Dünyanın farklı yerlerinden milyonlarca insan şiddet, yoksulluk ve zulümden kaçtıkları için yurtlarını terk edip daha insanca hayat şartlarına ulaşmak için başka yerlerde, zor koşullar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre sığınmacı ve göçmen sayısı 2007 yılında %14 artmıştır. Türkiye bir yandan doğu-güneyden batı-kuzeye göç etmeye çalışan insanlar için bir geçiş ülkesi diğer yandan ise özellikle doğu Avrupa kökenli bir göç hareketinde ulaşılmak istenen ülke konumunda. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair sözleşme’yi coğrafi çekince ile imzalayan ülkemizde halen bir mülteci yasası bulunmamaktadır. Bu durum hem Türkiye’yi bir geçiş ülkesi olarak kullanan hem de Türkiye’ye sığınmak isteyen mülteciler açısından önemli sorunlar doğurmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesinde “ Herkesin, zulüm karşısında, başka ülkelere sığınma hakkı vardır” denilerek temel insan hakkı olarak tanınan sığınma hakkı günümüz dünyasında devletler tarafından en çok ihlal edilen ve giderek yok sayılan insan hakkı durumundadır. Bir yandan devletlerin sığınmacıların temel haklarını yok sayan bu yaklaşımı giderek güçlenirken diğer yandan bütün dünyada toplumlar içinde hızla yayılmakta olan “öteki” düşmanlığı sığınmacıların temel haklarının ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Ve kadın mülteciler; BMMYK rakamlarına göre dünya mülteci nüfusunun %50.8’ni oluşturan; süregelen şiddet, savaş ve yoksulluk karşısında da en zor durumda kalan kadın mülteciler. Göç yolunda sadece kendilerinin değil aynı zamanda 18 yaş altında bulunan çocuklarının tüm sorumluklarını çoğunlukla üstlenmek durumunda kalan kadın mültecilerin yaşadığı sorunlar, kadın ve çocuk mülteciler için ek koruma önlemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Elverişsiz yaşam koşullarına sahip olan mülteciler, sağlık hakkından, eğitim hakkına varana kadar pek çok haktan yeterince yararlanamamaktadırlar. Oysa insan haklarının korunmasında uluslararası sorumluluk, koşulsuz ve mutlaktır; devletler yalnızca kendi yurttaşlarının insan haklarını korumakla yetinemez, insanlığa karşı sorumlulukları ve hukuksal açıdan da yetki alanlarında bulunan her kişinin temel haklarını koruma yükümlülükleri vardır. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme’nin 23. maddesi de “Taraf Devletler, ülkelerinde yasal olarak ikamet eden mültecilere, sosyal yardım ve iane konularında vatandaşlarına uyguladıkları muamelenin aynısını uygulayacaklardır.” demektedir.
Türkiye de evrensel insan hakları normlarına uygun, hazırlık sürecine sivil toplum örgütlerinin katılımını temel alan bir yaklaşımla hazırlıklarına başladığı İltica Yasasını vakit geçirmeden çıkarmalıdır. Yine hazırlıklarına başlanılan Kabul Merkezlerinin insan hakları standartlarına uygunluğunun sivil denetime açılması gerektiğinin altını bir kez daha çizerek Türkiye’nin “İşkenceye Karşı BM Sözleşmesine ek Seçmeli Protokolü’nün TBMM tarafından onaylanması sürecinin hızlandırılması gerektiğini hatırlatmak isteriz.
24 Nisan'da Dicle Nehri'ni yüzerek Türkiye'yi terketmeye zorlanan 4 mültecinin boğularak yaşamını yitirmesi, 12 Haziran’da Türkiye'yi terketmeye zorlanan 4 mültecinin boğularak ölmesi, ayrıca polisin Kırklareli Gaziosmanpaşa Mülteci Barındırma Merkezi'ne gaz bombaları ve coplarla saldırması üzerine, 1 mülteci yaşamını yitirdi, 2 mülteci de yaralandı. Bu haberler çoğalarak gider. Bunlar sadece en yakın olaylar…
İHD olarak bu can yakıcı konuyla ilgili olarak her zaman söylediğimizi tekrarlıyoruz: Mülteciler ve sığınmacılar, hangi sebeple olursa olsun haklarından yoksun bırakılmamalıdır!. Türkiye mülteciler için güvenli bir ülke olmalı ve insani koşullar yaratılmalıdır!. Renkleri, dilleri, cinsel tercihleri, etnik kökenleri, düşünceleri başka olabilir ama unutmayalım ki onlar da insan ve hepimiz, haklarda ve onurda eşitiz…
Her kes farklı, Herkes eşit !…
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ