Türkiye’de, Dünya Barış Günü olarak kutlanan 1 Eylül vesilesiyle barışın egemen olduğu bir dünyada yaşamak istediğimizi bir kez daha belirtmek istiyoruz. Barış hakkı, bir insan hakkıdır.
Birleşmiş Milletler, 1945 yılında kabul ve ilan edilen BM Şartı ile kurulmuştur. Şartın Giriş bölümü ile 1 ve 2. maddelerinde Birleşmiş Milletler’ in barış ile insan hak ve özgürlüklerine saygıyı güçlendirme amacı vurgulanır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin başlangıç maddesi ile 28. maddesinde barış ve barışın temellendirileceği uluslararası ve ulusal sosyal düzenlerin, bu bildiride yer alan haklara ve özgürlüklere dayanması gerekliliği vurgulanır. BM Genel Kurulu, Halkların Barış Hakkına Dair Bildiriyi Genel Kurul’un 12 Kasım 1984 tarihli oturumunda kabul ve ilan etmiştir. Bildiride barış hakkının kutsallığı, bu hakkı korumanın ve uygulanmasını sağlamanın da devletler için bir yükümlülük olduğu vurgulanır.
BM Genel Kurulunun 19 Aralık 2016 tarihli kararı ile Barış Hakkı Bildirisi kabul ve ilan edilmiştir. BM İnsan Hakları Konseyinin 22 Haziran 2017 tarihli kararı ile de barış hakkının desteklenmesi gerektiği üye ülkelere hatırlatılmıştır.
Barış talebinin, medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar; ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır. Bu metinlerde İHD’nin de benimseyip paylaştığı temel yaklaşım, barışın insan hakları ve özgürlüklere dayalı oluşudur. İnsanlar arasındaki her türden eşitsizlikler, hakların ve özgürlüklerin tanınmayışı, savaşların ve çatışmaların temel sebebidir. O nedenle, İHD olarak her şart altında ve dünyanın neresinde olursa olsun, barışın haklara ve özgürlüklere dayalı olarak sağlanabileceği düşüncesindeyiz.
Türkiye etnik, dilsel, dinsel ve kültürel özellikleri bakımından çoğulcu bir dokuya sahiptir. Çoğulculuk, İHD’nin pek çok kez vurguladığı ve yansıttığı, “herkes farklı, herkes eşit” sloganında ifadesini bulur. Çoğulculuk aynı zamanda demokrasinin de temelidir. İHD demokrasi ile insan hakları arasında koparılamaz bir bağ bulunduğu düşüncesindedir. O nedenledir ki, İHD Türkiye’nin temel sorununun insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunun altını çizmiş ve bu temel sorununun en önemli halkasının da Kürt sorunu olduğu tespitinde bulunmuştur.
Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorununu çözebilmesi için barış sürecinin inşa edilmesi gereklidir.
Türkiye, Kürt sorunu gibi temel sorunlarını diyalog ve müzakereye dayalı çatışma çözüm yöntemleri kullanarak çözememiş bir ülkedir. Bu nedenle silahlı çatışmalar ülke içi ve ülke dışında devam etmektedir.
Kürt sorununun çözümsüzlüğünün yarattığı silahlı çatışma hali, hayatın tüm alanlarını etkilemektedir. Halen Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz, Kürt sorununda yaşanan bu çatışmalı ortam göz ardı edilerek açıklanamaz. Devletin silahlı çatışma ve savaş halini sürdürmek için ülke içinde ve ülke dışında (Suriye, Irak ve Libya) yürüttüğü askeri faaliyetlerin ekonomik maliyeti oldukça yüksektir. Türkiye çok uzun yıllardır silahlı çatışma ortamını yaşamaktadır.
İHD verilerine göre 2015, 2016, 2017, 2018 ve 2019 yıllarında silahlı çatışmalarda 3.709 kişi (asker, polis, korucu, silahlı militan ve sivil) yaşamını yitirmiş, 2878 kişi yaralanmıştır. Silahlı çatışma ortamının etkisiyle tüm Türkiye’de 2015, 2016, 2017, 2018 ve 2019 yıllarında 984 kişi yargısız infaz sonucu yaşamını yitirmiş, 1220 kişi yaralanmıştır. Aynı dönemde, yasa dışı örgütlerin saldırıları başta olmak üzere faili bilinmeyecek şekilde saldırıya uğrayıp yaşamını yitiren insan sayısı 672, yaralı sayısı ise 3888’dir. Bu rakamları topladığımızda 5.365 kişinin öldüğünü, 7986 kişinin yaralandığını görmekteyiz. Bu tablo ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlalleri gerçekleştiğini göstermektedir. TİHV verilerine göre ise 16 Ağustos 2015’ten 1 Ocak 2020 tarihine kadar geçen süre içerisinde toplam 11 il ve en az 51 ilçede tespit edilebilen en az 381 resmi sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşmiştir. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı il ve ilçeler ile kırsal bölgelerdeki silahlı çatışma halinin sonuçları oldukça ağırdır. Yüzlerce sivil can kaybının yanı sıra tahrip edilen yerleşim yerleri sonucunda yerlerinden zorla edilen yaklaşık 500 bin kişi bulunmaktadır. Oysa barış ve çözüm süreci olarak adlandırılan 2013-2015 tarihleri arasında, çatışmasızlığın Türkiye toplumuna yaşattığı huzur dönemidir. Son beş yılda ise yaşanan silahlı çatışmalarda binlerce insan yaşamını yitirmiş ve yaralanmıştır.
Kürt sorunu çözülmediği için Türkiye’nin ülke içinde yürüttüğü askeri operasyonlar Suriye’ye müdahaleye kadar uzanmış, 2016 yılında Suriye’nin Cerablus-Azez bölgesinden sonra 2018 yılında Afrin bölgesine de müdahaleyle sonuçlanmıştır. Ocak 2018’de başlayıp Mart 2018’de sona eren Afrin’e yönelik askeri müdahalede çok sayıda sivilin yaşamını yitirdiği, başta BM olmak üzere dünya kamuoyunun bilgisindedir. Türkiye, Suriye’deki askeri operasyon ve nüfuz alanını Fırat’ın Doğusuna yaymış, burada belirli bir bölgeyi kontrolü altına almıştır. Bunun yanı sıra Türkiye’nin halen Irak’ın kuzeyinde Federe Kürdistan Bölgesi’nde aralıksız askeri operasyonlar yaptığı bilinmektedir. Bütün bu bölgelerdeki başta sivil can kayıpları olmak üzere meydana gelen ağır insan hakları ihlallerinin soruşturulmadığı, sadece uluslararası kuruluşların raporlarında yer verildiği, BM yetkili organları tarafından yakın takibe alındığı bilinmektedir. Bunun dışında kesin can kayıpları hakkında herhangi bir sağlıklı bilgi de alınamamaktadır. Görüldüğü gibi Kürt sorununun çözümsüz kalması durumunda, çatışma ve savaşın kapsadığı alan giderek büyümektedir. Bunun insani ve mali açıdan sürdürülebilir bir yanı yoktur.
Türkiye’de silahlı çatışma ve savaşın etkilerinin bu kadar ağır olduğu bir ortamda insan hakları savunucularının barış hakkını savunması ve barışın inşa edilmesi çalışmalarına katılması, aynı zamanda bir mücadele gerektirmektedir. Denilebilir ki, Türkiye’de barışın inşası, barış hakkı mücadelesidir.
Türkiye’de barışın inşasına giden yolda, insan haklarının temeli olan insan onuru, eşitlik, özgürlük ve adaleti asla unutmamamız gerekir.
Türkiye’nin kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın erkek eşitliği bakımından mutlaka savunması gereken Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi nedeniyle yapılan tartışmalar oldukça ibret vericidir. Kadına yönelik şiddetin önlenemediği ve giderek arttığı bir dönemde İstanbul Sözleşmesinin tartıştırılması şiddet politikalarının ne denli egemen olduğunu da göstermektedir. Denilebilir ki İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak medeniyetin bir ölçüsüdür. Bunun dışında elbette ki kadınların hak mücadelesinin çok ciddi kazanımlar elde ettiği ve barışa giden yolda kadın hakları mücadelesinin elzem olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye demokrasisinin geldiği nokta maalesef 82 Anayasasının gerisine düşen 2017 anayasa değişikliği ile tek kişi yönetimine dayalı otoriter bir yönetim biçimidir. Ancak buna karşın demokrasi ortak paydasında buluşabilen ve tek kişi yönetimine dayalı otoriter anayasayı reddeden büyük bir çoğunluk olduğu gerçeği umutlarımızın güçlenmesini sağlamaktadır. Türkiye halkı bir bütün olarak barış mücadelesinin yanı sıra yeniden demokrasiye giden yolu açacak, demokratik tutumlar gösterecek demokrasi mücadelesi bilincine ulaşmış durumdadır.
Demokrasi için ifade özgürlüğünü mutlak bir şekilde kullanmak isteyen on binlerin hapishanelerde tutulduğu ve dışarıdaki milyonların hapsedilme tehlikesi altında mücadele etmek zorunda bırakıldığı bir korku iklimi yaratılmıştır. Bu korku ikliminde adalet arayan tutuklu avukatların süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi yapması ve Av. Ebru Timtik’in adalet uğrunda yaşamını yitirmesi adalet mücadelesinin geldiği noktayı göstermektedir. Tam da böylesi zamanlarda yüksek sesle adaleti ve barışı savunmanın, bu korku iklimini değiştirecek bir içeriğe sahip olduğu özellikle belirtmek isteriz.
Kalıcı barış için çatışma nedenleri ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için ilk yapılması gereken çatışmaların durması, diyalog yollarının açık tutulması, insan hakları ve demokrasi eksenli çözüm arayışlarına imkân sağlanmasıdır. Bunun için de barışın inşası için Abdullah Öcalan ve arkadaşlarının tutulduğu İmralı Hapishanesindeki tecridin kaldırılması ve CPT raporlarının gereğinin yerine getirilmesi, kayyım uygulamalarına son verilerek görevden alınan tüm belediye eş başkanlarının görevlerine iade edilmesi, infaz kanunundaki ayırımcı düzenlenmenin iptal edilerek siyasi mahpusların salıverilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin yönetim sisteminin otoriterleştiği koşulların ortadan kaldırılarak demokrasi ve insan haklarına dayalı yeni bir toplum sözleşmesi yapması, barıştan ve barışı savunmaktan geçmektedir. Bunun için de ülkemizdeki demokrasi güçlerinin kararlı birlikteliği sürdürülebilir yeni bir barış sürecinin başlaması için en önemli güvence olacaktır. İHD, Türkiye’de barış ve demokrasiden yana kesimlerin birlikte mücadelesinin sonuç alacağı inancındadır.
İHD olarak, ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada barışın egemen olduğu bir yaşam için insan hakları mücadelemizi sürdüreceğiz.
İnsan Hakları Derneği