İNSAN HAKLARI, KÜRT SORUNU VE TÜRKİYE

İNSAN HAKLARI, KÜRT SORUNU VE TÜRKİYE
     Eylül 2009

Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan insan hakları ihlallerine dair görüşlere geçmeden önce ihlallerin kaynağından bahsetmek istiyorum. İhlallerin büyük çoğunluğu Kürt’lerin etnik kimlik talebine karşı devletin redde dayalı sert tutumu yatmaktadır. Peki, etnik kimlik sorunu nedir, nerden kaynaklanmaktadır?

Geride bıraktığımız 20. yüzyıl boyunca ulus-devlet modelinin karşısına çıkan en önemli sorunlardan birisi çok sayıda etnik topluluğun bulunduğu bir toplum yapısının demokrasinin temel öncülleriyle uzlaştırılması meselesi olmuştur. Ulus devletin temelinde yer alan felsefenin daha başlangıç noktası itibariyle somut ve olgusal gerçeklikle uzlaşmamasının temelinde ilerleme adına farklı kültürleri yok sayan anlayış yatmaktadır.

1980’lerin sonunda Avrupa’nın önemli bir bölümünde siyasal istikrarı sağlayan sosyalist sistemin çökmesi, özellikle etnik ve dinsel çatışmaların ortaya çıkmasına neden olurken, batılı kapitalist ülkelerde, ulus-devletin meşruiyet temellerini sorgulayan kimlik talepleri, göç ve istihdam sorunlarına bağlı yabancı düşmanlığı başta olmak üzere bir dizi gelişme yaşanmıştır. Önceleri insan toplulukları arasındaki benzerlikler kolektif yaşamın temelini oluştururken, günümüzde vurgu giderek farklılıklar üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. İşte bütün mesele de burada yatmaktadır. Farklılıkların yok sayılması karşılığında bir direnme kültürü yaratmıştır.

Klasik demokraside devlet-yurttaş ilişkisinde birey salt bir siyasal özne olarak algılanmış, dolaysıyla  ‘kimliksiz’ birey anlayışından hareket edilmiştir. Etnisitenin yalnızca yaşanan değil ama aynı zamanda ifade edilen kimlik anlamında da önemli bir etken haline gelmesi, demokrasi kuramının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu hale getirdi.

Günümüzde liberal demokrasilerinin önündeki en önemli sorunlardan birisi, farklı kültürel kimliklerin tanınmasıdır. Buradaki tanınma farklı kimliklerin kamusal alanda tanınmasıdır. Olması gereken kamusal alanın yansızlığıdır. Tanınma olgusu ise kimlik sorunuyla karşı karşıya bırakıyor bizleri. Zira kimliğimiz, büyük ölçüde tanınma ya da onun yokluğuyla biçimleniyor. Tanınmama baskı ve cebirin ifadesidir. Eşitlikçi demokrasi anlayışı, dinsel, dilsel etnik toplulukların eşit statüye sahip olmasını ifade eder. Ama günümüzde demokrasi gömleğinin sürekli daraltılarak zorla giydirilmek istendiğine sık sık tanık olmaya başladık. Ayrımcılığı birçok alanda görmek mümkündür. Dilsel ayrımcılık birçok mevzuat ve yasal düzenlemeyle zorunlu eğitimle kurumsallaştı. Farklı dillerin gündelik hayattan düşmesi için zorunlu eğitim stratejisine sarılıp uygulanmaya başlandı.

Türkiye Cumhuriyeti 1923’de farklılıkların reddi üzerinde kuruldu. Dinsel, inançsal, dilsel ve etnik farklılıklar yok sayılarak tek dil, tek din ve tek etnik kimlik zorla kabul ettirildi. Kürtler ve Araplara karşı asimilasyon politikası, Rumlara mübadele, Ermeniler’e karşı da tehcir politikaları hayata geçirildi. Aleviler, Yezidiler, Lazlar tümden yok sayıldı. Baskı, otorite farklılıkların red ve inkarı karşı koyuşları beraberinde getirmiştir.

Asimilasyon politikaları ilk yıllarda Kürt aydınlarının çocuklarının İstanbul’a getirilip özel okullarda yatılı okutulmasıyla başladı. Çünkü o yıllarda isyan edenlerin başında Kürtlerin ileri gelen aileleri vardı. Ve onların çocuklarının eğitim ile karışık kafasının düzeltilmesi gerekiyordu. 1990’lı yıllardan sonra ise bölgemizde yatılı bölge okullarının açıldığını görmekteyiz. Türkiye’de 5 yıllık olan zorunlu eğitim beş yıl kadar önce 8 yıla çıkarıldı.

AB ülkelerinden aldığımız mesajda Türkiye’nin Kıbrıs sorunu çözmeden sıra Kürt sorununa gelmeyeceği yönünde bir algı var. Kıbrıs’ta insanlar sakat kalmıyor, göç etmiyor, ölmüyorlar. Ama bizim bölgemizde her gün ölüm haberlerini alıyoruz. O nedenle yaşam hakkı ihlallerinin önüne geçmek için Kürt sorununu Kıbrıs meselesinin önüne acilen almalıyız.

Eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen Kürt sorunu hakkında şunları ifade etmektedir; Türkiye Cumhuriyetin en büyük başarısızlığı Kürt meselesidir. Türkiye milli enerjisinin büyük bir kısmını bu yolda israf etmektedir. Türkiye, Kürt sorununun çözümlenmesini sağlayacak bir politika üretmekte daha fazla gecikemez. Başından itibaren teşhisi yanlış koydu. Asimilasyonla hallederiz dediler ama olmadı. Meseleyi terör meselesi olarak gördü. Ekonomik, sosyal, kültürel, kimlik boyutunu göremedi. İhmallerle olayı bu dereceye getirdi. Kürt partilerini teker teker kapattık, ne işe yaradı. Abdullah Öcalan’ın 1999 yılından yakalanmasından 2005 senesine kadar bir sükunet dönemi vardı. Bu iyi değerlendirilemedi, halbuki atılacak adımlarla bu sorun rahatlıkla çözüm yoluna girebilirdi. Problemin ana kaynağı Türkiye’nin içindedir. Bugünkü durum Kürt kökenlerinin etnik ve kültürel kimliklerinin her zamandan daha çok bilincine varmaları nedeniyle eskisine oranda çok daha karmaşıktır. Eski asimilasyon politikasının işe yaramadığı görüldü. Bir entegrasyon politikası üretmek ve vakit geçirmeden uygulamak lazım. Kürt kimliğini tanımak, DTP’yi kapatmamak, Kürt lisanı üzerindeki bütün sınırlamaları kaldırmak, Kürtçe yayın yapan radyo ve televizyonlara müsaade etmek, okullarda seçmeli Kürtçe dersleri vermek, üniversite bünyesinde Kürdoloji Enstitüsü açmak, bugünkü yaklaşım ve vizyonumuzda büyük değişiklik yapmak gerekir.

İnsan Hakları İhlalleri;

Türkiye’deki insan hakları kuruluşlarının raporlarına, AB ilerleme raporuna, ABD’nin insan hakları raporuna, Uluslar arası Af örgütü ve diğer uluslar arası insan hakları kuruluşlarının raporlarına baktığımızda Türkiye’nin İnsan Hakları Karnesinin çok iyi olmadığını görmekteyiz.

AB kriterlerine uyum amacıyla insan hakları alanında yapılmaya çalışılan kısmi iyileşmelerde 2005’ten sonra bir duraklama hatta geri dönüş anlamına gelen birçok yeni hukuki düzenlemeler yapılmıştır. 2005’de yürürlüğe giren yeni TCK’ daki 301 dahil 14 madde, 2006 yılında kabul edilen Terörle Mücadele Yasası ile 2007 yılındaki Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun (PVSK) bazı maddelerinde değişiklik yapan 5681 sayılı yasa bunların en belli başlılarını oluşturmaktadır. TBMM’nin kendi iç prosedürlerine ve teamüllerine dahi uyulmadan alelacele çıkarılan 5681 sayılı yasayla birlikte hak ihlallerinde ciddi bir tırmanma görülmüştür. Polis bu yetkiye dayanarak 2008’de Kürt illerinde Newroz bayramını kutlamak isteyenlerin üzerine panzerlerle müdahale etmiş, aşırı şiddet kullanarak değişik kentlerde 5 kişinin ölümüne, 164 insanın da ağır yaralanmasına neden olmuştur. 23 Nisan’da Hakkari’de çocuklara müdahale eden özel timin silahının dipçiğiyle bir çocuğun kafasını parçalarcasına vurmasının izahı yoktur. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan 13 şube 2 temsilcilikten aldığımız ihlal başvurularına baktığımızda 1999 yılından itibaren ihlallerin azaldığını, 2003 yılından itibaren ihlallerde ise bir tırmanış yaşanmış 2007’de artış yaşanmış, 2008’de korkunç bir boyuta ulaşmıştır.

Yıllara göre Bölgemizde tespit edebildiğimiz ihlal verileri;

2000’de 4021, 2001’de 4291, 2002’de 4176, 2003 yılında 6472 ihlal, 2004 yılında 7208 ihlal,  2005 yılında 7499 ihlal, 2006 yılında 7733 ihlal, 2007 yılında 18.479 ihlalin yaşandığı tespiti yapılmıştır.  2008 yılında ise 35. 992 ihlal yaşanmıştır.

Türkiye’de ihlallere dair AİHM’e Rusya’dan sonra en çok başvuru Türkiye’den yapılmış, çoğunluğu da Kürt ilerinden yapılan ve Türkiye’nin mahkumiyeti ile sonuçlanan dosyalara baktığımızda Türkiye’nin kendi iç hukukunu Anayasa’sını imzaladığı uluslar arası sözleşmeleri sürekli ihlal ettiğini görmekteyiz.

Farklı din ve etnik yapılara tahammülsüzlük; Başta emekli askerlerin ve onlarla hareket eden milliyetçi siyasi parti ve grupların orta ve alt sınıfları etkileyerek yaşam hakkı ihlaline varan saldırılar düzenlendi.  Rahip Santoro, Hrant Dink, Malatya’da üç Hıristiyan’ın hunharca öldürülmesi olayları farklılıklara tahammülün olmadığını ortaya çıkarmış, bölgemizde bulunan farklı dinsel gruplarda kaygı ve endişeye yol açmıştır.

Linç girişimleri; Türkiye’nin batı illerinde yaşayan Kürtlere yönelik planlı linç ve toplu saldırılar yapılmıştır. Yoksul mevsimlik Kürt işçilerin batı illerinde barındırılmasına mülki amirler izin vermemiş, onları kovmuştur. Alttan alta Kürtlerin, ülkeyi bölmeye çalıştıklarına dair yazılar, haberler, yayınlar yapılmaktadır. Bu gelişmeler, insan hakları duyarlılığında ciddi bir aşınmaya yol açmaktadır. Ülkede resmi ve sivil geniş toplumsal kesimlere egemen olan otoriter, ayrımcı ve ırkçı zihniyet, tüm demokratik yaşamımız için yok edici bir tehdit haline gelmiştir.  Eylül 2008’de Balıkesir ili Ayvalık ilçesinde Kürtlere karşı yapılan toplu linçte 2 kişi yaşamını yitirmiş, 16 kişi yaralanmış, 15 kişi de gözaltına alınmış, çok sayıda ev yakılıp yıkılmıştır.

Kürt sorunu; Kürt sorunu tarihsel, kültürel, sosyal, siyasal, etnik bir sorun olup, çözümünün de bu etnik ve politik eksende ele alınması ve demokratik yöntemlerle çözülmesi gerekiyor. İlk Kürt isyanı 1806’da Musul’da gerçekleşmiştir. Osmanlı döneminde 13,  Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923’den itibaren 16 olmak üzere toplam 29 Kürt isyanı yaşanmıştır. Bu tarihsel sürecin iyice irdelenmesi bu isyanların nedenlerinin iyice ortaya çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. Şiddet yöntemleriyle, operasyonlarla çözülmeye çalışılan, Kürtlerin varlıklarının, dilinin ve kültürünün inkar edilmesi sorununda, kardeş olan iki halk karşı karşıya getirilmektedir. Kürt sorununun yakın tarihte çözümsüz kalmasında en önemli 2 etken Ordu ve AKP Hükümetidir. Ordunun, basına, stk’lara, siyasete, aydınlara günlük toplumsal yaşama etkin müdahalesi, siyaset üzerindeki vesayeti, AKP hükümetinin Kürtleri inkar eden bakış açısı, sorunu askere havale eden eylem ve politikaları ülke içindeki kaosu derinleştirmektedir. 1984 yılında PKK, 29.cu isyanı başlatmıştır. PKK, Kürt sorunu çözülmediğinden ortaya çıkan bir sonuçtur. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla bir türlü çözülmemesi ve yeniden başlayan çatışma ve operasyonlar, Türk milliyetçiliğini güçlendirmekte ve insan hakları ihlallerine elverişli bir zemin yaratmaktadır.

Sınır ötesi operasyonlar: 2008’de sınır ötesine yapılan operasyonlarla, ülkede ve bölgede kaygı verici yeni bir sürece girilmiş, operasyonlar sonucunda ciddi insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Asker, korucu ve özel timden oluşan güvenlik güçleri yerleşim yerlerine rast gele ateş etmeye, havan ve top atışlarıyla bombalamaya başlamış, sivil yurttaşların can güvenliği tehlike altına girmiştir.  1985’den 2008’e kadar 26 sınır ötesi operasyon yapıldı. Ama Kürt sorunu çözülmedi. Bu sonuçtan artık ders çıkarmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.

İşkence ve Kötü Muamele; İşkence münferit hale gelmiştir, “işkenceye sıfır tolerans” diyen siyasal iktidara bazı rakamlarla cevap vermek istiyorum.  Bölgemizde işkence ve kötü muameleye dair veriler; 2000’de 130, 2001’de 539, 2002’de ise 228, 2003’de 489, 2004’de 338, 2005’de 284, 2006’da 334, 2007’de ise 232, 2008’ de ise 798 başvuru olmuştur. 2008 yılı her açıdan insan hakları ihlallerin en üst düzeye çıktığı bir dönemdir.  Hukuken bu işkencelerden yükümlü olan hükümet doktor raporları, resim ve görüntülere rağmen kaç işkencenin ve işkence iddiasının üzerine gidip, soruşturma ve yargılama süreci başlattı? Kaç idari soruşturma açtı? İçişleri Bakanının verilerine göre 2003-2008 yılları arasında işkence ve kötü muamele yaptıkları iddiasıyla hakkında adli ve idari soruşturma açılan güvenlik güçlerinden % 98’i aklanmış ve takipsizlik kararı verilmiştir. İşkence iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bulunan güvenlik güçleri, memura mukavemet edildiği ve darp edildiği iddiasıyla derhal doktordan rapor alıyor. İşkence gören bu yasal işlemden ceza alabiliyorken işkence yapan güvenlik görevlisi beraat edebiliyor. Bu oran oldukça fazladır.

Kayıplar; 1990’lı yıllarda bölgemizde resmi görevli olan polis, özel tim, jandarma, korucu ve jitem elemanları tarafından gözaltına alınan ve kaybolan 1500’ye yakın insandan bir daha haber alınamadı. Mezarları hakkında hiçbir bilgimiz yok. Her hafta cumartsi günleri saat 12.00’de oturma eylemi yapıyoruz. 5000 civarında ise faili meçhul cinayete kurban gidenler var. Bunların da failleri hala bulunamadı. Ergenekon Davasında yargılanan Levent Ersöz, Veli Küçük, Arif Doğan gibi isimler bölgede işledikleri cinayetlerden dolayı yargılanmıyorlar.

Yaşam Hakkı: Sınır ötesi tezkere ile çatışmalar ve operasyonlar yoğunlaşmıştır. Çatışmalarda asker, gerilla, korucu, polis, özel tim, siviller yaşamını yitirmektedir.  Çatışmalarda yaşamını yitiren gerillaların cenazeleri özellikle Şırnak bölgesinde olanlar ailelerine verilmemekte, DNA testleri için alınan saç ve kan örneklerinin sonuçları bir türlü gelmemekte, çatışmada yaşamını yitiren gerilla cenazelerinin bazen kulakları, başları kesilmekte, askerler cesetlerin üzerine ayaklarını koyarak fotoğraf çektirmektedirler. Çatışmalarda yaşamlarını yitirenlerin verileri; 2000’de 98 ölü, 2001’de 73 ölü, 2002’de 14 ölü,  2003’de 104 ölü, 31 yaralı,    2004’de 219 ölü, 126 yaralı,   2005’de 373 ölü, 238 yaralı, 2006’de 294 ölü, 303 yaralı,   2007’de 393 ölü, 343 yaralanmıştır. 2008 yılında 378 ölüm ve 352 yaralanma olayı meydana gelmiştir. 

Cezaevleri: Türkiye cezaevlerindeki mevcut var olan sorunlar çatışmaların artmasıyla eş zamanlı olarak artmaya başlamıştır. Özgürlük sınırları alabildiğine daraltılmış insanların, en temel insani ihtiyaçları yemek, sağlık, sosyal ihtiyaçlar karşılanmamaktadır. En küçük tepki veya talebe yönelik disiplin cezası mekanizması işletilmektedir.  Cezaevlerinde yaşanan ihlaller; 2001’de 333, 2002’de 158, 2003’de 304, 2004’de 266, 2005’de 398, 2006’da 165, 2007’de ise 147 cezaevi başvurusu gerçekleşmiştir. 2008’ de bölge cezaevlerinde yaşanan ve tespit edebildiğimiz ihlal sayısı 799 olmuştur.Cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlüler sindirilmekte, bandrollü yayınlar verilmemekte, Kürtçe yazılı yayınlar tercüman bulunmuyor gerekçesiyle ret edilmekte; sistemli bir ihlal, hukuk aykırı, politik saikle insanlık dışı bir baskı yapılmaktadır. Bir ülkenin aynası cezaevleridir.

Bir ülkenin cezaevlerine bakarak demokrasisinin ne durumda olduğu hakkında fikir sahibi olabiliriz. Cezaevlerine Kürtçe gazete/kitap sokulmazken, telefon görüşmelerinde veya açık ve kapalı görüşlerde ailesiyle Kürtçe konuşmak isteyen ailelerin görüşleri engellenmektedir. Buna dair Meclis insan hakları komisyonuna yaptığımız başvuru sonucunda bize “Kürtçe dışında dil bilmediğini ise polis marifetiyle araştırılması gerekiyor.” Denilerek bir mevzuat iletildi. Kürtçe mektup yazmak isteyen tutuklu ve hükümlü çeviri ücretini verip öyle yazabiliyor.

Ana dil yasakları: AKP Hükümeti, AB yolunda kararlılıkla ilerlediğini, evrensel pozitif hukuku ve insan haklarını egemen kılacağını söylemekte, temel insan haklarından olan anadilin, toplumsal-kamusal alanda kullanılmasının önündeki tüm engelleri kaldırması bir yana, bürokratik uygulama ve yargıdaki soruşturma/dava/ceza kıskacı ile ihlallere kaynaklık etmeye devam etmektedir. Okullarda ana dilde yayın talepleri ile Kürtçe çocuk isimlerine dair yasaklar ve Belediyelerin Kürtçe temizlik broşürü, davetiye, yılbaşı kartlarına davalar açılmakta, siyasi parti temsilcilerine parti üyelerini Kürtçe selamladığından dolayı dava açılmakta, W, X, Q, î  harflerine dair yasaklar devam etmektedir.

Düşünce ve İfade Özgürlüğü:  Mevcut yasalar da zorlanarak  bu soruşturma/davalar açılıyor, cezalar veriliyor. Yargı mekanizmasında bağımsızlaşamama, özgürlükçü bir hukuk anlayışına sahip olamama ve demokratik kültür sorunu olduğu gözlenmektedir. 2002’de 101, 2003’de 1199, 2004’de 2642, 2005’de 3152, 2006’da 1777, 2007’de ise 2974 ihlal gerçekleşmiştir. 2008 yılında 5315 kişi hakkında düşüncelerini ifade ettiği için soruşturma/dava açılmış, cezalar verilmiştir. 2007 AB ilerleme raporunda düşünce ifade özgürlüğü önünde engellerin arttığı ifade edilmektedir.

Kadın intiharları: Kadın intiharlarında ciddi bir artış söz konusudur.  2001’de 97, 2002’de 140, 2003’de 146, 2004’de 131, 2005’de 365, 2006’da 180,2007’de 189 intihar gerçekleşmiş, çoğu intihar vakaları kadın intiharlarıdır. 2008’de 184 kadın intihar etmiştir. Çatışmaların yoğunlaşmasıyla beraber intiharların arttığını gözlemlemekteyiz. 2008 yılı ilk altı ayında, toplumsal alanda yaşanan 227 şiddet, taciz ve tecavüz olayında 5 kadın yaşamını yitirmiştir. Yetersiz de olsa, son yıllarda kadın lehine yapılan yasal değişikliklerin kadına yönelik ihlalleri önleyemediği, ayrıca, ciddi idari tedbirlere ve kültürel bir değişime ihtiyaç olduğunu da ortaya çıkarmıştır.

Çocuklar; 1990’yıllarda köylerin zorunlu olarak boşaltılması ile büyük şehirlere göç eden ailelerin çocukları, eğitim, sağlık, barınma gibi zorunlu ihtiyaçlardan yoksun olarak büyük bir sorun alanını ortaya çıkarmıştır. 1990’lı yıllardan sonra sokakta çalışan ve yaşayan çocuk sorunu can alıcı şekilde orta yerde duruyor. Polise taş attıklarından dolayı haklarında 23-40 yıl arasında ceza istenen, uzun süre tutuklu kalan çocuklar şimdi en önemli sorunumuz. 2006-2007’de TMK, TCK 220, 314 maddelerine muhalefetten dolayı 1572 çocuk yetişkinlerin mahkemelerinde yargılandı. Bu çocukların tamamına yakını Kürt çocuklarıydı. Gözaltına alınan çocukların nerdeyse tamamına yakını işkence kötü muamele gördüğünü iddia etti. Doktor raporları da bunu doğruladı. Suç duyuruları yapıldı. Peki, ne oldu? Kocaman bir hiç.

Orman yangınları: 2001’de 8, 2004’de 8, 2005’de 3, 2006’da 20, 2007’de 55 orman yangını gerçekleşmiştir. 2008’de 58 alanda orman yangını meydana gelmiştir. Yangınlarına dair iddialar; operasyon/çatışma sonrası güvenlik güçlerinin yaktığı şeklindedir. Çevre tahribatı ve sonuçları dünyanın gündemini meşgul ederken, AKP hükümeti ve yetkililer Türkiye’nin batı illerinde meydana gelen orman yangınlarına karşı seferberlik ilan ederken, Kürt illerindeki orman yangınlarına karşı hiçbir tepki gösterilmemesi ise doğrusu anlaşılır değil.

ÖNERİLERİMİZ:

1. Hiçbir devlet, insan hakları ihlalini haklı göstermeye çalışarak, herhangi bir gerekçenin arkasına saklanamaz. Devletler insan haklarına uyuyorlarsa meşrudurlar. Antidemokratik olan Terörle Mücadele kanunu, Türk Ceza Kanunun 220 maddesi ve anti demokratik olan kanunlar, yönetmelikler değiştirilmeli, zihinsel bir değişim ve dönüşümün önü açılmalıdır. Devletin, İnsan Hakları kültürünün geliştirilmesi amacıyla etkin bir çalışma başlatması ve insan haklarına uymayan güvenlik güçleri hakkında etkin bir soruşturma açmasını talep ediyoruz.

2. Acilen operasyonlar durdurulmalı, silahlar susturulmalı, AKP tarafından 13 Kasım’da TBMM’de gündeme alıp başlattığı demokratik açılım ve diyalog süreci geliştirilmeli, göstermelik bazı adımlar yerine cesur ve somut adımlar atılmalıdır. Kürt sorununun güvenlik politikalarıyla çözülmeye çalışılmasından vazgeçilmesini, CHP-MHP tarafından estirilen milliyetçi rüzgarın bir önce sonlandırılmaya çalışılmasını, barışçıl ve diyalog yöntemlerin gündeme taşınmasını, AKP hükümetinin ve ordunun iki halkın bir arada yaşama istencine uygun barışçıl çözümler üretmesini talep ediyoruz.

3. 1923’den itibaren çıkarılan ve Kürtlere dair her şeyi ret ve inkar eden, tek dil, tek kültürü dayatan, köy ve mezra isimlerinin,  dağ ve ova isimlerinin, çocuk isimlerinin, Kürt dilinin, kültürünün kullanılması, önünde engel olan yasa ve mevzuatın kaldırılmasını talep ediyoruz.

4. Geçici köy koruculuğunun kaldırılmasını, köye geri dönüşlerin sağlanmasını, zararı olanların zararlarının karşılanmasını talep ediyoruz.

5. Dağlarda, cezaevlerinde ve diğer ülkelerde olan örgüt üyelerine yönelik olarak koşulsuz ve kapsamlı bir AF çıkarılmasını, karşılıklı birbirini AFFETME’nin ortamının oluşturulmasını talep ediyoruz.   

6. DTP’nin kapatılması Kürt halkının siyasal iradesinin engellenmesi anlamına gelir ve bu olay şiddeti tırmandıracaktır.

7. 14 Nisan 2009 tarihinden beridir tutuklanan 450 DTP’li yöneticilerinin derhal bırakılmasını ve DTP’nin üstündeki baskıların sonlandırılmasını talep ediyoruz.  

8. 12 Eylül askeri darbe ürünü olan 82 Anayasası mutlaka kaldırılmalı, farklı kültürlerin ve aidiyetlerin kendisini içinde görebildiği, vatandaşlık tanımının yeniden düzenlendiği yeni bir Anayasa talep ediyoruz.

9. Seçimlerde uygulanan % 10’luk seçim barajı AB standartlarına uygun hale getirilip % 5’e çekilmelidir.  Bu baraj Kürtler’in siyasi iradelerinin engellenmesidir. Bu barajın kaldırılmasını talep ediyoruz.       

10. Geçmişle Yüzleşme, Hakikatleri araştırma ve Adalet komisyonu kurularak son yirmi beş yılda yaşananların ortaya çıkarılması için aydınlardan, Stk’lardan oluşan geniş katılımlı, kayıpların, faili meçhul cinayetlerin ihlallerin araştırılmasını talep ediyoruz.

11. Merkezi hükümetin yetkilerinin yerele aktarılarak, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini bu amaçla idari reformun yapılmasını talep ediyoruz.

“Dünyadaki tüm halklara özgür ve ihlalsiz bir yaşam diliyorum…”

Av. Muharrem ERBEY
İHD Diyarbakır Şube Başkanı, Genel Başkan Yardımcısı

Bir cevap yazın