Militer, feodal ve erkek egemen anlayışıyla çevrelenmiş coğrafyamızda rejimin en büyük mağdurlarından biri de LGBTİ bireyler ve kurumlar olmakta, topluma normal olarak sunulan tüm değerler iktidar tarafından belirlenmektedir. Bu anlamda, cinsel yönelimlerin dahi politik iktidar tarafından “kabul edilebilir” olması isteniyor. Oysa bu durum, ayrımcılığın ta kendisini oluşturmaktadır.
En temel olan kişinin cinsel yönelimi, kendisinin dışlanmasına ve şiddet görmesine neden olmakta, “toplumsal cinsiyetçi” bakış açısı hem devleti yönetenlerin hem de toplumun büyük çoğunluğunun bakış açısını oluşturmaktadır. İçselleştirilmiş ve “normal” sayılan heteroseksüelliği temel alan bu anlayış, farklı cinsel yönelimlere şiddet uygulamayı meşru görmektedir. Dinler ve ideolojiler eliyle yaygınlaşan bu anlayış, LGBTİ bireylerin yaşamlarını olağanüstü bir şekilde zorlaştırmakta ve hatta kendilerini muhalefet kesiminde tanımlayan bir çok kişi ve kurum dahi toplumsal cinsiyetçi bakış açısını benimsemektedir.
Yaşamın görünür alanlarında, politikada, mecliste vs. LGBTİ kimliği ile var olan kaç tane birey var? Bu sorunun cevabı, gerçeği net olarak ortaya koymaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin altına imza attığı birçok uluslararası sözleşmenin ana fikri, toplumsal cinsiyet eleştirisine dayanmakta. Bu nedenle, LGBTİ bireylere yönelik yapılan hak ihlallerinde derin bir sorgulama gerekmektedir.
Her yıl yapılan ve çeşitli saldırılara maruz kalan LGBTİ Onur Haftası bir kez daha kutlanıyor. İnsan hakları savunucuları olarak bizler de bu kutlamaları sahipleniyor; geçtiğimiz yıl gerek devlet güçleri gerekse sivil faşist gruplar tarafından saldırıya uğrayan etkinlik ve yürüyüşlerin özgürce yapılmasına olanak sağlanmasını talep ediyoruz.