Bugün 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele günü”. Dominik Cumhuriyetinde Mirabel Kardeşlerin katledildiği gün olan 25 Kasım, 1981 yılından bu yana tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” olarak ilan edilmiştir. İHD’li kadınlar olarak, tüm ezilenlerin özgürlüğü, kadının özgürlüğü için mücadele ederken yaşamını tüm yitirmiş olan kadınların önünde saygıyla eğiliyoruz.
Kadınların ezilmişliğinin, şiddete uğramasının tarihçesi oldukça eskilere dayanmaktadır. Kadına karşı düşmanlık tarih boyunca devam etmiştir ve görünen o ki devam edecektir. Ancak bu bir kader değildir. Kadınların mücadelesinin tarihi de yeni değildir. Ne yazık ki tüm coğrafyalarda kadına yönelik şiddet devam ederken savaşın coğrafyası olan Ortadoğu’da kadınlar ve çocuklar; savaşların en çok ezileni ve acı çekeni olmak durumunda kalmaya hala devam ediyorlar.
Kadına yönelik şiddet, sistem politikalarının sonucudur. Erkek egemen siyasetinin tüm uygulamaları, kapitalizmin devam edebilmesi için kullanılan tüm araçlar, eşitsizlik, savaş ekonomisi, tekrar tekrar üretilen şiddeti meydana getirmektedir. 2011 yılında Suriye’de başlayan savaşta 5 bin’e yakın Ezidi kadın, Işid tarafından esir alınmış ve 3 bin kadının hala akıbetleri bilinmemektedir. Suriye’de Işid’den alınan Bağuz yakınlarında, kadın ve çocukların gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Binlerce kadın ve çocuk yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmıştır. Kadınlar ve çocuklar köle olarak esaret altında kalmış, şiddete uğramışlardır. Daha yenilerde Ankara Keçiören’de Işid’li birinin elinde esir olarak bir kadın ortaya çıkartılmış ve ailesi tarafından geri alınmıştır.
Kadına karşı şiddet çok boyutludur. Fiziksel, psikolojik, sosyolojik ve ekonomik şiddet halinde devam etmektedir. Ve tüm kadınlar ne yazık ki bu şiddetten farklı boyutlarda da olsa etkilenmeye devam ediyorlar.
Dünya Ekonomik Formu tarafından Cinsiyet Eşitliği 2018 raporuna göre Türkiye 149 ülke arasında 130. sıradadır. Ülkenin mevcut olan siyası yapısı, toplumsal cinsiyet eşitliğini yok saymakta ve siyasetçilerin söylemleri de bu yönde olmaktadır. Mevcut olan politikalar kadını daha çok ev içine hapsetmekte, toplumsal hayattan ve toplumsal yaşama eşit katılımdan uzak tutmaya çalışmaktadır.
Kadınların siyasete katılımı erkeklerle eşit oranda mümkün olmuyor. Parlamento’da 600 milletvekilin yalnızca 102’si kadındır. Ülkenin Parlamentosu aslında bu hali ile toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en çarpıcı göstergesidir. Kadın politikalarına erkekler karar veriyor. Siyasette yer alabilme imkanı bulabilmiş kadınlar etkili alanlarda değil daha tali alanlarda görev alabiliyor. Siyasete katılımdaki bu düşük oran yalnızca milletvekilliği olma şeklinde değildir, bugün siyasi partilerin içindeki temsiliyette kadınlar yok denecek kadar azdır.
Kadınların nafaka alma hakkı ortadan kaldırılmak istenmektedir. Çoğunlukla çocukların bakımının annede kalması nedeniyle, ortak bakım sorumluluğundan kaynaklı olarak ödenmesi gereken nafaka hakkı, haksız bir bedel şeklinde gösterilerek, kadınların mağduriyetine yol açacak olan bir yola gidilmeye çalışılmaktadır. Oysa nafaka, sadaka değil, bir haktır.
Kadınlar eşit iş ve eşit ücret politikalarından faydalandırılmıyorlar. Aynı nitelikte olan iki kişi arasında cinsiyete dayalı olarak kadına daha az yetki ve daha az ücret reva görülüyor. Kadınlar, iş yerlerinde tacize ve hakarete uğruyor, mobbinge maruz kalıyorlar. Haklarını aradıklarında çoğu zaman işten çıkarılıyorlar. Antep’te sözleşmeli olarak çalışan Saadet öğretmen arkasında “Her gün pamuk ipliğine bağlısınız sözünden bıktım usandım” satırlarını bırakarak intihar etti. Çalışan kadınlar çocuk sahibi olduklarında iş akdi feshediliyor ya da yasal izinlerinden faydalandırılmıyorlar. Çalışmayan kadınlar ekonomik olarak kendilerine bakamayacakları gerekçesi ile ev içi sistematik şiddete sesini çıkartamıyor, ekonomik tehditlere maruz kalıyor.
Suriye Savaşı ile birlikte başlayan mültecilerin göçü ile birlikte bugün coğrafyamızda sığınmacı kadın ve çocuklar en dezavantajlı topluluk haline geldiler. Sığınmacıların yoğun olduğu bölgelerde çocuklar evlendirilerek istismara maruz bırakılıyor, kadınlar fuhuşa sürükleniyor, yüzlerce çocuk doğum yapıyor ancak bu soruna hiçbir çözüm üretilmiyor. Kadınlar ve çocuklar ucuz emek gücü olarak sömürülmeye devam ediliyorlar.
Neredeyse her gün üç kadın katlediliyor. Kadınlar boşanmak istedikleri eşleri, ayrılmak istedikleri partnerleri, ağabeyleri, babaları ve en yakınlarındaki erkekler tarafında şiddete uğruyor veya öldürülüyorlar. Ev içi şiddet, ev içi taciz çoğu zaman yargıya taşınamıyor, ev ve aile içinde konu kapatılıyor. Yargıya taşınabilen vakalarda failler, genel olarak iyi hal ve tahrik indirimi gibi nedenlerle cezasızlıkla mükafatlandırılıyorlar. Kolluk, çoğu vakalarda ev içi şiddeti ailenin özel durumu olarak görüyor ve bu şekilde telkinde bulunarak görevini kötüye kullanıyor. Kadını, tekrar şiddet gördüğü alana terk ediyor. Şiddete uğrayan kadınlar için sığınma evlerinin sayısı yeterli değildir. Sığınma evlerinde sınırlı bir zaman diliminde kalabilen kadınlar için kapsamlı bir çözüm üretilmiyor.
Kadınları katledenlerin cesareti cezasızlık politikasının ürünüdür. Çünkü yargı ve siyaset önce kadını suçluyor. Mahkemelerde yargı ve katillerin avukatları kadınların yaşamlarını sorguluyor. Şule Çet’in failleri hala ceza almadı. Nadira Kadirova’nın ölümünün cinayete işaret etmesine rağmen hala etkili bir soruşturma açılmış değildir ve olay kapatılmak istenmektedir, ailesinin ve sivil toplum kuruluşların çağrısı karşılık bulmuş değildir. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine ve Bunlarla Mücadeleye dair sözleşme olan İstanbul sözleşmesinin hükümlerine uyulmuyor. Bu sözleşme adeta yok sayılıyor ve sözleşmenin anti propagandası yürütülüyor. Oysa 2011 yılında imzalanmış olan bu sözleşme Türkiye Anayasasındaki hükümlerle eş değerdir. Anayasa’nın 90 maddesine göre değiştirilemez. Kadına karşı şiddete karşı 6284 sayılı yasadaki maddeler dahi uygulanmıyor.
Kadınların şiddete uğradığı alanlardan biri de cezaevleridir. Gerek cezaevlerinin içindeki görevliler tarafından gerekse hastane ve mahkemeye yapılan sevkleri esnasında kolluk tarafından fiziksel olarak işkenceye uğrayarak darp edilen kadın mahpuslar bulunmaktadır. Ancak şiddet uygulayan görevlilerin hiçbiri hakkında soruşturma başlatılmıyor ve cezasızlık nedeniyle sorunlar artarak devam ediyor.
Trans kadınlar neredeyse toplumun her alanında şiddete maruz kalıyorlar, transfobik şiddete uğruyorlar. Bu kadınlar erkekler tarafından şiddete uğramasının yanında polisler tarafından da şiddete maruz kalıyorlar. LGBT dayanışma derneği Lambdaistanbul’un 2010 yılında yaptığı araştırmaya katılan 104 trans kadının %89’u polis gözaltısında fiziksel şiddete maruz kaldıklarını belirttiler. Bu sayı, sözlü şiddet, küfür ve aşağılama gibi muameleler söz konusu olduğunda %97’ye çıkmaktadır. Araştırmaya katılanların %77’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtirken %86’sı polisin gözaltına alınmaları ile ilgili bir kayıt tutmadığını belirtti.
Devlet kadına karşı şiddeti önlemek için her türlü tedbiri almalıdır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırmak için politikalar üretmelidir. Cinsiyete dayalı ayrımcılığı ortadan kaldırmalıdır. Kadına karşı şiddet uygulayan failler hakkında etkili cezalandırma yoluna gidilmeli ve cezasızlık politikalarından vazgeçilmedir.
İstanbul Sözleşmesinin 5 Maddesi ile devlete yükümlülükler yüklenmiştir. Buna göre; 1) Taraflar kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina edecek ve devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve Devlet adına hareket eden diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun bir biçimde hareket etmelerini temin edeceklerdir. 2) Taraflar, devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen ve bu Sözleşmenin kapsamı dahilinde ki şiddet eylemlerinin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, ve bu eylemler nedeniyle tazminat verilmesi konusunda azami dikkat ve özenin sarf edilmesi için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.
İHD’li kadınlar olarak, kadına karşı şiddetle mücadeleye tüm gücümüzle devam edeceğiz.
İHD MERKEZİ KADIN KOMİSYONU