İNSAN HAKLARI GÜNÜ’NDE 2009 YILININ İNSAN HAKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

İHD - TİHV İnsan Hakları Haftası Ortak Açıklaması - 10.12.09 (Şebnem Korur Fincancı ve Öztürk Türkdoğan)

Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni, bundan 61 yıl önce, 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ve ilan etmişti.

Üzülerek belirtmek isteriz ki, aradan geçen 61 yıla karşın, dünyada, Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen oluşturulamamıştır. Ne yazık ki renginden, ırkından, dilinden, dininden, siyasî ve vicdanî kanaatinden bağımsız olarak, her insanın insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında ciddi bir aşınmaya uğramıştır.

Bugün dünyamız hâlâ ülkeler, halklar ve sınıflar arasındaki eşitsizliklerin egemen olduğu bir dünyadır. Bu eşitsizlikler, 2008 yılında neo-liberal politikalar sonucu baş gösteren ve 2009 yılında yıkıcı etkilerini tüm dünyada hissettiren küresel ekonomik krizle daha derinleşmiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) verilerine göre 2009 yılında dünya çapında toplam işsiz sayısı 230 milyonu aşmıştır. İşsizlikle birlikte, yoksulluk giderek derinleşmiş ve beraberinde geniş kitleler beslenme, temiz içme suyuna ulaşma, sağlık ve barınma gibi en temel yaşamsal haklardan mahrum kalmışlardır. Bu olumsuzluklardan en fazla etkilenen kesimler ise kadınlar ve çocuklar olmuştur.

Sanayileşme ve aşırı üretim hırsı ile birlikte dünyamızın ekolojik dengesinin bozulması doğal felaketlerde yol açmaktadır. Çevre hakkı her zamankinden daha fazla savunulması gereken bir hak olmuştur. Dünya atmosferine bırakılan gazların azaltılması insanlığın baş etmesi gereken önemli bir çevre sorunu olarak durmaktadır.

Dünya halkları, maruz kaldıkları sosyal eşitsizlikten, yoksulluktan ve gelecek beklentilerinin belirsizleşmesinden kaynaklanan “sahici” güvenlik kaygıları yaşarken devletler, bu kaygıları göz ardı etmek ve kendi meşruiyetlerini yeniden üretmek için, özellikle 11 Eylül saldırısından bu yana, “terör” tehdidini olağanüstü boyutlarda işleyerek, tüm dünyayı bir güvenlik “paranoyası” içine sokmuşlardır. Yarattıkları bu küresel ruh halini gerekçe gösteren devletler, bir yandan polisiye önlemleri artıran, militarist ve otoriter yönetim anlayışını güçlendirirken, diğer yandan da toplumları “özgürlük mü, güvenlik mi?” ikilemiyle karşı karşıya bırakarak gerçekleştirdikleri hak ihlallerine onay vermeye zorlamaktadırlar. 2009 yılında söylem bazında bazı değişiklikler gösterse de devletler bu politikaları özünde aynen devam ettirmişlerdir.

Ülkemiz ise 2009 yılı, bir yandan hak ihlallerinin devam ettiği ama aynı zamanda umut verici gelişmelerin de yaşandığı inişli çıkışlı bir yıl oldu.

Türkiye’nin yıllardır değişmeyen temel sorunu insan haklarına saygılı bir demokrasinin bir türlü tesis edilmemesidir. Türkiye, pek çok ulusal üstü insan hakları belgesinin tarafı olmasına karşın, bu belgelerde yer alan hak ve özgürlükleri yaşama geçirememiş, demokrasiyi tesis edememiştir. Demokrasinin çoğulculuk, açıklık ve katılımcılık ilkeleri açısından Türkiye’nin sisteminde ciddi sorunlar bulunmaktadır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en önemli engeli ise “Kürt sorunu” ve ondan kaynaklanan “şiddet ve çatışma ortamı” oluşturmaktadır. Bu bakımdan söz konusu engeli aşmak amacıyla “Kürt açılımı” ya da “demokratik açılım” adı altında başlatılan çalışmalar oldukça önemli ve değerlidir.
 
Açılım sürecinde, küçük bazı gelişmeler olmamış değildir. TRT 6’da Kürtçe yayın yapılması, özel televizyonlara bu konuda imkan tanınması, Cezaevlerinde Kürtçe konuşulabilmesi Kürt açılımının küçük adımlarıdır. Alevi açılımında “Alevi Çalıştaylarının” dışında henüz bir ilerleme olmamıştır. Bu durum Alevi kitlesinin tereddütlerini artırmış, adeta bir oyalama süreci içerisine girildiği izlenimi yaratmıştır. Ermeni açılımında, Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan Protokollerin  TBMM’ye sevk edilmesi tarihsel öneme sahiptir. Ancak, bunun da Azerbeycan politikasına bağlanması düşündürücüdür. Kısacası açılımlar başlamış ancak, ilerletilememiştir.

Siyasal partiler yasasında düşünce ve dil yasakları devam ediyor. Seçim yasalarında hem dil yasakları hem de temsil olanağını ortadan kaldıran yüksek barajlar aynen korunuyor. Siyasal partilerin kapatılması hala bu ülkede en kolay ve olağan bir uygulamadır. Kürt sorununda demokratik açılımın ilerleyebilmesi için DTP’nin kapatılmaması gerektiğini belirtmek isteriz. TBMM üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş, Anayasa Mahkemesini ağır bir tarihsel sorumluluk altına koymuştur. TBMM askeri ve yargı vesayetini sona erdirememiştir.

Sivil asker ilişkisi demokratik ülkeler seviyesine yükseltilememiştir. Askeriyenin siyasal ve toplumsal yaşam üzerindeki vesayetinin sürdürülmesine karşılık olarak, darbe teşebbüslerinin ve çeşitli yasadışı askeri faaliyetlerin soruşturulmaya başlanması ve davalar açılması önemli bir tarihsel gelişme olarak değerlendirilebilir.

Böylesi çalışmaların arzu edilen sonuçları vermesinin zaman alacağının bilincinde olmakla birlikte gerek söz konusu çalışmaların içeriği gerekse de hemen her hak kategorisinde ihlallerin hızından bir şey kaybetmeden sürüyor olması, gelecek için beklenti ve umutlarımızın düşük olmasına yol açmaktadır. Son günlerde yaşanan bazı gelişmeler açılım çabalarının tıkanma noktasına geldiği izlenimine yol açmakta, bu da umut ve beklentilerin yerini kaygılara terk etmesine neden olmaktadır.

Açılım ve demokratikleşme söylemlerine karşın 2009 yılında yaşanan hak ihlalleri şöyledir:

  • Güvenlik güçlerinin şiddetinde önceki yıllara oranla hiçbir azalma olmamıştır. 1 Aralık 2009 tarihine kadar 5 kişi gözaltında, 33 kişi ise cezaevinde yaşamını yitirmiştir. Yargısız infaz,“dur” ihtarı, rastgele ateş açma olaylarında güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren kişi sayısı 46’dır.
  • 2009 yılında 17 faili meçhul cinayet işlenmiştir. Maalesef 1980 yılından 2002 yılına kadar devam eden zorla kaybettirmeler sonucu meydana gelen kayıpların ve faili meçhul cinayetlerin araştırılması konusunda 2009 yılında da 60. Hükümet tarafından güçlü bir irade ortaya koyulamamıştır. Kayıplar bulunmalı, faili meçhul cinayetler ivedilikle aydınlatılmalı, sorumluları cezalandırılmalıdır. Bununla birlikte 1994-1995 yıllarında Cizre İlçesi’nde meydana gelen faili meçhul cinayetler ile ilgili açılan dava umut vericidir.
  • 2009 yılında işkenceye sıfır tolerans söylemi lafta kalmaya devam etmiştir. Bu yıl kasım ayı sonuna kadar TİHV’e işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesi ile 436 kişi başvuru yapmıştır. Bunlardan 252’si bu yıl içinde işkence gördüğünü belirtmiştir.
  • Toplantı ve gösterilere yapılan aşırı güç kullanımı sonucu 9 toplantı ve gösteride 5 gösterici öldürülmüş, 269’u ise yaralanmıştır. Toplantı ve gösterilere müdahale sonucu 1414 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 369’u tutuklanmıştır. Yine bu kapsamda ele alınabilecek bir başka ihlal ise Kürt çocuklarının kâbusu olan TMK’ya muhalefet gerekçesiyle 177 çocuğun bu yıl içinde özel görevli ağır ceza mahkemelerinde yargılanmaya başlanmış olmasıdır.
  • Cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısı giderek artmıştır. 2009 yılı Kasım ayı itibarı ile 117.061 kişi cezaevlerinde tutulmaktadır. Bunların 40.206’sı tutuklu, 19.970’i hükmen tutuklu, 56.885’i hükümlüdür. Bu sayının içerisindeki 2.603’ü ise çocuk tutuklu ve hükümlüdür. Çocuk tutuklu ve hükümlü oranı ise ürkütücü boyutta % 2,22’dir. Cezaevlerinde halen 44 ağır hasta mahpus tedavi edilmeyi beklemektedir. Sürekli toplumda gerginlik kaynağı olan ve yıllardır bir türlü kamuoyu denetimine açılmayan İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nin İHD, MAZLUMDER ve TİHV denetimine açılması isteği bu yıl da kabul görmemiştir.
  • Mevcut hukuk mevzuatı bir bütün olarak düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir niteliğe sahiptir. Sadece Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan, birbiri yerine kullanılabilecek en az 15 (on beş) madde bulunmaktadır ve henüz bunları değiştirmeye yönelik bir çaba yoktur. 2009 yılının ilk on ayında 355 kişi düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte çeşitli davalardan dolayı mahkûm edilmiştir.
  • Basın özgürlüğü alanında da ciddi sorunlar bulunmaktadır. Tutukluluğu devam eden gazeteci sayısı 34’tür. 2009 yılının ilk 11 ayında yayını durdurulan gazete ve dergi sayısı 29’dur. 65 kitapla ilgili olarak dava açılmış ve 4662 internet sitesine erişim yasağı getirilmiştir.
  • Örgütlenme özgürlüğü alanında yaşanan sorunlar katlanarak çoğalmaya devam etmektedir. Siyasal partilerin kapatılması hâlâ bu ülkede en kolay ve olağan bir uygulamadır. Siyasal partiler ve dernekler hakkında açılan kapatma davaları sayısı 6’dır. Çeşitli parti binalarına 129saldırılar düzenlenmiştir. Kolluk kuvvetleri tarafından parti ve çeşitli kurum binalarına 42 kez baskın yapılmıştır. Bu çerçevede KESK’e ve DTP’ye yönelik baskılar öne çıkmaktadır. Özellikle Kürt sorununda demokratik açılımın ilerleyebilmesi açısından DTP hakkında açılan kapatma davası önem taşımaktadır.
  • Başta İnsan Hakları Derneği yöneticileri olmak üzere, insan hakları ve barış savunucuları üzerindeki baskılar artmış, çok sayıda kişi tutuklanmış ve yargılamaya tâbi tutulmuştur.

Sonuç olarak, insan hakları savunucuları olarak bizler, yıllardır böylesi ağır hak ihlallerinin yer aldığı uzun listeler yapmaktan yorulduk ve usandık. Evrensel Bildirge’nin 61. yılında onun sahip olduğu değer ve ilkeleri öne çıkararak bir defa daha haykırıyoruz;

Yaşam hakkının kutsal kabul edildiği ve işkence yasağına mutlak olarak uyulduğu, “dur ihtarına uymadı” diye insanların yargısız infaz edilmediği, düşüncelerini açıkladığı için insanların yargılanmadığı, hapse atılmadığı, çocukların onlarca yıl ceza almadığı, hiç kimsenin etnik kökeni, dinsel inançları, cinsiyeti, cinsel yönelimi, siyasal görüşleri nedeniyle ya da başkaca bir nedenden dolayı ayrımcılığa, nefret söylemine, linç ve benzeri şiddet saldırılarına uğramadığı, siyasal partilerin kapatılmadığı bir Türkiye istiyoruz. Herkese adalet istiyoruz. Hukukun üstünlüğünü istiyoruz. Çoğulcu demokrasi istiyoruz. Şiddetin son bulmasını ve barış istiyoruz.

Böylesi bir Türkiye için, yargı birliği ve bağımsızlığı sağlanmalı, askerîyenin siyasal ve toplumsal yaşam üzerindeki vesayeti son bulmalı, her türlü darbe teşebbüsü ve yasadışı askerî faaliyetler cezalandırılmalı, devlet yapısı çetelerden ve çıkar örgütlerinden arındırılmalı, temel hak ve özgürlükleri geliştiren ve her bakımdan güvence altına alan, özgürlükçü, eşitlikçi yeni bir anayasaya yapılmalı, cezasızlığa son verilmeli, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Sözleşmesi Ek Protokolü (OPCAT) bir an önce TBMM tarafından onaylanıp yürürlüğe sokulmalı, başta insan hakları örgütleri olmak üzere ilgili tüm tarafların katılımıyla her bakımdan bağımsız ve sivil bir “Ulusal İnsan Hakları Kurumu” oluşturulmalı ve hepsinden önemlisi Kürt sorunun barışçıl, demokratik ve adil çözümü yönünde cesur ve kararlı adımlar atılmalıdır.

Yaşasın insan hakları ve özgürlükleri… Yaşasın demokrasi… Yaşasın barış…

Öztürk Türkdoğan

Şebnem Korur Fincancı

İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

Bir cevap yazın