07.02.2015
Ülkemiz, kaybedilenler ülkesidir. Beyaz Toros araçlara bindirilip kaçırılanlar bir daha geri gelmediler. İşkencelerde katledilip bilinmezlere gönderildiler. Anneler, babalar, kardeşler, çocuklar hep kayıplarını aradılar. Anneler babalar öldü, onların yerini torunlar aldılar. Artık torunları, kayıpları aramaya-sormaya başladılar.
Kaybedenler aramızda dolaşırken, yönetenler ise çığlıkları görmezden gelmeye devam ediyorlar. Sorumluluklarından kaçıyorlar.
Biz insan hakları savunucuları olarak yine Konak meydanındayız. Yine kayıpları duyurmak, bir kez daha hatırlatmak için buradayız. Ta ki ülkeyi yönetenler duyuncaya kadar.
Bu gün Hayrettin Eren’in kaybedilişini sizinle paylaşacağız.
İstanbul Hasköy’de yaşayan 26 yaşındaki Hayrettin Eren, 21 Kasım 1980 günü arkadaşı Ahmet Öztürk ile buluşmak için otomobiliyle evden çıkmıştı. Buluşma yeri, Saraçhane’ydi. Eren, burada polislerce gözaltına alınarak Karagümrük Karakolu’na götürüldü. Annesi Elmas Eren karakol karakol gezdi. Karagümrük’te, oğlunun adının gözaltı kayıt defterinde yazılı olduğunu görmüştü. Fakat burada, Hayrettin’in Gayrettepe’deki Siyasi Şube’ye götürüldüğü söylendi. Elmas Eren, Siyasi Şube’ye vardığında, “Oğlun burada yok” denildi. Dışarı çıkınca oğlunun otomobilinin şube bahçesinde olduğunu fark etti. Dönüp yeniden sorduğunda tartaklandı. Arkadaşı Ahmet Öztürk, “Onu hem karakolda hem de siyasi şubede gördüm” dediyse de kulak veren çıkmadı. Ve bir daha Hayrettin’den haber alınamadı. Anne Elmas ve baba Kemalettin Eren çalmadık kapı bırakmadı. Cumartesi Annelerinin her eylemine de katıldı. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2011 yılında seçim öncesi Dolmabahçe’deki ofisine davet ettiği Cumartesi Annelerinin içerisinde, Elmas Eren de vardı. Eren, söz alarak, “Oğlumun tek bir kemiğine bile razıyım. Senden oğlumun mezarını istiyorum” dedi. Fakat mezar bulunamadı. Buluşmadan bir yıl sonra baba Kemalettin Eren, solunum yetmezliğinden hayatını kaybetti. Hayrettin Eren hakkında veraset işlemleri gereği 2013 yılında “gaiplik kararı” (yokluk) çıkarıldı. Buna rağmen, halen annesinin yaşadığı eve, adına hazırlanmış seçmen kartları, askerlik celpleri ve nüfus kâğıdını yenileme kararları gelmeye devam etti. Her bir davetiyede, Elmas Eren’in acısı tazelendi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 24 Aralık 2014 tarihli kararında Hayrettin Eren’in kaybedilmesi ile ilgili olarak zaman aşımı nedeniyle, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi. Ayrıca İrfan Çelik’in 14 Eylül 1980’de Siyasi Şube’de ve Davutpaşa Askeri Cezaevi’nde, Mustafa Tunç’un 9 Temmuz 1982’de Sultanahmet Cezaevi’nde ve Maksut Tepeli’nin 5 Şubat 1984’te Siyasi Şube’de işkencede öldürülmesi ve Nurettin Yedigöl’ün de 17 Nisan 1981’de Siyasi Şube’de kaybedilmesine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.
Biz bu cinayetleri bir insanlık suçu olarak görüyoruz. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olamaz.
Türkiye’de yüzlerce kişi güvenlik güçlerince gözaltına alınarak kaybedildi. Kayıpların akıbetinin soruşturulmasını önleyen hukuksal mekanizmalar yaratıldı. Kaybetme suçunda fail ve sorumlu konumda olan kamu görevlilerine yasal, yargısal ve idari koruma sağlandı.
Gözaltında kaybetmeyi suç olmaktan çıkaran bu zihniyet, yalnızca adaletsizlik üretmekle kalmadı, aynı zamanda toplumu zehirleyerek ortak bir adalet duygusunun oluşmasını engelledi. Fail, kamu görevlisi olunca, yurttaşın öldürülmesinin ve yok edilmesinin suç sayılmayacağı algısını yarattı. Güvensizlik ve korku üreten bir politik iklim yaratarak toplumu suskunluğa sürükledi.
Temel hak ve özgürlüklerine sahip çıktıkları için, Kürt, Süryani, Keldani olarak doğdukları için, sosyalist oldukları için evlatlarımızı düşmanlaştırarak kaybeden ve onlara yönelen devlet terörünü cezasız bırakan siyasi iktidarlar, hakikatlerin ortaya çıkarılması ve adaletin sağlanması talebimize kulaklarını tıkadı. Bu nedenle Türkiye demokratikleşemedi.
Cezasızlık ve adaletsizlik üreten bu sistemin bütününde köklü yasal, idari ve adli değişiklikler yapılsın!
Cezasızlık politikasına son verilerek, insanlık suçları ve bu suçların failleri görünür kılınsın!
Devletin kaybettiği evlatlarımızın akıbetleri açıklansın ve failleri yargılansın!
Hakikat ve adalet hakkımız yasal güvence altına alınsın!
Türkiye, yıllardır imzalamaktan kaçındığı “BM Herkesin Zorla Kaybedilmesinin Korunmasına Karşı Uluslararası Sözleşme”yi imzalasın!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ