Yüyüyüş İle İlgili Fotoğraflara Buradan Ulaşabilirsiniz |
Kürt siyasetçi, belediye başkanı ve insan hakları savunucularının yargılandığı dava, tarihi bir nitelik taşımaktadır. Tüm dünya kamuoyunun yakından takip ettiği bu tarihi yargılamanın başlamasından bu yana tam 25 gün geçmiştir. Geçen bu süre içerisinde 7 bin 500 sayfalık iddianamenin özeti olan yaklaşık 900 sayfa, sanık ve müdafilerin tüm itirazlarına rağmen cumhuriyet savcıları tarafından okunmuştur. Okunan iddianamede ülkemizde legal alanda siyaset yapan parti ve mensuplarının yürütmüş oldukları siyasetlerinin yargılandığı ortaya çıkmıştır. Önemli bir kısmı halen tutuklu olan sanıkların üyesi oldukları siyasi parti çalışmalarının tümü suç olarak nitelendirilmektedir. Yine insan hakları savunucularının hak ihlallerini tespit edip raporlanması, kamuoyu ile paylaşması ve hatta Türkiye’de adalete ulaşamayan mağdur dosyalarının Türkiye’nin imzaladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir gereği olarak AİHM’e taşınması dahi suç olarak nitelendirilmiştir.
Haklarında onlarca yıl hapis cezası talep edilen siyasetçiler ve insan hakları savunucuları, yaklaşık 19 ay sonra, kendilerine yöneltilen bu suçlamalara karşı cevap verebilmek üzere mahkeme heyeti önüne çıkabilmişlerdir. Ancak, anlam veremediğimiz Kürtçe yasağı nedeniyle, Yargılanan siyasetçiler ve insan hakları savunucuları, kendilerine yöneltilen iddialara cevap verememişlerdir. Mahkeme heyeti, bu tutumuyla gerek ulusal mevzuatımızda gerekse de taraf olunan tüm sözleşmelerde güvence altına alınan her koşulda dokunulmaz bir hak olan savunma hakkı kısıtlanmıştır.
Savunma hakkı uluslararası metinlerde kutsal ve dokunulmaz bir hak olarak kabul edilmiştir. Savunma hakkının kullanılmasının herhangi bir gerekçe ile kısıtlanması, temel evrensel hukuk kurallarının dayandığı ilkelere uygun düşmediği gibi, ahlaki de değildir. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu sözleşmesi olarak kabul edilen Lozan Barış Antlaşması’nın 39/5 Maddesi şöyle demektedir: “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.” Lozan Barış Antlaşmasının bu hükmü ve anayasanın 90. Maddesi birlikte değerlendirildiğinde, Mahkeme heyetinin bu tutumunun hukuka aykırı ve keyfi bir tutum olduğu açıktır. Mahkemenin bu anlamsız tavrı nedeniyle yargılama süreci tıkanmış, basit gerekçelerle tutuklu bulunan siyasetçiler ve insan hakları savunucuları savunmalarını yapamamakta, mahkeme heyeti de savunmalarının alınmamış olmasını gerekçelerden biri gösterip tutukluluklarının devamına karar vermektedir.
Kürt kimliği ve Kürt dili yıllardır Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından inkar edilmiştir. Cumhuriyetin kurulmasından sonra devlet tarafından Kürt kimliği ve Kürt dilinin inkar edilmesi sonucunda on binlerce insan yaşamını yitirmiş, binlerce insanımız faili meçhule kurban edilmiş, insanlarımız zorla yerlerinden edilmiş, işkencelere maruz bırakılmışlardır. Bunca hak ihlallerinin yaşanmasından sonra siyasal iktidarlar ve devlet tarafından Kürt varlığı görülmek zorunda kalınmıştır. Ancak varlıkları görülmeye başlanan Kürtlerin kimliği, dili ve kültürü hala inkar edilmekte, buna bağlı olarak insan onuru ile bağdaşmayan hak ihlalleri meydana gelmektedir. Kürtçenin kullanılmasının yasak olduğu her dile getirildiğinde TRT 6 ile övünen devlet, ısrarla mahkeme salonunda Kürtçe savunma yapmak isteyen insanları görmezden gelmektedir. Tüm bunlara rağmen asıl işleri adalet dağıtmak olan ve bunu yaparken her türlü dış etkenden ve kendi kişisel inanç ve düşüncelerinden dahi sıyrılıp karar vermesi gereken hakimlerin Kürtçe savunma yapılmasına müsaade etmemesi ve 20 milyon kişinin kullanmış olduğu dili “bilinmeyen bir dil” olarak tutanaklara geçirmesini Kürtlere büyük bir hakaret olarak görüyor ve bunu kabul etmiyoruz.
Biz İHD olarak baştan beri bu davanın hukuki değil siyasi bir dava olduğunu beyan ettik. Nitekim Genel Başkan Yardımcımız ve Şube Başkanımız Av. Muharrem Erbey başta olmak üzere tüm sanıklara isnat edilen suçlamaların ne kadar mesnetsiz olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bu mesnetsiz iddialarla hukuki bir yargılamanın yapılamayacağı açıktır. Ancak olsa olsa, bir tiyatro oyunu oynanabilir. Zaten bu yargılama artık bir tiyatro oyununa dönüşmüştür. Buna bir an önce son verilmeli ve aylardır özgürlüklerinden mahrum bırakılan Kürt siyasetçi ve insan hakları savunucularının bir an önce serbest bırakılması sağlanmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinde farklı etnik kimliklerde milyonlarca vatandaş bulunmaktadır. Bu insanların hayatın her alanında kendi ana diliyle kendini ifade edebilmesi ve eğitim-öğretim görmelerinin sağlanması için ivedilikle gerekli yasal düzenlemelerin yapılası gerekmektedir. Bunun için PKK’nin seçimlere kadar uzattığı tek taraflı eylemsizlik karar değerlendirilmeli ve bu süreç barışın gelişmesinde büyük bir şans olarak görülmelidir. Bu sürecin sağlıklı gelişebilmesi için atılması gereken en önemli adımlardan biri de tutuklu bulunan Kürt siyasetçi ve insan hakları savunucularının serbest bırakılması ve Kürtçe üzerinde inatla sürdürülen yasakçı politikaya son verilmesidir.
Biz insan hakları savunucuları buradan hükümet yetkililerine bir kez daha sesleniyoruz; artık yüz yıldır sürdürülen inkar ve imha politikasına bir son verin. Şu iyi bilinmeli ki, bu ülkenin barışa ve huzura ihtiyacı vardır. Bunun sağlanabilmesi için de cesaretli adımlara ihtiyaç vardır. Siyasi iktidar, tüm kaygılarından sıyrılarak, insanlarımızın onuruna yaraşır bir barış sürecini geliştirmelidir.
İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ