İnsan haklarına saygı yükümlülüğü devletler açısından bağlayıcı bir ilkedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. Maddesi’nin başlığı da “İnsan Haklarına Saygı Yükümlülüğü” şeklindedir. Bu yükümlülük; kişi, yer, zaman ve konu bakımından devletlerin yükümlülüklerini içerir. AİHS’nin 1. Maddesi’nde taraf devletlerin -Türkiye Cumhuriyeti de bu sözleşmenin tarafıdır- sözleşmede tanınan hak ve özgürlükleri herkes için tanıdıkları yazılıdır. Saygı ve tanıma yükümlülüğünün gerektirdikleri bulunmaktadır. En başta negatif yükümlülük olarak ihlal etmeme yükümlülüğü bulunur. Söz gelimi insanlara işkence yapmama, insanları zorla kaybetme muamelesine tabi tutmama yükümlülüğü negatif yükümlülüklerdir. Devletlerin aynı zamanda önlem alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Buna da insan hakları hukuku literatüründe pozitif yükümlülük denir.
İnsan hakları, genelde, insanların doğuştan sahip olduğu haklar olarak nitelenir. Bu haklar arasında, konumuz bakımından yaşam hakkı özel bir öneme sahiptir. AİHS’in 2. Maddesi’nde düzenlenmiştir.
İnsan Hakları Derneği, 25 yıl önce 18 Aralık 1992 tarihinde yaptığı basın açıklaması ile ilk “Kayıplar Bulunsun” kampanyasını başlatmıştı. Kampanya metninde istemler şöyle ifade edilmekteydi:
“Derneğimiz, 18 Aralık 1992 tarihinden başlamak üzere “Kayıplar Bulunsun!” kampanyası başlatmıştır. Bu çerçevede ülke içinde insan hakları savunucularını -kişi ve kuruluşlar- konu üzerinde duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Siyasal İktidara,
- Birleşmiş Milletler’in, “Yasal Olmayan Keyfi ve Toplu İnfazların Önlenmesine İlişkin İlkeleri”ni anımsatıyoruz,
- Kayıpların bulunmasını istiyoruz,
- Yaşama ve adil yargılanma hakkının herkesin hakkı olduğunu vurguluyoruz.
- Gözaltında kaybolanları araştıracak, soruşturacak resmi olmayan Baro, Tabip Odası ve İHD-TİHV’den oluşacak “Bağımsız Araştırma Komisyonu” oluşturacağımızı, komisyon çalışmalarına olanak sağlanmasını talep ediyoruz,
- Gözaltında kaybedilenlerin yakınlarına tazminat verilmesini istiyoruz,
- Gözaltında kaybedilenlerle ilgili tanıkları insanlık önünde tanıklık yapmaya çağırıyoruz,
- Ellerinde bu konuda belge bulunanları Derneğimize iletmeye çağırıyoruz.
Zorla kaybetmeler o tarihlerde yoğunlaşmıştı ve yazık ki zorla kaybetmeleri önleyemedik.
Türkiye Cumhuriyeti BM’nin kayıplar ile ilgili uluslararası sözleşmesine taraf değildir. Bunun yanı sıra 5237 sayılı TCK’nın 77. Maddesi’nde insanlığa karşı suçlar düzenlenmiş olup bu suçlar arasında zorla kaybetme ile ilgili herhangi bir suça ve tanıma yer verilmemiştir. Türkiye yargısı zorla kaybetmeler ile ilgili olarak genel zaman aşımı kuralını uygulamaktadır. Türkiye’de 2005 yılından önce işlenen suçlardaki en uzun zaman aşımı süresi 20 yıldır.
Anayasa Mahkemesi’nin, Nurettin Yedigöl’ün 1981 yılında İstanbul’da zorla kaybedilmesiyle ilgili davada verdiği karar, 14.01.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış (Başvuru no: 2013/1566), genel zaman aşımı süresine atıf yapılmış ve bu konu ile ilgili olarak zaman aşımı süresinin dolduğu belirtilmiştir.
Türkiye’deki en önemli sorun devletin uyguladığı ve yargının tamamen buna göre davrandığı cezasızlık politikasıdır. Bugüne kadar zorla kaybetmeler ile ilgili cezalandırılan herhangi bir kamu görevlisi yoktur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Meryem Çelik ve Diğerleri” davasında (16 Nisan 2013, Başvuru no: 3598/03) ihlal kararı vermiştir. Zorla kaybetme dosyaları Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından nitelikli izleme usulüne göre izlenmektedir. Bu davalar Erdoğan ve diğerleri grubu altında izlemeye tabi tutulmaktadır (Zorla Kaybetme: Meryem Çelik ve Diğerleri, Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, Av. Levent Kanat, Feray Salman, ihop.org.tr).
Bilindiği gibi İHD tarafından 1995 yılından beri her yıl 17-31 Mayıs arasındaki günler Kayıplar Haftası olarak anılmakta ve çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. İHD İstanbul Şube Kayıplar Komisyonu ve kayıp yakınları tarafından 27 Mayıs 1995 yılında İstanbul Taksim İstiklal Caddesi Galatasaray Lisesi önünde kayıplar için oturma eylemleri başlatılmıştır. Daha sonra bu eylemlere katılan kayıp yakını annelerin çokluğu nedeni ile Cumartesi Anneleri ismi de verilmiştir. Cumartesi Anneleri ve kayıp yakınları devletin her türlü yıldırma, korkutma ve baskı yöntemlerine rağmen oturma eylemlerini ısrarla sürdürmüştür. Oturma eylemleri 200. haftasına ulaştığında eylemlere ara verilmiştir. İHD Genel Merkezi’nin almış olduğu kararla oturma eylemleri 7 Şubat 2009 tarihinden itibaren tekrar başlatılmıştır. İstanbul’da kayıplar için oturma eylemleri 20 mayıs 2017 tarihi itibariyle 634. haftaya, Diyarbakır’da ise 432. haftaya ulaşacaktır. Bu nedenle, İHD şube ve temsilciliklerinin bulunduğu tüm illerde bugün kayıplar için oturma eylemi yapılacak ve bir kez daha “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın!” denecektir.
Gözaltında kayıp insanlığa karşı bir suçtur. Kayıp yakınlarına “hiçlik” duygusu yaşatan bu suç, esasen sürekli olarak işlenen bir suçtur. Cumartesi Anneleri’nin ve kayıp yakınlarının gözaltında kaybedilen yakınları ile ilgili umut dolu bekleyişleri umutsuzluğa dönüşmekte ve onlara her gün ayrı bir işkence yaşatmaktadır. Hiçbir siyasal iktidar böylesi bir uygulamayı sürdüremez ve sürdürmemelidir.
Türkiye’de gözaltında kayıpların akıbetlerinin araştırılması amacı ile çeşitli Cumhuriyet Savcılıkları tarafından yapılan çalışmalar sonucu bazı vakalar aydınlatılmış ve sorumlular hakkında sembolik davalar açılmıştır. Bu davaların tamamı dava nakli yolu ile olayın yaşandığı yer dışında başka illere nakledilmiş ve böylece sanıklar devlet tarafından koruma altına alınmıştır. Dava nakli yolu ile mahkemelerin etkili kovuşturma yapması engellenmiş ve delillere ulaşmada engeller çıkarılmıştır. Dava nakli yolu, esasen Türkiye’deki cezasızlığın bir başka boyutta uygulandığı tipik bir olumsuz örnektir.
Gözaltında kayıplar ile ilgili olarak karşımıza çıkarılan diğer bir önemli sorun ise yukarıda da belirttiğimiz gibi, zaman aşımı sorunudur. 20 yıllık zaman aşımı gerekçe gösterilerek son 20 yıldan önce yaşanan gözaltında kaybetme vakaları ile ilgili failler korunmuş ve böylece cezasızlık sürdürülmüştür.
İHD Kayıplar Komisyonu gözaltında kayıplar ile ilgili zaman aşımı kuralının uygulanmaması ile ilgili olarak kampanyasını sürdürmektedir. Gözaltında kayıpların akıbetini araştırırken Türkiye’deki toplu mezar gerçeğinden bahsetmemek olamaz. Kayıplarla ilgili zaman zaman 940 sayısını telaffuz ediyoruz ancak başka bir olgu da şudur:
Derneğimizin verilerine göre tespit edilebilen 253 toplu mezarda 3248 kişinin gömülü olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının daha da büyüyeceğinden de endişe edilmektedir. Türkiye’de toplu mezar gerçeği ortaya çıkarılmasına rağmen ilgili savcılıklar toplu mezarların açılmasında BM Minesota Protokolünü ve Kızılhaç’ın ilgili rehberini uygulamakta direnç göstermektedirler. Türkiye’deki en önemli sorunların başında gelen toplu mezarların açılması ve delillerin tespit edilerek faillerin ortaya çıkarılması sorunu bütün yakıcılığı ile devam etmektedir.
Gözaltında kayıplar başta olmak üzere Türkiye’deki insanlığa karşı suçların hangi nedenlerle işlendiğinin ve bu suçları işleyen faillerin açığa çıkarılabilmesi için kanunla kurulacak bir özel hakikat komisyonuna ihtiyaç olduğunu belirtmek istiyoruz. Siyasal iktidarın hakikat komisyonu kurmamaktaki ısrarı, Türkiye’deki cezasızlığın sürdürülmesi bakımından politika değişikliğine gidilmediğini göstermektedir.
Sonuç olarak ;
- Türkiye, zorla kaybetmeler konusunda, diğer pek çok konu başlığında olduğu gibi (zorla yerinden etmeleri, işkenceler, insanlığa karşı suçlar, soykırım, savaş hukuku ihlalleri, faili meçhul siyasal cinayetler, yargısız infazlar) geçmişle yüzleşmeyi yaşamalıdır.
- Bunun için bir yasa çıkarılmalıdır.
- Yasayla hakikatleri araştıracak, geniş yetkilerle donatılmış bir komisyon kurulmalıdır.
- Türkiye, Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına dair Uluslararası Sözleşme’nin tarafı olmalıdır.
- Türkiye, ceza kanununda Sözleşmede de belirtildiği gibi zorla kaybetmeyi yasaklayan ve bu suçu bir insanlık suçu olarak niteleyen hükme yer vermelidir.
- Böylelikle zorla kaybetme bakımından zamanaşımının işlemeyeceği garanti altına alınmalıdır.
- Türkiye, kapsamlı bir şekilde kayıplar ve toplu mezarlar konusunda insan hakları ve diğer ilgili sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile toplu mezarları ulusalüstü insan hakları belgelerine uygun şekilde ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 86 ve 87.maddelerine uygun şekilde açmalı ve süreç Jordan Prensiplerinde öngörüldüğü gibi işlemelidir.
- Türkiye hızla DNA bankasını oluşturmalıdır.
- Savcılar resen harekete geçmeli ve kayıp vakalarının yaşandığı dönemlerdeki emniyet ve jandarma birimlerinin sorumlularını tespit etmelidir.
- OHAL kaldırılmalıdır. Benzer olayların tekrarının önlenmesi bakımından gözaltına alınan kişilerin avukatları ile görüşmesini engelleyen KHK’ler, yasalar ve diğer düzenlemeler yürürlükten ve uygulamadan kaldırılmalıdır.
- Soruşturma ve kovuşturma makamları kamu görevlilerinin karıştığı olaylar bakımından uyguladıkları cezasızlık politikasından vazgeçmelidir.
25 yıl önceki talebimizi tekrarlıyoruz: Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın!
Adalet arayışımız sonuç alıncaya kadar devam edecektir.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ