İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen’e Açık Mektup

Sayın Rüştü Kazım Yücelen
İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı
Ankara

Sayın Bakan,
Son günlerde İnsan Hakları Derneği’ne yönelik baskılar giderek yoğunlaşmaktadır. Karşı karşıya kaldığımız bu baskılara dikkatinizi çekmek istiyorum.

28 Kasım 2000: Malatya Şubemiz, şube binasında toplatılmış yayın bulundurduğu gerekçesiyle, Valilik Makamının isteği üzerine, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından süresiz olarak kapatıldı.

7 Aralık 2000: Valilik makamının oluru ile Gaziantep Asliye 4. Hukuk Mahkemesi tarafından İHD Gaziantep Şubesi, F tipi Cezaevlerini protesto etmek amacıyla açlık grevi başlattığı gerekçesiyle süresiz olarak kapatıldı.

17 Aralık 2000: İHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri, çalışanları ve üyeleri gözaltına alındı. Şube polis tarafından arandı ve pek çok evraka el konuldu.

19 Aralık 2000: İHD Van Şubesi, dernek binasında açlık grevi yapılmasına izin vermesi nedeniyle, Dernekler yasasına aykırılıktan, Van Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından süresiz kapatıldı.

22 Aralık 2000: Karatay Kaymakamlığının oluru ile İHD Konya Şubesi, dernekte bulunan afişler nedeniyle, derneğin amacı dışına çıktığı gerekçesiyle 45 gün süre ile kapatıldı.

23 Aralık 2000: İHD Ankara Şubesi DGM kararı ile basıldı ve arandı. 5 kişi gözaltına alındı. İki Bilgisayarın yanısıra Adalet Bakanlığı’ndan alınan belgeler ve cezaevleriyle ilgili dokümantasyona el konuldu.

1 Ocak 2001: İHD Bursa Şubesi gece yarısından sonra Terörle Mücadele Şubesi tarafından basıldı ve ikisi açlık grevinde 4 dernek üyesi gözaltına alındı. Şube daha sonra Dernekler Masası polislerince güvenlik gerekçesiyle mühürlendi. 2 Ocak tarihinde ise mühür açılarak İHD yöneticilerine teslim edildi. 8 Ocak tarihinde de Bursa şubemiz süresiz olarak kapatıldı.

2 Ocak 2001: İzmir DGM Cumhuriyet Savcılığının 20 Aralık 2000 tarihinde yaptığı kontrolde Dernek binasında üye olmayan 16 kişinin bulunması nedeniyle İHD İzmir Şubesi 2 Ocak 2001 tarihinden itibaren 10 gün süre ile kapatıldı.

Sayın Bakan,
Yukarıdaki uygulamalardan bazıları yargısal tasarruflar ile güçlendirilmiş uygulamalardır. Biz buna, “yargı gölgesi” diyoruz. Bu durumun, yürütme organına, geliştirdiği baskı için bir manevra alanı yarattığının farkındayız. Olan bitenin, rastlantısal olmadığını da biliyoruz. Tasarruflar, görünüşte yerel yönetici ve yargı kurumlarının tasarrufları gibi olsa da, ortaya çıkan tablo belirlenmiş bir politikanın varlığını göstermektedir.

Yalnızca bununla sınırlı da değil:

Sayın İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın üstü örtülü biçimde dile getirdiği, ” bazı sivil toplum örgütlerinin ülkemizi jurnallediği” biçimindeki ya da zaman zaman sivil toplum örgütlerini töhmet altında bırakıcı diğer açıklamaları,

Sayın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün uzun zamandır dile getirdiği ve genel bir niteleme ile “bazı sivil toplum örgütleri açlık grevleri ve ölüm orucu eylemlerini desteklemektedir” şeklindeki açıklamalarını somutlaştırıp, İHD’yi “ölüm orucu eylemlerini desteklemeye son versinler” şeklinde suçlaması,

Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Sayın Devlet Bahçeli’nin, üstü örtülü biçimde Adalet Bakanı’nın açıklamasını referans alarak yaptığı, ” insan hakları ve demokrasi arkasına saklanarak eylemleri destekleme” suçlamaları,

belirlenen politikanın ne olduğunu göstermektedir.

Sayın Bakan,
6 Ocak 2001 Cumartesi günü, İHD Ankara Şube Başkanı Lütfi Demirkapı, Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde basın açıklaması yapmak istemiş ve fakat gözetim altına alınmıştır. Sizin ilginiz sonucu, aynı akşam serbest bırakılmıştır.

7 Ocak 2001 Pazar günü, İHD İstanbul şubesi Başkanı Eren Keskin gözetim altına alınmış ve akşamüzeri serbest bırakılmış, Pazartesi günü sabah cumhuriyet savcılığına gelmesi istenmiştir. Eren Keskin bu nedenle Pazartesi günü yurtdışında olması gerekirken yurtdışı programını iptal etmek zorunda bırakılmıştır.

8 Ocak 2001 tarihinde, İHD Genel Merkezi’nde tarafımdan düzenlenen basın toplantısına 8 sivil polis gelmiştir. Basın toplantısı metni ve basın toplantısında ne söylediğim sorulmuş, kendilerine basın toplantılarını haber vermemiz istenmiştir. Bu konuşmalar 6 televizyon kamerasının önünde gerçekleşmiştir. Basın açıklamalarının açık havada yaptırılmaması uygulaması, kendi binalarımıza da yansıtılmıştır. Bunun anlamı, binalarımızın anahtarlarının bir örneğinin de güvenlik kuruluşlarına verilmesi ve haklarımızı onlar tarafından izin verilen ölçüde kullanmamızın istenmesidir. Aynı gün, aynı saatlerde İstanbul Şubemizin şube binasında düzenlemek istediği basın toplantısı da engellenmiştir.

Sayın Bakan,
Kuruluş tarihimiz olan 1986’dan beri, önceki Genel başkanımız Akın Birdal’a suikast düzenlediği Nisan-Mayıs 1998 dönemi hariç, bir ay gibi kısa bir dönemde, bu denli ağır bir baskı ile karşı karşıya kalmadık. Şimdilik, “kapatmak suretiyle susturma” yöntemi uygulanmaktadır. Bu politikanın yakın gelecekte nasıl bir seyir izleyeceğini, yönetici organlarda görev yapanların fiziki varlıklarına yönelim olup olmayacağını da bilmiyoruz.

Sayın Bakan,
Sizin insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için gösterdiğiniz çabaları biliyoruz. Şikayetlerimizin giderilmesi için de çaba göstereceğinize inanıyoruz. Konunun Türkiye’de insan hakları ve demokratik standartların yükseltilmesi ana konusunun bir parçası olduğu açıktır.

Sayın Bakan,
Son günlerde gündemde olan F Tipi cezaevlerine sorununa yönelik olarak da görüşlerimizi bilginize sunmak istiyoruz. İHD, F tipi cezaevlerine, tutuklu ve hükümlülerin tecriti sonucunu doğuracağı için karşı çıkmaktadır. Terörle Mücadele Yasası’nın 16.maddesi, anılan yasaya göre tutuklanan ve hükümlü olanların birbirleriyle haberleşmelerine ve irtibatlarına engel olunacağını öngörmektedir. Bu hükme göre inşa edilen cezaevlerinde bulunan odalar (biz bu odaları tutuklu ve hükümlülerin izolasyonunu amaçladıkları için hücre olarak niteliyoruz) ortak yaşama alanlarına da açılmamaktadır. Ortak yaşama alanları olarak sunulan kütüphane, spor salonları ve iş atölyeleri ise idari binaların bulunduğu kısımlardadır ve bu ancak ” götürülmekle” olanaklıdır. Bu alanlardan kimlerin, hangi koşullarda yararlanacakları da belirsizdir. Ortak yaşama alanlarından yararlanma, ancak ödüllendirme olarak kullanılabilecektir. Hatta tek kişilik hücrelerde bulunanların gündüzleri havalandırmaya çıkmaları da ödül ya da ceza sistemine bağlanabilme risklerini taşımaktadır.

Yetkililerin, “hayata dönüş operasyonu” olarak nitelendirdiği operasyonda, 32 kişi yaşamını yitirmiştir. 35 kişi şu anda ölüm orucunun 82. günündedir. Süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eylemine başlayan ve sürdürenlerin sayısı operasyondan sonra artmıştır. Operasyonun, F tipi cezaevlerine sevkleri sağlamak için yapıldığı anlaşılmaktadır.19 Aralık 2000 tarihinde Sayın Adalet Bakanı, cezaevlerinin dolu oluşundan hareketle F tiplerine, F Tipleri kullanıma hazır olmadığı halde sevklerin yapıldığını bildirmişti.9 Aralık 2000 tarihinde de toplumsal mutabakat sağlanmadan ve hukuksal alt yapı hazırlanmadan, anılan cezaevlerinde uygulamaya geçilmeyeceğini açıklamıştı. Hatta, Sayın Bakan, 17 Aralık 2000 tarihinde 10 demokratik kitle örgütü ve siyasi partinin üst düzey temsilcileri ile birlikte kendilerini ziyaret ettiğimizde ve aynı gün kamuoyuna yaptığı açıklamada, 9 Aralıktaki açıklamalarını yinelemişlerdi.

Sayın Bakan,
Devlet adına kamuoyunun bilgisi dahilinde verilen sözler tutulmalıdır. Bir gecede, 20 cezaevine operasyon düzenlenebiliyor ve nakiller yapılabiliyorsa, üç f tipinde bulunan tutuklu ve hükümlüleri de, şartla salıverme yasası nedeniyle en az 30.000 kişi tahliye olduğuna göre, çeşitli cezaevlerine göndermek olanaklıdır. Daha sonra Adalet Bakanınca açıklanmış program doğrultusunda, uzmanlık kuruluşlarının da görüşleri alınarak, ortak yaşam alanları ve hukuksal alt yapı oluşturularak da cezaevleri hizmete açılabilir.19 Aralık operasyonu sırasında ve sonrasında, bizim bulgularımıza göre yoğun insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Şikayetler ciddiyetle soruşturulmalıdır. Sorunlarının son çare olarak ölüm orucu eylemi yapmak suretiyle çözüleceğini, bunun kendileri için bir zorunluluk olduğunu düşünen ya da hisseden insanların, bu düşünce ve histen kurtulmasının yolu, böyle düşünme ya da hissetmelerine neden olan koşulların süratle değiştirilmesinden ya da değiştirileceğine ilişkin güçlendirilmiş açıklamalardan geçmektedir.

Aydınlar, sanatçılar ve demokratik kamuoyu ve insan hakları örgütlerinin son operasyonla birlikte her nasılsa oluşmuş devlet iradesine güvenleri kalmamıştır. Güven sorunu yalnızca tutuklu ve hükümlülerin sorunu değildir. Devlet adına verilen sözler oyun oynamak için verilen sözler değildir. Görüşmelerde bulunan TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi Mehmet Bekaroğlu’nun aldatıldıklarına dair hisler taşıdıkları yolundaki görüşleri, hepimizdeki ortak hissiyattır ve bu birkaç kişi ile de sınırlı değildir. Yurttaşlarının güvenini yitirmiş devlet, ejderha olsa ne ifade eder. Gerçekte böyle bir devlet- sözüne güvenilmez devlet- güçsüz bir devlettir.

Sayın Bakan,
Cezaevlerinde şu anda yaşanan sorunlar, yalnızca Adalet Bakanlığı’nın görev ve yetki alanı ile sınırlı değildir. Bakanlığı’nızın sorunların çözümü konusunda yol açıcı bir işlevinin olacağını düşünüyoruz. O nedenle de sizden acil olarak girişimde bulunmanızı istiyoruz.

Öncelikle tecritin kaldırılması ve mahpusların birbiriyle görüşmelerinin sağlanmasının önemine işaret etmek isteriz.

Saygılarımızla.

Hüsnü Öndül
Genel Başkan

Bir cevap yazın