İHD-FIDH-OMCT tarafından ortak açıklama: Depreme Müdahale Sırasında İnsan Haklarını Koruyun

Cenevre-Paris-Ankara-İstanbul, 10 Şubat 2023 – 7 Şubat 2023 tarihinde Türkiye ve Suriye’yi vuran ve binlerce insanın ölümüne, yaralanmasına ve yerinden edilmesine neden olan iki şiddetli depremin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan depremden etkilenen bölgelerde olağanüstü hâl ilan etmiştir. Örgütlerimiz depremden etkilenenlere en derin dayanışma duygularını ifade etmekte ve yetkilileri deprem sonrasında insan hakları ve temel özgürlüklere bütünüyle saygı gösterilmesini sağlamaya, olağanüstü hâl uygulamasını yürürlükten kaldırmaya ve uluslararası standartlarla tam olarak uyumlu acil durum müdahalesi için var olan yasalar kapsamında mevcut olan ölçülü tedbirlere başvurmaya çağırmaktadır.

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli iki deprem Türkiye ve Suriye’de binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmuş, köyleri ve şehirleri yerle bir etmiş, hayatta kalanlar zorlu kış koşulları altında yerinden edilmiş ve barınaksız kalmıştır. Bu açıklamanın yayınlandığı tarihte resmi kaynaklar ölü sayısını 20.000 olarak verirken, bu sayının artması beklenmektedir. Aralarında İnsan Hakları Derneği üye ve yöneticilerinin de bulunduğu binlerce kişi halen enkaz altında mahsur kalmış durumdadır ve etkilenen bölgelerde yetersiz koordinasyon, ekipman, kaynak, temiz içme suyu ve ısınma koşulları altında kurtarılmayı beklemektedir. Örgütlerimiz depremden etkilenen herkese en derin baş sağlığı, sempati ve dayanışma duygularını ifade etmekte ve ihtiyaçları tespit etmek ve desteği harekete geçirmek üzere bölgedeki insan hakları savunucuları ve sivil toplumla temas halinde olmaya devam etmektedir.

Felaketin ardından 7 Şubat 2023 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan depremden etkilenen on ilde 7 Mayıs 2023 tarihine kadar olağanüstü hâl (OHAL) ilan etmiş ve bu karar 8 Şubat’ta yürürlüğe girmiştir. OHAL, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun gibi Türkiye’de afet müdahalesine ilişkin diğer mevzuatın yürütmeye tanıdığı çeşitli yetkilere ve başkanlık sisteminin cumhurbaşkanına verdiği geniş ve denetlenemez yetkilere rağmen yürürlüğe girmiştir. Bu nedenle OHAL, gereksiz ve acil durumlara müdahale süresi bakımından ölçüsüz görünmektedir ve cumhurbaşkanına verdiği ek yetkiler, sivil topluma ve hükümetin kriz yönetimini eleştiren herkese karşı silah olarak kullanılma ve sivil toplumun etkilenen bölgelerdeki insani yardım ve insan hakları çalışmalarını sekteye uğratma riski taşımaktadır.

OHAL, yürütmeye depremden etkilenen şehirlerde dolaşım ve iletişimi daha da kısıtlama yetkisi vermektedir. 1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu’nun cezai hükümleri, “özel maksatla kamunun telaş ve heyecanını doğuracak şekilde asılsız, mübalağalı havadis ve haber yayan veya nakledenler” için hapis cezası öngörmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da OHAL ilan ederken “yalan haber ve çarpıtmalara” atıfta bulunmuş ve “savcılarımız, insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirleyip gereken işlemleri yapıyor” demişti.

İfade ve medya özgürlüğünü kısıtlayan ve depreme yönelik makul bir müdahalenin ötesine geçen kötü niyetli uygulamalara ilişkin haberler şimdiden ortaya çıkmaya başladı. Depremin olduğu gün RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin “moral bozucu yayınlar yapma[ya] hiçbir medya kuruluşunun hakkı [olmadığını]” ve “[Kurulun] art niyetli olarak manipülatif yayın yapan kuruluşları görmezden gelme[sinin mümkün olmadığını]” tweetledi. Ertesi gün Evrensel muhabiri Volkan Pekal Adana’da valinin sözlü talimatıyla çekimin yasaklandığı iddiasıyla “izinsiz çekim yaptığı” için gözaltına alındı ve daha sonra serbest bırakıldı. Aynı gün Diyarbakır’da polis, OHAL ilan edildiği gerekçesiyle gazetecilerin kurtarma çalışmalarını haberleştirmesini engelledi ve gazetecilerle konuşan depremzedeleri gözaltına almakla tehdit etti. 7 Şubat’ta Merdan Yanardağ ve Enver Aysever adlı iki gazeteci ile Özgün Emre Koç adlı bir siyaset bilimci hakkında, hükümetin depreme müdahalesini eleştirdikleri için halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla soruşturma açıldı. Koç gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakıldı. 8 Şubat’ta Mezopotamya Ajansı muhabiri Mahmut Altıntaş ve JINNEWS muhabiri Sema Çağlak Urfa’da yıkılan binaların fotoğraflarını çekerken İletişim Başkanlığı tarafından verilen basın kartları olmadığı gerekçesiyle gözaltına alındı ve daha sonra serbest bırakıldı.[1]  Aynı gün Mezopotamya Ajansı muhabiri Mehmet Güleş ve röportaj yaptığı bir arama kurtarma gönüllüsü, gönüllünün devletin depreme müdahalesinin yetersizliğini eleştirmesi üzerine Diyarbakır’da gözaltına alındı. Her ikisi de ertesi gün adli kontrolle serbest bırakıldı ve röportaj yayınlanmamış olmasına rağmen dezenformasyon yasası kapsamında yanıltıcı bilgiyi alenen yaymakla suçlandılar. Emniyet Genel Müdürlüğü 9 Şubat’ta “sosyal medya platformlarında vatandaşlarımız üzerinde korku ve panik yaratmak amacıyla provokatif paylaşımlar” yapan 274 kişinin tespit edildiğini, 31 kişinin gözaltına alındığını ve dokuz kişinin tutuklandığını açıkladı. Bu esnada hükümet, kurtarma ve yardım çalışmalarını koordine etmek için yaygın olarak kullanılan Twitter’a erişimi 8 Şubat öğleden sonra kısıtladı ve Twitter yöneticileriyle yapılan ve hükümetin “dezenformasyonla mücadele” konusunda taleplerde bulunduğu bir toplantının ardından 9 Şubat günü erken saatlerde kısıtlamayı kaldırdı. Twitter’ın kapalı olduğu sırada, 7 Şubat’ta depremin vurduğu Hatay’daki T Tipi Cezaevi’nde, mahkumların güvenli bir yere nakil ve aileleriyle iletişim taleplerinin karşılanmaması nedeniyle çıkan ve şiddetle bastırılan isyanın ardından üç mahkûmun öldüğü haberi basına yansıdı. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ertesi gün üç mahkûmun öldürüldüğünü doğruladı ve hem Hatay’da hem de Maraş Türkoğlu 1 No’lu L Tipi Cezaevi’nde firar girişimleri olduğunu, Maraş’ta ise ölen olmadığını bildirdi. Resmi bir doğrulama olmamasına rağmen, İnsan Hakları Derneği, mahkumların aileleriyle iletişim kurmalarına izin verilmeyen Malatya cezaevlerinde yaralanma vakaları belgeledi.

OHAL, kurtarma çalışmalarını ve insani yardımı da etkiliyor; zira hükümet, merkezi çabaların yetersizliğine rağmen yerel paydaşlarla iş birliğini siyasallaştırmış durumda. Bağımsız sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, yurttaş girişimleri ve muhalefetteki Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından yönetilen ilçe belediye başkanlıklarının insani yardımlarının etkilenen bölgelere ulaşması merkezi hükümetin emrindeki valiler tarafından engellendi.

Bu karar, hukukun üstünlüğünün gerilediği, sivil alanın daraldığı ve 2016-2018 yıllarında insan hakları ve temel özgürlüklerin yaygın bir şekilde ihlal edilmesine ve insan hakları savunucuları, gazeteciler ve muhaliflere yönelik tacize yol açan OHAL mevzuatının kötüye kullanıldığına dair bir sicilin bulunduğu bir ortamda alınmıştır. OHAL’in 2018’de kaldırılmasının ardından birçok kısıtlayıcı politika ve uygulama kalıcı hale getirilmiştir. Sivil toplum üzerindeki baskılar, 2020’de yürürlüğe konan ve sivil toplum örgütlerini hukuka aykırı bir şekilde hedef almak için kullanılan 7262 sayılı Kanun‘un ve son olarak Ekim 2022’de “yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçuna hapis cezası getiren “dezenformasyon kanunu”nun kabul edilmesinin ardından yoğunlaşmıştır. İfade özgürlüğü ve medya özgürlüğü örgütleri, muğlaklığı nedeniyle keyfiliğin ve hükümeti eleştirenlere karşı silah olarak kullanılmasının önünü açan bu yasayı kınamıştı.

Üstelik OHAL, Türkiye’de 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacağı gayri resmi olarak ilan edilen parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden süreçte ilan edilmiştir. Türkiye’de 2018 yılında ülke çapındaki OHAL altında yapılan milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine, muhalefet adaylarının ve bağımsız medyanın susturulması, seçmenlerin ve muhalefetin kamu işlerine katılma hakkını tam olarak kullanmasının kısıtlanması ve vatandaşların serbest ve adil seçim hakkının etkilenmesi damgasını vurmuştur.

Örgütlerimiz Türkiye’deki yetkilileri olağanüstü hâli kaldırmaya, afetlere müdahale için özel olarak tasarlanmış mevcut mevzuat kapsamında verilen yetkilere başvurmaya ve bu bağlamda alınan her türlü tedbirin mevcut krize müdahale etmek için kesin surette gerekli ve ölçülü olmasını ve Türkiye’nin uluslararası insan hakları yükümlülüklerine tam olarak uymasını sağlamaya çağırmaktadır. Ayrıca uluslararası toplumu Türkiye’deki gelişmeleri ve bu tedbirlerin insan hakları ve temel özgürlükler üzerinde, özellikle de yaklaşan seçimler bağlamında yaratabileceği etkileri yakından izlemeye çağırıyoruz.

 

İnsan Hakları Derneği (İHD)

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH)

İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT)

 

[1] İletişim Başkanlığı’nın basın kartı akreditasyon sistemini eleştirel gazetecilere baskı yapmak için kötüye kullandığı biliniyor. RSF, Turkey using press accreditation to pressure journalists, 29 Haziran 2021, https://rsf.org/en/turkey-using-press-accreditation-pressure-journalists