İki yıl önce, 16-17 Kasım 2002’de 11.Olağan Genel Kurul toplantısını gerçekleştirmiştik.Türkiye’de milletvekili genel seçimleri yapılmış ve Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına hükümeti kurabilecek meclis çoğunluğu sayısına ulaşmıştı.
O tarihlerde, tüm dünyada ve bölgemizde savaş rüzgarları esmekteydi.İki yıl önceki Genel Kurulumuzda yaptığımız açılış konuşmasında, ABD’nin Irak’a yönelik savaş hazırlıklarına dikkat çekmiş ve savaşa karşı olduğumuzu deklare etmiştik.Aynı şekilde, özgürlük ve güvenlik kavramlarına yönelik 11 Eylülden sonraki anlayışı eleştiri konusu yapmış; dünyadaki halklar ve ülkeler arasındaki eşitsizlikleri gündeme getirmiş ve “daha özgürlükçü, eşitlikçi, insan onuruna saygının egemen olduğu bir dünyayı talep etmekte haklıyız.” demiştik.
Türkiye’de ve dünyada demokratik kamuoylarının,barış yanlılarının savaş karşıtı eylem ve direnişlerine e rağmen ABD ve müttefikleri Irak’a saldırı savaşını başlattılar ve saldırı savaşı işgale dönüştü.bugün de işgalcilerin Irak’ı terk etmesini ve Irak’ın geleceğine Irak halkının karar vermesini istiyoruz.
İki yıl önceki konuşmamızda, 2001 anayasa değişikliği ve 2002 yılında üç uyum paketi ile gerçekleştirilen yasa değişikliklerini analiz etmiştik.
Milletvekili genel seçimlerinin ardından kurulan 58. ve 59. hükümetler döneminde de 2003 yılı başlarından itibaren “4.,5.,6., 7.,uyum paketleri” adı altında pek çok yasada yasa değişiklikleri gerçekleştirildi.Nihayet mayıs 2004 tarihinde gerçekleştirilen 10 maddelik anayasa değişiklikleri ve buna bağlı olarak çıkarılan çeşitli yasalarla bu yasama faaliyetleri devam ettirildi..
Türkiye çıkardığı yasalarla ve yasalarla sınırlı bir değerlendirme ile demokrasiye doğru bir evrilme süreci yaşamaktadır.İç dinamiklerin yıllardır değiştirilmesini ve uygulanmasını istedikleri yasalarda bazı değişikler gerçekleştirilmiştir..Bazı yasaların bazı maddeleri kısa zaman dilimlerinde birden fazla değişikliğe tabi tutulmuştur.Yasa değişiklikleri, bir sistematikten ve bütüncül yaklaşımdan uzak bir şekilde gerçekleştirilmiştir.Bu süreçte, Türkiye toplumunun ileri demokratik yasal düzenleme ve bunların yaşama geçirilmesi istemleri de giderek yükseldi ve bu durum devam etmektedir.
Son iki yılda yasal düzlemde ele alınan konuları, ifade özgürlüğü, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı,adil yargılanma hakkı ,dernek özgürlüğü, toplantı özgürlüğü, basın özgürlüğü,kültürel haklar , kısmen dini özgürlükler, cemaat vakıflarının mülk edinme ve tasarrufta bulunma sorunları, kadın erkek eşitliği, sivil-asker ilişkisi, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması gibi konular olarak sayabiliriz.
Bu kapsamda 40’ın üzerinde yasada, 140’ın üzerinde maddede değişiklikler gerçekleştirilmiştir.Bu dağınık sürece dair, şöyle genel yargılarda bulunabiliriz.Bazı maddelerin değiştirilmiş olması olumludur.Örneğin, Dernekler Yasasının 6. maddesinin değiştirilmiş olması, derneklerin Türkçe’nin dışındaki dilleri kullanımı açısından önemli ve ileri bir adımdır.Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı açısından, adli/siyasi ayrımı yapmadan herkesin özellikle gözaltı koşullarında avukatın hukuksal yardımından yararlanması olumludur.Bunları daha da çoğaltabiliriz.
Başvurulan değişiklik yöntemlerinden birisi de özün değişmesini sonucunu doğurmayan değişikliklerdir.Örneğin, Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. maddesinin yürürlükten kaldırılmış olması olumludur.Ama kaldırılış gerekçesine ve uygulamaya bakıldığında dış dünyada bir değişiklik yaratma amacına yönelik olmadığı ve pratikte bir değerinin bulunmadığı görülmektedir.Çünkü bu konuda Türkiye pratiğinin sicili düzgün değildir.Kötü ünlü 8. maddenin yerine şimdi pratikte başka maddelerden davalar açılmaktadır. İHD, Terörle Mücadele Kanunu’nun tümden kaldırılmasını istemektedir.Aynı yönteme ilişkin DGM’lerin kaldırılması konusunu örnek gösterebiliriz. DGM’lerin kaldırılması olumludur.Yıllarca kapatılması için mücadele ettiğimiz DGM’ler hukuken kapatılmıştır.Ancak, şeylerin adının değiştirilmiş olması, özünün, niteliğinin değiştirildiği anlamına gelmemektedir.DGM’lerin yerine kurulan ağır ceza mahkemelerinin kuruluş ve yargılama usullerine ilişkin yasaları da, binaları da ve hemen tüm yargıç ve savcıları da aynen muhafaza edilmiştir.Değişiklik tabela değişikliğinden ibaret kalmıştır.
Değerli konuklar,
Yasal düzenlemeler bakımından genel olarak demokrasiye doğru bir evrilme sürecinden söz edilebilmesine karşın, Türkiye’nin bugün itibariyle anayasal ve yasal çerçevesi itibariyle demokratik bir ülke olarak nitelenmesi olanaklı değildir.Hukuk alanında yapılması gereken daha pek çok şey bulunmaktadır.Öncelikle, anayasal açıdan Türkiye hala 12 Eylül cuntası tarafından hazırlanmış, 1982 anayasasının çerçevesini çizdiği bir ülke konumundadır.İHD, anayasanın bir defada ve bütünüyle, halk katılımına olanak sağlayacak şekilde değiştirilmesini istemektedir.Dil yasakları pek çok yasada kaldırılmış olmasına karşın, hala Siyasi Partiler Kanunu’nda ve Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun’da dil kullanma yasakları muhafaza edilmektedir.İnsan haklarının kural olarak koruyucusu olması gereken yargı kurumu hala bağımsız değil ve yargıçlar hala yargıçlık teminatından yoksun haldedir.Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kendisine ait özerk bir bütçesi bulunmamakta, bütün sekretarya hizmetleri yürütmenin parçası olan Adalet Bakanlığı tarafından karşılanmaktadır.Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kendisine ait bir sandalyesi bile bulunmamaktadır.İdari açıdan yargıçlar yürütmenin parçası olan Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından denetlenmektedirler.
Demokrasinin katılımcılık ilkesi açısından kabul edilemez nitelikte olan %10 seçim barajı hala muhafaza edilmekte; ifade özgürlüğü açısından Siyasi Partiler Yasası, siyasi partileri düşünemez, fikirlerini açıklayamaz halde ceza tehdidi altında tutmaktadır.Hemen belirtmeliyiz ki,Yeni Türk Ceza Kanunu, özellikle ifade özgürlüğü açısından, mevcut düzenlemelerin bile gerisinde kalmıştır.Örneğin, ”temel milli yarar” kavramı,belirli durumlarda, düşünen ve düşüncesini söyleyen, söyleyecek olan herkes için, büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Değerli konuklar,
Türkiye’nin insan hakları sorunları yalnızca anayasal ve yasal çerçeveden yani mevzuattan kaynaklanmıyor.Hukuki çerçeve yanında uygulamada insan haklarının durumuna da değinmemiz gerekiyor.
İnsan Hakları Derneği, kurulduğu 1986’dan beri, hükümetlerin politik rengine göre değil, hükümetlerin eylem ve işlemlerine göre tutum almaktadır.Bizim odaklandığımız konu, hükümetlerin,- hangi dünya görüşünden olursa olsun hükümetlerin- insan hakları standartlarına yaklaşımıdır.
3 Ağustos 2002 tarihinde kurslarda Türkçe dışındaki dillerin öğrenilmesine yönelik yasa çıktı.20 ay boyunca milli eğitim bürokrasisi buna direndi ve ancak nisan 2004’te uygulamaya geçildi.Yine 3 ağustos 2002 tarihinde radyo ve televizyonlarda, Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılabilmesine olanak tanındı, RTÜK ve TRT bürokrasisinin gösterdiği direnç sonucu ancak 22 ay sonra Haziran 2004’te yayınlar yapılabildi.Her iki alandaki yasal düzenlemelerin ve uygulamanın yetersizliği açıktır.Nüfus Yasası’nın Kürtçe isimle ilgili olarak engelleyici tarzda yorumlanan 16. maddesi değiştirildi; ancak bu defa Türk alfabesinde bulunmayan harflerin kullanılması konusunda sorunlar yaşanmaya başlandı.Radyo ve televizyon yayınları RTÜK’n Emniyet Genel Müdürlüğü ile yaptığı protokol çerçevesinde Türkiye’nin her yerinde polis tarafından izlenmekte; bir idari organ olan RTÜK tarafından radyo ve televizyonların yayınları durdurulabilmektedir.Türkiye’de iletişim özgürlüğü tehdit altında tutulmaktadır.
Bilindiği gibi, ifade özgürlüğü tüm diğer özgürlüklere temel oluşturur.Türk Ceza Kanunun 159.,312. maddeleri defalarca değiştirilmiş olmasına karşın, özellikle cumhuriyet savcılarının soruşturma ve dava açma hızında hiçbir azalma ve zihniyetlerinde bir değişiklik gözlenmemektedir.Bir kaç ilk derece mahkemesinin ve Yargıtay’ın Avrupa İnsan Hakları mahkemesi içtihatlarına uygun birkaç karar pratiği genelleştirilemez.Genel olarak Türkiye yargısı, yurttaşların ifade özgürlüğü hakkını koruyan değil, bizzat kararları ile ihlal eden bir tutum sergilemektedir.
Dernek özgürlüğü, toplantı özgürlüğü ve ifade özgürlüğü hakkının yazılı ve görsel basının dışındaki alanlarda kullanılmasına ilişkin uygulamadan da söz etmemiz gerekmektedir.İHD, Türkiye’nin farklı il ve ilçelerinde, anılan özgürlüklerin kullanılmasındaki farklı uygulamalardan hareketle ve bu alanlardaki özgürlüklerin sınırını genişletmek amacıyla, Reform İzleme Grubu’nun daveti üzerine katıldığı Ocak 2004 tarihinde yapılan toplantıda, önerilerini sundu. Derneklerin basın toplantılarına polisin katılmasını, yığınak yapmasını, genel kurul ve basın toplantılarının polis kameraları ile kayda alınmasını; kapalı ve açık yerlerde basın açıklamaları yapmak için önceden izin alınması ya da bildirimde bulunulmasının istenmesini, basın açıklaması yapanların gözaltına alınmasını, basın açıklamalarının yapılmasının engellenmesini ve toplantılara zorla müdahale edilmesini ve aşırı güç kullanılmasını eleştirdi.Bu konularda tek bir genelge ile düzenleme yapılabileceğini savundu ve talep etti.İçişleri Bakanlığı aylar süren çalışmaları sonucunda, ilgili konularda özgürlük alanını genişleten 11 haziran 2004 tarihli genelgeyi yayımladı.Ancak güvenlik bürokrasisi harekete geçti ve Türkiye’nin her yerinde Valiler ve diğer mülki idare amirleri sanki hiç böyle bir genelge yayınlanmamış gibi, yeni düzenlemeler yaptılar ve eski uygulamalarına devam ettiler.Şu anda, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde eskiden olduğu gibi, Vali ve kaymakamların ve emniyet ve jandarmanın anlayışına göre değişen uygulamalar yapılmaktadır.
Değerli konuklar,
İşkence, Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’nin 1. maddesine göre,”bir kişiden veya üçüncü bir şahıstan bilgi almak, o kişinin veya üçüncü bir şahsın itiraf etmesini sağlamak, o kişiyi veya üçüncü bir şahsı işlediği veya işlediğinden şüphelenilen herhangi bir eylemden dolayı cezalandırmak,her tür ayrımcılıktan kaynaklanan herhangi bir nedenle söz konusu kişiyi veya üçüncü bir şahsı korkutmak veya zorlamak amacıyla, kamu görevlisi veya resmi görevli olarak hareket eden herhangi bir şahsın rızası, emri veya göz yummasıyla, söz konusu kişiye acı vermek veya canını yakmak kastıyla yapılan zihinsel ve/veya fiziksel herhangi bir hareket işkencedir.”
Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite’ye göre, sistematik işkencenin üç unsuru bulunmaktadır.Bunlar, süreklilik, yaygınlık ve kasıtlılık unsurlarıdır.Bu uygulamanın hükümet iradesinden kaynaklanması şart değildir.Önemli olan, bir durum olma özelliğidir.Yukarıdaki unsurlar açısından Türkiye’deki duruma bakalım.İHD’nin 18 yıllık verileri, işkencenin geçmişten bu yana sürekli olarak başvurulan bir eylem olduğunu göstermektedir.Bu çerçevede, 2003 yılı içersinde 1391 kişiye işkence yapıldığı saptanmıştır.Bu 1391 kişi, 2003 yılının değişik aylarında, günler ve gecelerinde işkence görmüşlerdir.Aynı şekilde yaygınlık unsuru açısından bakıldığında bu 1391 kişi, bir kentteki bir karakolda, bir günde işkenceye maruz kalmamıştır.Türkiye’nin 32 il sınırında, doğuda,batıda,güneyde,kuzeydeki yerlerde işkence muamelesine maruz kalmışlardır.Bu 1391 kişiye, 30’un üzerinde işkence yöntemi uygulanmıştır.Yöntemler, rastlantısal olarak işkence yapan kamu görevlisinin bulduğu türden değildir.Diyarbakır’da uygulanan yöntemle, İstanbul, İzmir,Adana’da uygulanan yöntemler aynı ve öğrenilmiş yöntemlerdir.tekil hala gelen, eskiden çok sık başvurulan falaka, Filistin askısı ve elektrik şoku yöntemleridir.İşkencenin itiraf elde etmek için mi, cezalandırmak amacıyla mı, korkutmak amacıyla mı yapıldığını, mağdurların anlatımlarından anlaşılmaktadır.
2003 yılı İnsan Hakları raporumuzun işkence ile ilgili bölümü yüz sahifedir ve bu rapor 26 Şubat 2004 tarihinde kamuoyuna açıklanmış ve o tarihten beri de değerlendirmemiz internet sitemizde yer almaktadır.O tarihte, işkencenin yaygın ve sistematik olduğu vurgulanmıştır.
2004 yılının ilk altı ayında da 692 kişinin işkence muamelesine maruz kaldığı görülmüştür.Bu raporumuz da 17 temmuz 2004 tarihinde kamuoyuna açıklanmıştır.İşkencenin yaygın ve sistematik olduğu değerlendirilmesi yapılmıştır.
İHD çoğu 2003 ve 2004 yıllarında meydana gelen işkence olayları nedeniyle toplam 26 davayı takip etmektedir.Yukarda belirtilenler yanında, işkence konusunda yargının tutumu, adli raporların düzenleniş biçimi ve kurumsal işleyiş, işkence konusunda uzman Türkiye insan Hakları Vakfı hekimlerinin bilimsel raporları, gözaltı merkezlerinin düzenli ve sistemli olarak denetlenmemesi gibi nedenler, işkencenin sistematik olduğu yargısında bulunmamızın nedenleridir.
Hükümet, “işkenceye sıfır tolerans” söyleminde bulunmaktadır.Bu tür bir söylem iradeyi göstermesi açısından gerekli ve yerinde olmakla birlikte, gereğinin yapılmaması durumunda, bu bir dil oyunu olarak kalacaktır.Hatırlanacağı gibi, 1990’lı yıllarda, Demirel hükümetleri döneminde “camdan duvarlar” söylemi vardı ve bu söylemin geliştirildiği dönemlerde binlerce insan gözaltında işkencelerden geçirildi.”Camdan duvarlar” sloganının bir dil oyunu olduğu çok geçmeden anlaşıldı.Hükümet işkencenin önlenmesi için bizce olumlu ve önemli yasa değişikliklerini gerçekleştirmiştir.Ama yalnızca yasaların değiştirilmesiyle işkencenin önlenemiyeceğini herkes bilmektedir.Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi de tıpkı hükümet gibi düşünmekte ve işkencenin önlenmesi konusunda çıkarılan yasaların pek çok Avrupa ülkesinden daha ileride olduğunu söylemektedir.Oysa, eğer yasalar çıkarmakla işkence önlenebilseydi, Osmanlı İmparatorluğunun ilk anayasası olan 1876 tarihli kanunu Esasi’den beri işkence anayasa ve yasalarda yasak eylemlerden sayılmıştır.Ama tam 128 yıldır Türkiye’de işkence yaygın ve sistematik olarak uygulanmaktadır.
İşkencenin önlenmesi için, yasal, idari, yargısal ve eğitsel önlemler derhal alınmalıdır.Pratik ve sonuç alıcı önlem olarak, İHD ve TİHV Genel Başkanlarının hükümet yetkililerine ilettikleri, işkence yapmakla suçlanan kamu görevlilerinin ve onların amirlerinin zincirleme sorumlu tutulması ve Devlet Memurları Kanunu’nun 137. maddesinde düzenlenen görevden uzaklaştırma yaptırımına tabi kılınması yolu işletilmelidir.Gözaltı merkezleri derhal savcıların, vali ve kaymakamların denetim ve kontrolüne tabi kılınmalı, periyoduk ziyaretler yapılmalıdır.Gözaltı merkezleri hakiki sivil denetime açılmalıdır.İnsan hakları örgütleri gözaltı merkezlerine ziyaret yapabilmelidir.Bunlar pratik birkaç örnektir.
Sayın konuklar, değerli delegeler,
Yeni bir ceza infaz yasa tasarısı hazırlanmıştır.Bu tasarı, mevcut tasarıdan daha geri hükümler içermektedir.Zorunlu çalıştırma, tek tip elbise ve tecrite dayalı sistem bu yasayla pekiştirilmek istenmektedir.Ölüm oruçları sürmektedir.Şimdiye kadar 112 kişi ölüm oruçlarında yaşamını yitirmiştir.Tam de tecrite dayalı F tipi cezavleri ve İmralı cezaevi sorunu çözülmemişken, yeni infaez tasarısı, toplumda ve cezaevlerinde kaygıları arttırmaktadır.
Kürt sorunu, İHD açısından, hep insan hakları ve demokrasi sorunu olarak görüldü.O nedenle, hukuki, siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal boyutları olan bu sorunun, demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözümünü savunduk.haziran 2004’ten itibaren çatışmaların seyrinde bir tırmanma raporlarımıza yansımaktadır.Bu bizi kaygılandırmaktadır.İHD, silahların susmasını istemektedir.sorunun çözümü için, demokratik ve siyasal kanalların açık tutulmasını ve bir daha eski çatışma ortamının yaşanmamasını istemektedir.Barışın tesisi ve kalıcılaşması için her tür demokratik girişimde bulunulmasını istiyoruz..her kesimi, sorumlu davranmaya çağırıyoruz.boşaltılan köyler için kapsamlı plan ve projelerin hazırlanmasını, köye gönüllü dönüşlerin sağlanmasını istiyoruz.Genel olarak, doğu ve güneydoğunun kalkınma ve gelişmesi için, ekonomik ve sosyal programların acilen hazırlanması ve uygulanmasını istiyoruz.Hazırlanacak plan ve programlara halkın katılımı en önemli konuların başında gelmektedir.18 yıldır talep ettiğimiz şeyi, genel siyasi affı bir kez daha burada ifade etmek istiyorum.
Değerli konuklar, sevgili delege arkadaşlarım,
İHD 1982 Anayasası’nının bir defada ve bütünüyle değiştirilmesini istiyor.Son zamanlarda, İnsan hakları danışma kurulu bünyesinde hazırlanan “rapor” üzerinden bir demokrasi tartışması yapılıyor.raporun sonuç bölümünde açıklanan dört öneriyi de destekliyoruz.türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının tümünün, eşit haklı vatandaş olmasını istemek demek, anayasal vatandaşlık anlayışının egemen olmasını istemek demektir.kurulun ve kurul üyelerinin düşünceleri ve önerileri nedeniyle baskı altına alınmasına karşı çıkıyoruz.
Değerli Arkadaşlar,
İHD, tüm insan haklarını bölünmez, bütünsel ve biri diğerine tercih edilmez ve tümü birbiriyle bağlantılı olarak görmektedir.
O nedenle, ekonomik ve sosyal haklar bizim için, insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır.
Son günlerde sağlık hakkı bağlamında, SSK hastaneleri üzerine tartışmalar yoğunlaşmaktadır.Sağlık hakkının insan hakkı olduğu biliniyor.Yüksek standartlı bakım ve sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı, ana ve çocuk sağlığı hakları, devletlere, insan haklarını koruma sorumluluğu ve aynı zamanda yükümlülüğünü getiriyor.Dünya çapında devletlerin sosyal niteliğinde aşınmalar gözleniyor ve bunun ülkemizdeki yansımaları da görülüyor.O nedenle, ekonomik ve sosyal haklara önümüzdeki dönemde özel önem verilmelidir.Bölgeler, sosyal sınıf ve tabakalar arasındaki gelir dağılımı adaletsizliğine karşı stratejiler geliştirilmelidir.
Değerli Arkadaşlar,
İHD’nin AB sürecine ilişkin tutumu, 28 Ekim 1999 tarihli Genel kurulu’nda belirlenmiştir.Yönetimde bulunduğumuz dönemlerde, Genel Kurul kararları doğrultusunda hareket edilmiştir.Özetle İHD, insan hakları standartlarını esas almaktadır.Türkiye’yi yöneten politik ve bürokratik kadroları harekete geçiren saiki tartışmak yerine insan hakları ve özgürlüklerinin kazanılmasına, korunmasına ve geliştirilmesine yönelik çabayı göstermek gerekiyordu ve bu gösterilmiştir.Her kuruma karşı, eleştirel tutumumuzu muhafaza ettik ve bu doğrultuda yürünmelidir.
Konuşmama teşekkürlerle son vermek istiyorum.
İHD’nin kurucularına, üyelerine ve delegelerine İHD’ye katkıları için teşekkür ediyorum.İHD’ye desteklerini sunan Türkiyeli demokratik kurumlara, siyasilere, herkese teşekkür ediyorum.Uluslararası insan hakları örgütlerine dayanışmaları için ve devletlerarası topluluklara ilgileri için teşekkür ediyorum.
Birlikte çalıştığım yönetim kurulu üyesi arkadaşlarıma ve İHD çalışanlarına teşekkür ediyorum.
Sevgili eşime, kızıma ve oğluma, bu uzun yolculukta benimle birlikte oldukları için teşekkür ediyorum.
Sevgili İHD’ye ve İHD’lilere üstün başarılar dilerim.Yolunuz açık olsun.
Hüsnü Öndül
İHD Genel Başkanı