Bundan tam 21 yıl önce Rita Haster isimli trans kadın Boston’da kendi evinde öldürüldü. Bunun üzerine tüm dünyadan trans örgütleri bu cinayeti bir sembol haline getirerek 20 Kasım’ı “Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü” olarak ilan ettiler.
Transların gündeminde her gün şiddet ve nefret var. Bu şiddet, sokaktaki küçümseyici bir bakıştan hunharca işlenen nefret cinayetlerine kadar uzanabiliyor. Sadece 2021’den bu yana 11 transı nefret cinayetlerinde kaybettik. Ve yine bunlar sadece ulaşılabilen rakamlar ve translar her gün varoluşları nedeniyle nefret saldırılarına maruz kalmaya devam ediyorlar.
Nefret translar için, kişinin örselenmeye çok açık olduğu çocuklukta başlıyor. Çocuklukta ve ergenlikte; öğretmenlerin, idarecilerin, akranların nefret ve zorbalığına maruz kaldıkları için kimi zaman eğitimlerini sırf bu yüzden yarıda bırakmak zorunda kalabiliyorlar. Yine kişinin dış etkilere çok açık olduğu bu dönemde alınan yaralar bir ömür boyu sürecek izler bırakabiliyor.
Çalışma hayatı da translar için çeşitli baskı ve engellerle dolu. İlk aşamayı geçseler dahi varoluşları nedeniyle iş mülakatında çoğu kez gizlice bazen de açıkça reddediliyorlar. Çoğu trans iş arama motivasyonunu dahi kaybetmiş durumda, bu yüzden de zorunlu seks işçiliğinin cenderesinde polisin ve mafyanın baskısı altında çok zorlu bir yaşam mücadelesi vermek zorunda kalıyorlar.
Gündelik yaşam bu denli şiddet ve nefret doluyken sanal dünyayı ve toplumsal mecraları bir nefes alma alanı olarak görüp buralara sığınabiliyorlar. Ne var ki burada da nefret saldırıları ve siber zorbalık transların peşini bırakmıyor. Translar sanal dünyada çok fazla hedef gösterildikleri için sokakta, gündelik yaşamda taciz ve saldırılara maruz kalıyorlar.
Translar için en zor alanlardan bir tanesi de sağlık. Çok yakın zamanda tıp fakültelerinin mezuniyet törenlerindeki yemin metinlerinde geçen “cinsel yönelim” ifadesinin kaldırılmış olması dahi yetki sahiplerinin kötü niyetini, nefretini açığa vuruyor. Transların acil servislerden geri çevrilmesi de bu zihniyetin getirisi. Göçmen transların durumu içler acısı. Çoğu trans tedavisini kendi olanaklarıyla gerçekleştirmek zorunda kalıyor. Ruh sağlığı alanında da benzer uygulamalar devam ediyor. Kimi durumlarda da psikiyatr ve psikologlar iyi niyetli olsalar dahi transların sorunlarına yönelik yaklaşım ve kavrayış derinliğinden yoksunlar. Ruhsal sorunların çözümünde de başvurulan adres yine yakın arkadaşlar ve dayanışma oluyor. Bu anlamda alanda çalışan kurum ve kuruluşlara, meslek odalarına da görev düşmekte. LGBTİ+lar için gerekli eğitimler mutlaka verilmeli.
Translar adalet ve hak arayışı noktasında da eşitlikten mahrumlar. Kasıtlı olarak karşılarına çıkarılan bürokratik pürüzlerle, kötü muameleyle ve yine yılara yayılan davalarla yıldırılarak hak arayışlarından vazgeçirilmeye çalışılıyorlar. Transların sadece trans oldukları için sistematik bir şekilde maruz kaldığı yağmalama, gasp, yaralama, cinayet gibi suçlar yasa tarafından nefret suçu olarak kabul edilmiyor. Yargılanan suçlular çoğu zaman ya hiç ceza almıyor ya da ödül gibi cezalar veriliyor. Yıllardır tekrarlanan ‘kadın sandım, erkek çıktı’ gibi transfobik bahaneler hakimler tarafından ikna edici bulunuyor ve katiller haksız tahrik indirimi alıyorlar.
Tüm dünyada verilen uzun mücadeleler sonucunda LGBTİ+lar çok sınırlı da olsa belli bir toplumsal kabule ulaşılmış durumda. İşte bu durum tüm dünyada yeni sağı ve baskıcı iktidarları çok rahatsız ediyor. Her koldan harekete geçerek çoktan zamanı geçmiş arkaik bir homofobik zihniyeti yeniden hortlatmaya çalışıyorlar. Rusya’da ve Gürcistan’da kabul edilen LGBTİ+ düşmanı yasalar buradaki iktidar sahiplerine de ilham veriyor. Diyanet’in LGBTİ+ları hedef gösteren beyanları, RTÜK’ün sansürleri ve devletin en yüksek kürsüsünden neredeyse her hafta dillendirilen LGBTİ+ düşmanı söylemler bu çerçevede anlam kazanıyor. Tüm dünyada yeni sağın, sağ kanadın küresel ölçekli bir nefret taarruzuyla karşı karşıya olunduğu açık. Toplumsal mücadele içinde olanların, demokratik kamuoyunun bu konuyu da mutlaka gündemine alması gerekiyor.
Translar, küçük yaştan beri zorbalık ve nefretle mücadele ediyor, öyle ki bizatihi hayatları nefret kültürüne karşı bir cevap, bir onur nişanesi. Trans hareketi de zaten her şeyin en başında “Nefrete İnat Yaşasın Hayat!” diyerek yola çıktı. Hala aynı yerdeyiz, hiçbir şeyi unutmadık, umudumuzdan yolumuzdan dönmedik, dönmüyoruz. Şiddetten arınmış barışçıl bir toplumda özgürce yaşama hayalimizden asla vazgeçmiyoruz, vazgeçmeyeceğiz.
En ufak bir çabayı dahi küçümsememeliyiz, hakkını vermeliyiz. Her bir adalet çığlığı, dayanışmaya uzanan her bir el, her cesur çıkış nefretin karanlığını dağıtacak bir ışık olabilir. Bu anlamda sizleri de mücadelemize destek olmaya çağırıyoruz.
Nefrete İnat Yaşasın Hayat! Trans Cinayetleri Politiktir! Trans Hakları İnsan Haklarıdır!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ MERKEZİ LGBTİ+ HAKLARI KOMİSYONU