Sayın Oktay Ekşi,
29 Ağustos tarihli yazınızda, benim, "sorunun özüne değinmeden hukukun üstünlüğünü savunduğumu" bildiren bir mektup gönderdiğimi yazmaktasınız.
30 Ağustos tarihli yazınızda ise, bu defa sorunuzu düzeltiyor ve sorunuzu bizi de yanıt istediğiniz kişiler arasına katarak yöneltiyorsunuz. Tartışmanın başlangıcındaki sorunuz olmasa, bugünkü sorunuza net bir şekilde evet yanıtını verirdim Ama bu tartışma gösterdi ki, sizinle, hukukun üstünlüğü ilkesini algılayışımızda, kavrayışımızda farklılık var. Şöyle:
Siz gönderdiğim ilk mektubu, sorunun özüne değinmeyen mektup olarak değerlendiriyorsunuz. Oysa sorunun özü hukukun üstünlüğü ilkesidir. Dolayısıyla ben sorunun özü ile ilgili bakış açımızı size ilettim. Böylece ben, sizin bugün sorduğunuz sorudaki gibi düşündüğümüzü açıkladım. Siz ise, sorunu ortaya koyduğunuz ilk yazıda ve sorunuzda, bölücü ve gerici kamu görevlileri (bu niteleme, kesinleşmiş yargı kararı oluncaya değin idarenin ya da savcılığın bir iddiasından ibarettir) devlet organlarından tasfiye edilsin ama bu iddia ile tasfiye edilenler için hukuk yolu da açık olsun demektesiniz. Bakış açılarımızdaki farklılık, hukukun üstünlüğü ilkesini algılamak , kavramak ile ilgilidir. Tasfiye edilmesi söz konusu olan kişiler, örneğin işyerlerine sürekli sarhoş gelen, izinsiz 5 gün 10 gün işyerine gelmeyen, çalışma arkadaşlarını sürekli rahatsız eden ve benzeri davranışları olan kişiler değil. Kendilerine ceza yasalarının suç olarak nitelediği eylemler atfedilen kişiler. İşte biz bu suçlamaların yöneltildiği ve ancak yargı kararıyla bu suçları işlediğine hükmedilecek kişilerin, yargı kararı olmaksızın tasfiye edilmelerine karşı çıkıyoruz. Haklarında suç işlediği iddiası bulunan kişiler, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde, adil bir şekilde yargılanırlar ve haklarındaki hüküm kesinleşirse, bu kişiler kamu görevlisi olarak görev yapamazlar ve buna da bizim bir itirazımız olamaz. Burada, yürürlükteki maddi ceza yasalarındaki, bölücülük ve irticai eylemlerle ilgili düzenlemeleri tartışmıyoruz. Belirtilen durumda, haklarında suç isnadı bulunan kamu görevlileri, devlet kadrolarından tasfiye edilsin-ama kamu görevlilerine yargı yoluna başvuru olanağı tanınsın görüşüne karşı çıkıyoruz.
Bugünkü yazınızda sorunuzu düzeltilmiş olarak görüyoruz ve şöyle yanıtlıyoruz: Evet. Haklarında konusu suç teşkil eden eylemlerde bulunduğu savı bulunan kamu görevlileri, bu eylemlerle ilgili yargılamayı yapan ceza yargıcının ya da mahkemesinin kararı kesinleştiğinde (bölücü ve gerici kime denir,bölücülük ve gericilik maddi ceza yasalarında demokratik toplumlardaki düzenlemeler gibi mi düzenlenmiştir, bu tartışmaya girmeden) kamu görevlisi olma niteliğini yitirirler ve devlet kadrolarında çalıştırılamazlar. Belirtilen durumda,bu kamu görevlileri idari tasarruflarla değil, hukukun gücü ile "tasfiye" edilmiş olurlar. Buna, hukukun üstünlüğü ilkesinin ülkemizde yerleşmesi için çalışan İHD'nin ve benim, itiraz etmemiz olası değildir.
Oktay Bey,
Avrupa Konseyi Şartı'nın 3. Maddesi, Konsey üyesi ülkelerin hukukun üstünlüğü ilkesini kabul ettiği bir belgedir ve Türkiye de belgeye taraftır. Ülkemiz, Avrupa Konseyi'nin de üyesidir. Kasım ayının ilk yarısında Avrupa Birliği ile de Katılım Ortaklığı Belgesi imzalanacak. Kopenhag Siyasi Kriterlerinden birisi de, "Hukukun Üstünlüğü" ilkesidir. Köşenizde başlattığınız tartışma, kanımca hukukun üstünlüğü ilkesinin ne olduğuna, nasıl anlaşılması, yorumlanması ve uygulanması gerektiğine de, katkı sunacak. O nedenle, bölücülüğe ve gericiliğe tavır koymayı göstermekten (kuşkusuz, tavır ya da tutum gösterme önemlidir) daha önemli olan, bir değeri ifade eden, hukukun üstünlüğü ilkesini savunup-savunmamadır. Başa dönecek olursak, hukukun üstünlüğü, sorunun özüdür.
Saygılarımla.
Hüsnü Öndül
İHD Genel Başkanı