Temmuz 2015’te barış ve çözüm sürecinin sona erdirilip silahlı çatışmaların yeniden başlaması ile birlikte ağır hukuk ihlalleri yaşanmaya başlanmıştır.
İnsan Hakları Günü vesilesi ile açıkladığımız bilançoda 5 Aralık 2015 tarihine kadar 2015 yılı içinde sadece yargısız infaz sonucu 173 kişinin yaşamını yitirip, 226 kişinin yaralandığını, silahlı çatışmalar nedeni ile 171’i asker, polis, korucu, 195’i silahlı militan ve 157’si sivil olmak üzere 523 kişinin yaşamını yitirdiğini, bu süreç içerisinde cihatçı yapılanmaların canlı bomba saldırılarında 138 kişinin yaşamını yitirip, 929 kişinin yaralandığını belirtmiştik.
Bu dönemin en bariz özelliği çok açık bir şekilde kanuna ve hukuka aykırı olarak ilan edilen sokağa çıkma yasakları ile birlikte kentlerin abluka altına alınmasıdır. Türkiye’nin mevcut mevzuatında vali ve kaymakamların sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkileri kesinlikle yoktur. 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda böyle bir yetki verilmemiştir. Kamuoyunda iç güvenlik paketi olarak adlandırılan paket kapsamında dahi böyle bir yetki yoktur. Türkiye mevzuatında sadece ve sadece sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanunlarına dayanarak sokağa çıkma yasağı ilan edilebilir. Bu hususu sürekli ifade etmemize rağmen Anayasa, AİHS ve mevcut kanunlar ihlal edilerek Kürt kentleri abluka altına alınıp savaş kuralsız bir şekilde sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Türkiye Kürdistan’ında devam eden silahlı çatışmalar Türkiye’nin de taraf olduğu insancıl hukuku düzenleyen Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3.maddesinin uygulanacağı bir durum yaratmıştır. Bu husus çok açık bir şekilde orta yerde dururken sözleşmelerin uygulanmasından sorumlu olan başta BM olmak üzere Avrupa Konseyi’nin sessiz kalması anlaşılır gibi değildir. İnsan hakları savunucuları olarak uluslararası toplumu Türkiye’de devam eden silahlı çatışmalara daha fazla kayıtsız kalmamaya davet ediyoruz.
7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını kabul etmeyen siyasal iktidarın Türkiye’yi şiddet ve korku ortamında 1 Kasım 2015 seçimlerine götürdüğü zaman aralığında fiili bir durum yaratmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu durumu “sistem değişmiştir” sözü ile açıklamıştır. Halen bile fiili bir durum devam etmekte olup Anayasa ve kanunların uygulanmadığı, kendine özgü bir kuralsızlık hali devam etmektedir. TBMM’nin bir an önce olup bitenler hakkında kapsamlı bir araştırma yapması ve hükümeti hukuka uygun davranmaya zorlaması gerekmektedir.
TİHV verilerine göre 16 Ağustos 2015’te başlayan ve halen devam eden bu süreçte Diyarbakır’da 8 ilçede toplam 32 kez, Mardin’de 3 ilçede toplam 9 kez, Şırnak’ta 2 ilçede toplam 7 kez, Hakkari’de 1 ilçede 4 kez, Muş/Varto’da, Batman/Sason’da, Elazığ/Arıcak’ta birer kez sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş, bu şekilde doğrudan doğruya yaklaşık 1 milyon 300 bin kişi etkilenmiş, ancak bir bütün olarak bütün Kürt kentleri etkilenmiştir.
Diyarbakır Sur’da, Mardin Dargeçit ve Nusaybin’de, Şırnak Cizre ve Silopi’de sürmekte olan sokağa çıkma yasakları tam bir yıkıma dönüşmüştür. On binlerce insan evlerini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı eğitimi sürdürmek için hukuksuz uygulamaya karşı çıkmak yerine öğretmenleri uydurma gerekçelerle izne çıkarmış, okulların özel harekât üsleri haline gelmesine göz yummuştur. Sağlık Bakanı, sağlık personelini hastanelere hapsederek haftalık yatılı zorunlu çalışma getirmiş, hastanelerin polis/asker ablukasında kalmasına seyirci kalmıştır. Abluka altına alınan ilçelerde halkın sağlığa erişim hakkı engellenmiş, eğitim hakkı rafa kaldırılmış, halkın temel ihtiyaçlarını karşılaması engellenerek günlük yaşam çekilmez hale getirilmiştir. Bunun yanı sıra yüksek yerlere yerleştirilen özel harekatçı keskin nişancıların ateşi sonucu çok sayıda sivil yaşamını yitirmiş ve dünya kamuoyunun gözü önünde yargısız infazlar gerçekleştirilmiştir.
Bu kadar açık kanuna ve hukuka aykırı kuralsız uygulamalar Türkiye yargısı tarafından seyredilmiş, hiçbir şekilde etkili soruşturma yöntemlerine başvurulmamıştır. Bu ağır ihlallere karşı çıkıp protesto hakkını kullananlara yönelik polis şiddeti ise ayrıca can almaya devam etmektedir. Kürt halkı bu olup bitenlere isyan etmekte, medyanın yardımı ile Türkiye’nin batısı hareketsiz tutulmakta, itiraz edenlere ise inanılmaz baskılar uygulanmaktadır.
Bütün bu olup bitenler Kürt sorununun çözümünde şiddette ısrarın sonucudur. Buradan taraflara sesleniyoruz. Şiddet politikaları ile Kürt sorunu çözülemez. Bir an önce 28 Şubat 2015 deklarasyonuna bağlı kalınarak diyaloga geçilmeli ve müzakereler başlatılmalıdır. Siyasal iktidar diyalog ve müzakere için Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kaldırmalı ve kendini tekrar eden bu anlamsız savaşa bir an önce son vermelidir.
İnsan hakları savunucuları olarak bütün hukuka aykırı uygulamaları ve ağır hak ihlallerini belgelemeye ve bu ihlallerin giderilmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ