemler almaya ve toplumsal barışı korumaya davet ediyoruz.
Sedat ASLANTAŞ | Bülent ATAMER | Ayhan BİLGEN | Yusuf ALATAŞ | Sami EVREN | Levent KORKUT |
TİHV | Helsinki Yurttaşlar Derneği | MAZLUMDER | İHD | KESK | Uluslararası Af Örgütü |