Türkiye ile AB arasında uzun zamandır devam eden mülteci müzakerelerinin bugün kritik bir zirvede sonuçlandırılması ve sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılması beklenmektedir. Zirve öncesi gerek Türkiye gerekse de AB yetkililerince yapılan açıklamalar, zirvede başta Suriye olmak üzere savaş ve çatışma ortamlarından kaçarak Avrupa ülkelerine sığınmak isteyen mültecilerin, uluslararası hukuka uygun koruma hak ve statülerinin değil, AB ve Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkar pazarlıklarına konu edilmelerini kaygı ile izlemekteyiz.
AB ile Türkiye’nin, Avrupa’ya sığınmış mültecilerin iadesi ve yeni sığınmacıların gidişine izin verilmemesi için yaptığı müzekkereler, diplomatik ifadelendirmenin aksine tam bir pazarlık ve şantaj boyutuna ulaşmıştır. Bir yandan mülteci kabulünden kaçınmak için ekonomik yardım başta olmak üzere siyasi tüm tavizleri vermeye hazır AB politikası, diğer yanda güncel iç ve dış siyasetine ve ekonomik talepleri için mültecileri koz olarak öne süren bir Türkiye’nin mevcut politikası, bu durumun mağduru olan mültecilere yaşadıkları zor koşulları hafifletecek herhangi bir gelecek beklentisi sunmamaktadır. Türkiye’nin sadece 2 milyon 750 bine yaklaşan Suriyeli mülteci konusunda kurumsal ve yapısal olarak yaşadığı olumsuzluklar dikkate alındığında yapılan bu pazarlığın ve sonuçlarının yaşanan tabloyu daha da vahim hale getireceği açıktır. Diğer ülkelerden gelen mülteciler ise daha büyük sorunlarla karşı karşıyadır.
AB’nin bu politikası Türkiye’yi sadece mültecilere yönelik insan hakları ihlallerini arttırmakla kalmayıp, Türkiye’de yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele, toplanma ve gösteri hakkı, ifade özgürlüğü gibi önemli insan hakları konularında da ihlallerin artması konusunda cesaretlendiriyor.
Türkiye’de sokağa çıkma yasağı adı altında Kürt kentlerinin ablukaya alınarak yürütülen savaşta AİHS’in 2,3,5 ve 15. Maddeleri açıkça olmak üzere bütün haklar ihlal ediliyor. Yüzlerce sivilin öldürülmesi seyrediliyor. Cizre katliamı önlenemiyor.
Türkiye’de akademisyenler tutuklanıyor, akademisyenler sınır dışı ediliyor.
Türkiye’de gazete ve televizyonlara el konuluyor, yayın yapamaz hale getiriliyor.
Türkiye’de avukatlar ve insan hakları savunucuları baskı altında, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Türkiye’de her gün ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkını kullananlar başta olmak üzere kişilere yönelik yaygın gözaltı ve tutuklamalar yapılıyor, kişi güvenliği ve özgürlüğü ihlal ediliyor.
Türkiye’de işkence ve kötü muamele gittikçe yaygınlaşıyor, gösteri hakkı adeta yok ediliyor.
Türkiye’de yüz binlerce kişi sokağa çıkma yasakları ile zorla yerinden ediliyor, yardıma muhtaç hale getirilmek isteniyor. Yeni bir Kürt Tehciri yaşanıyor. Bu durum sadece seyrediliyor.
Tüm bu insan hakları ihlalleri terörle mücadele gerekçesi ile hukuksuzca meydana geliyor. AB ise Geri Kabul Anlaşmasının bir an önce yürürlüğe girmesi için bu ihlalleri göz ardı ederek Türkiye’yi güvenli ülke ilan etmenin yollarını arıyor. Kürt sorununda savaş politikası sürdüğü sürece Türkiye güvenli ülke olamaz.
Başta Avrupa Birliği yetkilileri olmak üzere tüm uluslararası kamuoyu sorumluluktan kaçmamalı, artan mülteci nüfusuna verilecek cevabın Türkiye’de yaşayan yurttaşların ve mültecilerin insan haklarının yok sayılması olmamalıdır. Suriye’deki insan hakları ihlallerinin sonlanacağı bir siyasi çözüme katkı sunmak, mülteci nüfusunun artmasına ve Suriye’nin insansızlaştırılmasına karşı alınacak en etkili yöntemdir. Suriyeli mültecilerin Türkiye’de Kürt yerleşim bölgelerine yerleştirilmesi ile ilgili öneriler Kürt sorununda yeni olumsuzluklara sebep olacak ve Suriye’nin insansızlaştırılmasına hizmet edecektir.
Uluslararası korumaya ihtiyacı olan mültecilerin hakları tek başına Suriye’ye komşu ülkelerin sorumluluğu değildir. Tüm ülkelerin eşit sorumluluk alarak mültecilere güvenli ve yasal yollarla sığınma imkanı tanımalı mültecilerin ve Türkiye gibi yoğun mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan ülkelerde yaşayanların insan hakları da göz ardı edilmemelidir.
Irkı, dini, inancı, milliyeti, etnisitesi, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği korkusu taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen mültecileri, güvenli geçiş yolları oluşturarak can güvenliklerini sağlamak, uluslararası mülteci hukuku ve Avrupa Hukuku bağlamında etkili ve sürdürülebilir koruma mekanizması ile korumak yerine, onları AB sınırlarının dışında tutmak, AB sınırlarına varmış olanları ise iade etmek için yapılan bu zirve ve Türkiye ile süren pazarlıklar, Avrupa değerleri ve mülteci hukuku bakımından bir geriye dönüş olup, gelecekte utanç hali olarak anımsanacaktır.
AB-Türkiye yetkililerini zirvenin yapıldığı bugün bir kez daha uyarma ihtiyacı duymaktayız.
AB ve Türkiye, mültecileri siyasi ve ekonomik pazarlık konusu yapmaktan vazgeçmelidir.
AB ve Türkiye, mevcut uluslararası hukuk ve mülteci hukukuna riyaet ederek başta statü olmak üzere sığınma hakkını güçlendirecek siyasi, idari ve yasal tedbirler almalıdır.
AB, mültecilerin iadesinden vazgeçilmelidir.
AB ve Türkiye, mültecilere sığınmak istedikleri ülkelere güvenli geçişlerine izin vermeli ve bunun için güvenli geçiş güzergahları oluşturmalıdır.
AB ve Türkiye yetkililerinin oturduğu pazarlık masasında milyonlarca insanın insan hakları tartışılıyor. Bu koşullarda yapılan pazarlıklar hukuka aykırıdır ve Avrupa’da, Türkiye’de ve Suriye’de çok daha büyük insan hakları ihlallerine neden olacak bir ortama zemin hazırlamaktadır.
Taraflara, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve 1951 tarihli Cenevre Mülteci Sözleşmesi başta olmak üzere ulusal ve uluslararası insan hakları hukukunu ve insan hakları ilkelerini yeniden hatırlamaları için çağrıda bulunuyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ