Türkiye hapishanelerindeki tecrite dayalı koşullar, tutuklu ve hükümlülerin ruh ve beden bütünlüklerini tehdit etmektedir. Ayrıca mahpusu insan saymayan zihniyet gerek yasal düzenlemelerde, gerek uygulamadaki keyfiyet, etik olmayan yaklaşımlar ve bürokratik engellerle özellikle hasta tutuklu ve hükümlüler için insani olmayan bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
İnfaz sistemindeki sorunlar ve özellikle de 2005 yılında yürürlüğe giren 5275 Sayılı Ceza Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un insani olmayan bir yaklaşım üzerine kurulu olması; otoriteyi ve kuralları dayatan, yaşama hakkını ve özgürlükleri değil, güvenliği öne çıkaran bir anlayışla hazırlanması ve uygulamada yaşanan sıkıntılar sorunları artırmaktadır.
İnfaz yasasının “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” başlığını taşıyan 16. Maddesinde 24.1.2013 tarihinde 6411 Sayılı Yasa’yla birlikte yapılan değişiklikle “maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir” hükmünün yer alması ve uygulamada “toplum güvenliği bakımından tehlike” unsurunun kolluk güçlerinin insafına bırakılmış olması en büyük sorunlardan biridir. Hasta mahpuslarla ilgili tıbbi değerlendirmelerin esas alınması yerine, “toplum güvenliği bakımından tehlikelilik” unsuruna “ağır ve somut bir tehlike” kriterinin eklenmiş olması sorunu çözmekten uzak ve kabul edilemez bir yaklaşımdır.
Ayrıca, sağlık kurullarınca düzenlenen raporların Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından onaylanmayıp Adli Tıp Kurum tarafından yeniden rapor düzenlenmesi de var olan sıkıntıları daha da artırmaktadır.
Aslında bu konudaki önemli bir sorun da, mevcut kurumsal yapısı ve siyasi iktidara bağlılığı nedeniyle tarafsız davranamayan, bu nedenle de verdiği kararlarda, bilimsel ve objektif kriterlere uygun değerlendirmeler yapmayan Adli Tıp Kurumu’nun halen resmi bilirkişi konumunu sürdürüyor olmasıdır. Dolayısıyla bağımsız konumda olmadığı açıkça ortada olan Adli Tıp Kurumu’nun resmi bilirkişilik uygulamasına son verilmediği sürece sorunlar devam edecektir.
Birleşmiş Milletler resmi belgesi olan ve üye ülkelerce de kabul edilen İstanbul Protokolünde “tutuklu ve hükümlü konumda da olsa her hastanın kendi doktorunu seçme ve raporlarının bağımsız bilirkişilerce hazırlanmasını isteme hakkı vardır”. Üniversite hastaneleri, eğitim araştırma hastaneleri, tam teşekküllü devlet hastaneleri, hasta mahpusların sağlık durumlarıyla ilgili objektif süreçler yürütüp raporlar hazırlayabilir.
Adli Tıp Kurumu raporlarının ve kolluktan gelecek raporların hazırlanma sürecinin hayli uzun sürmesi durumu ağır olan, bir gün dahi cezaevinde tutulmaması gereken mahpusların ölüme terk edilmesi anlamına gelmektedir. Bu durumu bizzat Adalet Bakanlığı verileri ile de desteklemektedir.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün yazılı soru önergesine verdiği yanıta göre, ceza infaz kurumlarında bulunurken hayatını kaybeden hükümlü ve tutuklu sayısı:
2002 yılında 89 kişi, 2003 yılında 163 kişi, 2004 yılında 54 kişi, 2005 yılında 59 kişi, 2006 yılında 157 kişi, 2007 yılında 176 kişi, 2008 yılında 211 kişi, 2009 yılında 196 kişi, 2010 yılında 252 kişi, 2011 yılında 268 kişi, 2012 yılında ise 18 Temmuz tarihi itibariyle ise 109 kişi olarak gerçekleştiği belirtirmiştir. Yine Adalet Bakanlığının verilerine göre 2015 yılının ilk altı ayında ise 212 kişinin yaşamını yitirdiği belirtilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 05 Mart 2013 tarihinde, Gülay Çetin/ Türkiye kararında ağır hastalık nedeniyle serbest bırakılabileceğine ilişkin hükümlerden, tutuklu olduğu için yararlandırılmaması nedeniyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) işkence yasağını düzenleyen 3. ve ayrımcılık yasağını düzenleyen ve 14. maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkûm etmiştir. AİHM ayrıca Hükümete de tutukluluk koşullarıyla ilgili düzenlemelerde her türlü insani önlemi almaları gerektiği önerisinde bulunmuş ve ATK’nın yeniden yapılandırılarak prosedürlerin basitleştirilmesi gerekliliği noktasında uyarılarda bulunmuştur.
Ancak Türkiye’de yargı organları AİHM’in vermiş olduğu bu karardan sonra da Anayasa’nın 90. maddesi gereği bir iç hukuk normu haline gelen uluslararası sözleşmelere uymamakta, soruna ne insani ve vicdani açıdan ne de hukuki açıdan bakmaktadırlar. Türkiye’nin de imzaladığı uluslararası birçok sözleşmede hastalar ve hasta mahpuslar için düzenlemeler mevcuttur ve Türkiye’deki mahkemeler ve idari organlar buna uymakla yükümlüdür.
İnsan Hakları Derneği olarak:
- Öncelikle, Türkiye’deki mevzuatın uluslararası insan hakları hukukuna ve özel olarak da mahpus haklarına uygun hale getirilmesini,
- Tecridin kaldırılması ve cezaevlerinde insani yaşam standartlarının oluşturulmasını,
- Mahpusların sağlığa erişim haklarının sağlanması, koruyucu sağlık hizmetlerine önem verilmesi, hastalığı olanların tedavi olanaklarından yararlanmaları için gerekli önlemlerin alınması ve ağır hastalığı olanların derhal serbest bırakılmasını,
- Adli Tıp Kurumu’nun resmi bilirkişi olarak varlığına son verilmesi, bağımsız bilirkişilik kurumunun kabul edilmesi ve İstanbul Protokolü hükümlerinin uygulanmasını,
- Cezaevlerinin sivil toplum kuruluşlarının, bağımsız izleme kurullarının, özel olarak da hasta mahpuslar sorunuyla ilgili olarak İHD, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Türk Tabipler Birliği (TTB) gibi kuruluşların denetimine açık hale getirilmesini, bağımsız ulusal önleme mekanizmasının kurulmasını,
- 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun cezanın infazının hastalık nedeniyle ertelenmesine ilişkin 16. Maddesinin ve ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm mahpuslarla ilgili 25. Maddenin ağır hasta mahpusların serbest bırakılmasını engelleyen hükümlerinin değiştirilmesi ve cezaevinde bulunan tüm ağır hasta mahpusların derhal serbest bırakılmasını,
- Bugüne kadar cezaevlerinde yaşamını yitiren hasta mahpuslarla ilgili olarak etkin bir soruşturma yapılarak ihmal ve sorumluluğu olanlar hakkında cezai yaptırımların uygulanmasını talep ediyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ