Sayın Divan,
Değerli konuklar, sevgili delege arkadaşlarım,
İHD’nin 14. Genel Kurul’una hoş geldiniz.
Bugünlerde dünya ölçeğinde yaşanan mali kriz gündeme damgasını vurmuş durumda. Öte yandan ülkemizde yaşanan çatışma ortamı ve bu konuya ilişkin gelişmeler de içerdeki ana gündem maddelerinden birisini oluşturmakta.
Küresel mali krizin, kaynağı, boyutları ve olası etkileri konusunda bazı bilinmeyenler ve belirsizlikler olsa da, görünen o ki, kapitalizm kendi yapısında var olan krizlerden birisini üretmiş, derinleştirmiş ve bunu yaymıştır. Dünya mali sistemi bir bütün olarak etkilenmiştir. Türkiye de diğer ülkeler gibi, bu etkinin alanındadır. Kriz ile birlikte, Marks’ın hatırlanmasının ve devletin sosyal fonksiyonlarından ve sağladığı güvencelerden söz edilmesinin anlamlı olduğu açıktır.
Küresel mali kriz nedeniyle hukuk devleti ve sosyal devlete dair birkaç özelliğe göz atmakta yarar var: Ticaret devrimi burjuva sınıfını doğurmuş; hukuk devleti de bu çerçevede 18. ve 19. yüzyılda kişisel ve siyasal hakları güvence altına alan bir anlayış ve sistem olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla hukuk devletini doğuran, ticaret devrimidir.
Sanayi devrimi ise işçi sınıfını yaratmıştır. Böylece, 19. yüzyıl artık hukuk devleti fikri ve pratiği yanında sosyal devlet fikrinin yayıldığı ve pratiğe dönük adımların atıldığı dönem olmuştur.Sosyal devleti doğuran da, sanayi devrimidir. Sosyal devlet, yurttaşlarının sosyal durumlarını ilgisinde tutan, yurttaşlarına insan onuruna uygun asgari yaşam standartları sunan ve bunu garanti eden devlet demektir.
Son 25-30 yılda seslendirilen devletin küçültülmesi, devletin üretim ve mali alanlardan elini çekmesi, hiçbir şekilde piyasaya- pazara müdahale etmemesi düşünceleri revaçta düşüncelerdi. Kamu yararı, kamu hizmeti, sosyal adalet, sosyal güvenlik kavramları aşınmaya tabi tutuluyordu. Bu tür anlayışlar dünyada egemen olmaktaydı. Bu anlayış için neo-liberal yaklaşım-politika gibi nitelemelerde bulunuluyordu. Dünya ölçeğinde ülkeler ve halklar arasındaki eşitsizlikler de aynı dönemde artmaktaydı. Adil olmayan bir dünya sistemi yürürlükteydi. Oysa biz insan hakları savunucuları biliyoruz ki, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 28. Maddesinde yazıldığı gibi, ulusal ölçekte de uluslararası ölçekte de insan onurunun korunacağı bir düzene hakkımız vardır. 28. maddeyi hatırlayalım:
Madde 28) Herkesin bu Bildirgede ileri sürülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşebileceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
İnsan onurunun korunması yalnızca kişisel ve siyasal hakların tanınması ve uygulanmasıyla sağlanamaz. Hukuk düzeni özgürlüklerle birlikte, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları da tanımak, uygulamak, şartlarını hazırlamak; imkanlar tanımak suretiyle insan onurunu korumak zorundadır. Bu durum, devletin sosyal devlet olma özelliği ile mümkündür.
Küresel kriz bağlamında devletin hukuk devleti ve sosyal devlet özellikleri bir kez daha hatırlanmaktadır.
Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramları hatırlanmaktadır. Bütün bu hatırlamalara, daha adil bir dünyanın kuruluşuna dair güçlü talepler eşlik etmektedir.
Türkiye için de yukarıdaki analizlerimiz geçerlidir. Güçlü bir demokratikleşme programı ve ekonomik, sosyal ve kültürel haklar programına ihtiyaç var. Hem kriz için hem de yapısal sorunlar için böyle bir programa ihtiyaç var. Türkiye, ürettiğinden fazla tüketen, tasarruftan fazla yatırımı olan, ihraç ettiğinden fazla ithal eden bir ekonomik yapıdan kurtulmalıdır. Krizi aşmanın yolu güçlü ve halka dayalı plan ve programlar üretmekten ve uygulamaktan geçer.Üretimin,istihdamın ve verimliliğin temel alınacağı; gelir dağılımı adaletsizliğini giderecek, sosyal adaleti tesis edecek; herkese sağlık,eğitim olanaklarını sunacak bir sisteme geçiş şarttır.Devletin demokratik, sosyal ve hukuk devleti özelliklerini güçlendirmek gerek.Olağan dönemlerde olduğu gibi, kriz zamanlarında da geniş halk yığınlarının hak ve menfaatlerinin korunması için, toplumcu yönelimlere ve politikalara ihtiyaç var.
Silahlı çatışma ortamı ise,(ki 2008 yılında her ay 100 insan yaşamını yitirmektedir) adeta 90’lı yıllar pratiğini ve sonuçlarını ortaya koymaktadır.Kürt sorunu ve demokrasi sorunu iç içe geçmiştir.Barışa acil ihtiyaç var.Şiddet dışı, barışçıl çözümler mümkün ve olanaklıdır.Birazdan kısaca ve ilkesel düzeyde bu konuya yeniden döneceğiz.
Türkiye’de muhalifler açısından daima gündemde olan, devlet içindeki yasadışı örgütlenme sorunu, bugünlerde yargının da gündemine taşındı.Adına Ergenekon denilen ve Gladio tipi örgütlenme diye nitelendirilen soruşturma süreci, gerçekten kontrgerilla ya da devlet içi çeteleşmeye mi yönelecek; darbeler ve darbecilerden hesap soracak, gözaltında kayıplar, yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler açığa mı çıkarılacak; yoksa bu yapılanma askeriyede,emniyette,istihbarat birimlerinde yoktur denmeye devam mı edilecek?Bunu zaman içinde göreceğiz.Biz, insan hakları hukukuna uygun bir soruşturma istiyoruz.Adı ne olursa olsun, gladio tipi örgütlenmelerden devletin arınmasını, tüm cinayetlerin,darbelerin ve darbe teşebbüslerinin açığa çıkarılmasını talep ediyoruz.
Değerli konuklar, değerli delegeler,
Türkiye’deki insan hakları ve demokratikleşmeye dair gelişmelere hak eksenli olarak baktığımızda durum hiç açıcı görünmemektedir.
Yaşam hakkı ve işkence yasağı bakımından sorunlar:
Yalnızca 2008 yılının 9 ayından örnek verecek olursak, cezaevlerinde yaşamını yitirenlerin sayısının 26 olduğunu görmekteyiz. Bunlardan bazıları doğrudan doğruya işkence sonucu ölümlerdir.İşkence uygulamasında ve işkencecilerin cezasız bırakılması politikasında bir değişiklik gözlenmemektedir. Adalet Bakanı on binlerce polis ve jandarma hakkında 2006 ve 2007 yılarında soruşturma ve dava açıldığını bildirmiştir ama aralarında tutuklu yargılanan bir tek kamu görevlisi yoktur. Yürütme ve yargı organları cezasızlık politikası uyguladığı sürece işkencenin önlenmesi mümkün değildir. Yaşam hakkının korunması bağlamında, güvenlik kuvvetlerinin yargısız infaz eylemlerinde Haziran 2007’den bu yana belirgin artışlar gözlenmiştir. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, değişik zamanlarda güvenlik kuvvetlerinin keyfi ve orantısız güç kullandığı gözlenmektedir.Gerçekte işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu olan Tuzla Tersanelerindeki 100’ün üzerindeki işçi ölümleri ise bu bölümde değerlendirme konusu yapılacak.Yaşam hakkı bölümünde.Kısa ve net bir değerlendirme:Ölümler iş/işçi cinayetleridir.Protesto ediyoruz.
İfade özgürlüğü açısından:
Türkiye, düşüncelerini açıklayanların cezalandırıldığı bir ülke olmaya devam ediyor.2006 ve 2007 yıllarında 39 kitap yazarı ve yayıncısı hakkında dava açılmıştır. Bu sayı 2008 yılının ilk 7 ayında 38 yazarın 47 kitabı hakkında soruşturma ve dava açılması şeklindedir. Adalet Bakanı, 2006 ve 2007 yıllarına ilişkin olarak yalnızca 301.maddeden 2000 civarında insan hakkında soruşturma ve dava açıldığını açıklamıştır. 301. maddenin kaldırılması yerine Nisan 2008 tarihinde değişiklik yapılmış ancak bu değişiklikler soruşturma ve dava açılmasını engellememiştir. Kötü ünlü 301. madde ile sınırlı olmayan yasaklar rejimi yürürlüktedir. Türk Ceza Kanunu’nun 84, 125, 132, 134, 215, 216, 217, 218, 220, 222, 226, 257, 267, 273, 283, 285, 286, 288, 299, 301, 305, 314, 318. maddeleri olmak üzere en az 23 maddesi ifade özgürlüğü önünde engel oluşturmaktadır. Terörle Mücadele Kanunu, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun,Siyasi Partiler Kanunu gibi kanunlarda pek çok hüküm de ifade özgürlüğüne engel oluşturmaktadır.
İnternet sitelerine erişim konusunda da ciddi sorunlar yaşanmakta ve ifade özgürlüğünü ihlal eden uygulamalar yapılmakta ve kararlar alınmaktadır.
Din ve vicdan özgürlüğü açısından:
Anayasa, laiklik ilkesine vurgu yapmakla birlikte, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın anayasal varlığı ve işlevleri ile anayasada öngörülen zorunlu din dersleri laik devlet anlayışı ile çelişmektedir. Lozan ile azınlık statüsünde bulunan yurttaşların vakıfları ve dini özgürlükleri konusunda tatmin edici gelişmeler sağlanmalıdır. Alevi yurttaşların,(ki onlar da “diğerleri” gibi, örneğin Kürtler gibi, varlıkları ve özellikleri yadsınan topluluktur) bu alanda karşılaştığı sorunların aşılması doğrultusunda bir gelişme yaşanmamıştır. Cem evleri dini mekanlar olarak kabul edilmemektedir. Alevi çocukları da zorunlu din derslerine tabi tutulmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuyla ilgili kararı doğrultusunda uygulama yapılmalıdır. Din ve vicdan özgürlüğü ve diğer özgürlük ve haklarla da bağlantısı bulunan başörtüsü sorunun da demokrasi ve özgürlük ilkesi temel alınarak çözülmesi gerekir.
Kadın haklarının insan hakları olduğu gerçeği devletçe kabul edilmeli; eşitlik ilkesinin yaşamın tüm alanlarında vücut bulması için uygun önlemler alınmalıdır. Devlet kadınlarla erkeklerin her alandaki eşitliğini, kadınlara karşı pozitif ayrımcılık uygulamak suretiyle sağlamalıdır. 2007 yılında yapılan 2.Olağanüstü Genel Kurul’un açış konuşmasında İHD Genel Başkanı Reyhan Yalçındağ konuyla ilgili şöyle değerlendirmelerde bulunmuştu:
Kadına yönelik her türlü şiddet, bu dönemde de hızından bir şey kaybetmedi. Kadınlar, Türkiye’nin birçok yerinde ‘namus’ gerekçe gösterilerek katledildi. Ayrımcılığın önlenmesi, fırsat eşitliği, kadın erkek eşitliğinin eğitim, sağlık, çalışma gibi yaşamın tüm alanlarında eksiksiz uygulanması hayata geçirilemedi. Erkek egemen sistemin antidemokratik uygulamaları, kadının insan haklarının ne kadar kolay ihlal edilebileceğini göstermeye devam etti.
Durumda bir değişiklik yok. Talepleri tekrarlıyoruz.
Mahpusların hakları bakımından:
2008’den itibaren mahpusların cezaevlerindeki sağlık sorunlarına her ay dikkat çekmeye çalışıyoruz. Bu alanda da olumlu gelişmeler gözlenmedi. Tersine hem yeterli tıbbi tedavi ve bakım olanaklarının sunulmaması ve ayrıca işkenceler nedeniyle (Engin Ecer örneğinde olduğu gibi) ölümler yaşandı. Dönem içersinde güncelliği nedeniyle değinilmesi gerekiyor, Abdullah Öcalan’a da işkence ve kötü muamele yapıldığı ve ölümle tehdit edildiği bilgisine ulaşıldı. Avukatları müvekkillerinin şikayetlerini, kamuoyuna ve yetkili makamlara ilettiler. İHD’ne de başvuruda bulundular. İHD, Mazlum-Der ve TİHV Adalet Bakanlığı’na başvurarak durumun açıklığa kavuşturulmasını istedi ve sürece katkı sunabileceğini bildirdi. Şu ana kadar Adalet bakanlığından bir yanıt alamadık. Cezaevleri ve işkenceler, bir kez daha İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi Seçmeli Protokol’ün onaylanmasının ve tarafı olunmasının önemini hatırlattı. TİHV konuyla ilgili kampanyasını sürdürüyor ve İHD ve tüm insan hakları örgütleri de destek veriyor ve hükümetten onay için talepte bulunuyor.
Kürt sorunu bakımından:
İHD, Kürt sorununu daima demokrasi ve insan hakları sorunu olarak değerlendirdi. Türkiye demokrasisinin en önemli halkasıydı Kürt sorunu. Hala da öyle. Bu sorun asayiş sorunu değil. Öyle olduğu için de zor araçlarıyla değil, demokratik araç ve yöntemlerle ve barış içinde çözmek lazım. Türkiye toplumunun çoğulcu dilsel, dinsel, etnik ve kültürel dokusunu kabul etmek lazım. Farklılıkları zenginlik olarak görmek lazım. Habermas’ın dediği gibi, “Demokratik hukuk devletleri dahil edici politikalarla azınlık ve kültürel hak sorunlarını çözebilir.” Ötekileştirmeden, dahil edici politikalarla… Bu konuda tek tek nelerin yapılması gerektiğini sıralamak bu konuşma çerçevesinde olanaklı değil. Ama genel başlıklar altında, anayasal, yasal, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel önlemlerle çözülebilir bu sorun. Bunun için çaba göstermeli, talep etmeli, anlamaya çalışmalıyız. Barışı, hak temelli politika ve çalışmalarla inşa edebilir ve sürekliliğini sağlayabiliriz. Bunun için, Godot’yu Beklerken’de Samuel Beckett’in dediği gibi, “Her noktadan başlanabilir.”
İnsan hakları savunucularına baskılar:
İnsan hakları savunucusu, “bireysel olarak ya da başkalarıyla birlikte, insan haklarını savunmak için çalışan kişi” demektir. İnsan haklarını savunmak bir insan hakkıdır. Başkalarının haklarını savunan insan hakları savunucuları, bu savunularında hal ihlaline maruz kalabiliyorlar. Şu anda hapiste olan arkadaşlarımız var. Hepsine sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyoruz. Son iki aydaki gelişme ise ürkütücü. 2008 Ağustos ayı Adana şubemizin saymanı Hüseyin Beyaz, bir etkinliği izlemek ve gözlemde bulunmak üzere görev yaparken gözaltına alındı ve işkence ile kolu kırıldı. İzmir Şube yöneticimiz Resul Yıldız da İzmir ‘de 2008 Ekim ayında bir siyasi partinin eylemini izler ve gözlerken görevi sırasında ve görevi nedeniyle gözaltına alındı ve kaburgaları kırıldı.
Anayasa’ya dair:
AKP 2007 yılında yeni anayasa çalışmasını başlattı ve daha sonra bu çalışmayı rafa kaldırdı. Bu bölümde konuşmamızı, sürekliliğe işaret etmek üzere, önceki dönem başkanı Reyhan Yalçındağ tarafından 2. Olağanüstü Genel Kurul açış konuşmasında seslendirilen İHD görüşlerini tekrarlayarak sürdürüyoruz.
Çoğulcu bir demokrasi için ilk ele alınması gereken demokratik ve sivil bir Anayasa’nın hazırlanmasıdır. İHD, geçmiş dönemlerde de Darbe Anayasasının değiştirilip demokratik Anayasanın kabulü için kampanyalar düzenledi, etkinlikler gerçekleştirdi. Bugün yine aynı görüşlerimizi korumaktayız. Anayasa, bir bütün olarak ve tamamen değiştirilmelidir. Farklılıklarımızı zenginlik addedip koruyarak, bir arada eşit olarak nasıl yaşayacağımızın temel kurallarını belirleyen yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. Bu, Kürt sorununu çözmede anahtar olacak, tüm “öteki”leştirilenleri Türkiye’nin temel dokusu olarak görecek bir toplumsal sözleşme olmalı. Toplumsal mutabakata dayanmayan, militarist yaklaşımlar içeren, çoğulculuğu reddeden ve katılımcılığı önemli ölçüde sınırlayan 1982 Anayasası ile Türkiye’de gerçek bir demokratik düzenin kurulması, insan haklarının tam olarak güvence altına alınması ya da hukukun üstünlüğünün sağlanması mümkün değildir. Anayasa’nın sivil niteliği, içeriği kadar önemlidir. Ancak şu ana kadar AKP’nin hazırlamış olduğu Anayasa taslağının, tüm bu ihtiyaçlara cevap verecek, sorunlarımızı çözen bir sözleşme olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Bu bağlamda İHD olarak önümüzdeki dönemdeki taleplerimizi şöyle özetleyebiliriz:
•Hiçbir gerekçe ile temel insan haklarının özüne dokunulamayacağı anayasa kuralı olarak öngörülmelidir.
•Askerin görev ve yetkilerinin sınırları tam olarak belirlenmeli ve sivil iradeye tabi tutulmalıdır.
•Hukukun üstünlüğünde hiçbir istisnaya yer verilmemeli, idarenin her türlü eylem ve işlemi istisnasız yargı denetimine tabi tutulmalı, askeri-sivil yargı ikilemine son verilmelidir.
•Parlamentoda temsiliyet, toplumun çoğulcu yapısı gözetilerek, anayasal norm haline getirilmelidir.
•Çoğulculuk ilkesi kabul edilmeli; Kürt kimliği ve kültürel hakları, bu bağlamda korunmalıdır.
•Yerinden yönetimi güçlendirecek, yeni anayasa normları geliştirilmelidir.
•Vatandaşlık etnik yorumlara yer vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
•Anadilde öğrenim ve basın-yayın hakkı, temel bir hak olarak kabul edilmeli, kamu hizmetlerinin sunulmasında ve yararlanılmasında yerel dillerin kullanılmasına olanak tanınmalıdır.
•Paris ilkelerine uygun bağımsız insan hakları kurumlarının kurulmasının anayasal temelleri oluşturulmalıdır.
•Kadın-erkek eşitliği yeniden düzenlenmeli, kapsamı daha açık belirlenmelidir. Eşitlik değerlendirilirken, cinsiyet eşitliğinin yanı sıra, ‘farklı cinsel kimlikler ve cinsel yönelimler’ tanımı da getirilmelidir.
•Vicdani ret konusu temel bir hak olarak anayasa ile düzenlenmelidir.
Değerli delegeler,
İnsan haklarını daha iyi koruyabilmek için, örgütlenme ve mali konulara daha fazla önem vermeliyiz. İnsan hakları politikaları oluşturma ve uygulama ile, örgütlenme ve mali konular bir bütündür.Örgütlenme ve mali konular temel konulardır.Genel kurulumuza bu konularda önergeler verilecektir.İHD’nin geleceği için, önergelere desteğiniz ve alacağınız kararlar çok önemli ve etkisini çok kısa zamanda gösterebilecektir.Yeni yönetimin daha bugünden, örgütlenme ve mali konulardaki sizin desteğiniz ve kararlarınızla göreve başlaması, onları zorlu görevlerinde güçlü kılacaktır.
Değerli konuklar, sevgili delegeler,
Genel Kurulumuza katılan ve katkı sunan herkesi selamlıyorum. Birlikte görev yaptığımız yönetici arkadaşlara, şube yönetimlerine ve çalışanlarına; genel merkez görevlileri, Huri Şahin, Osman İşçi, Hülya Aras ve Yavuz Gucturk kardeşlerime emekleri için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Hüsnü Öndül
İHD Genel Başkanı