Herkes şunu iyi bilsin ki, bir bilim insanı ve insan hakları savunucusu olarak ömrünü halkın sağlığını korumaya ve başta işkence olmak üzere insan hakları ihlalleriyle mücadeleye adayan, Türkiye’nin bu konularda kilometre taşlarından birisi olan sevgili arkadaşımız Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı asla yalnız değildir.
Dün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı ve aynı zamanda Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) yönetim kurulu üyemiz Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında bir haber kanalına yaptığı açıklama nedeniyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2’nci maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 301/2. maddesi kapsamında soruşturma başlattığını duyurdu.
Sevgili arkadaşımız Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı her şeyden önce dünyaca tanınırlığa ve saygınlığa sahip uzmanlık alanı adli tıp olan bir bilim insanı ve insan hakları savunucusudur.
İnsan hakları savunucuları ve bilim insanlarının en temel özellikleri hakikatin inşası konusunda bağımsızlıklarını, tarafsızlıklarını, bilimsel merak ve şüpheciliklerini ilkesel bir kararlılıkla korumalarıdır. Bu kişiler, gerek bilimsel hakikate gerekse ihlallere yönelik bir iddia söz konusu olduğunda bunun tarafsız, bağımsız ve etkin bir şekilde araştırılmasını önerirler.
Nitekim Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da tümüyle böyle davranmış, kendisinin de ifade ettiği gibi, kimyasal silah kullanıldığı iddiası varsa ve buna bağlı ölümler meydana gelmiş ise bununla ilgili olarak Minnesota Protokolü’ne [Birleşmiş Milletler (BM) Hukuk Dışı, Keyfi ve Yargısız İnfazların Önlenmesine ve Soruşturulmasına İlişkin El Kılavuzu] göre etkili bir şekilde soruşturma yapılması gerektiğini belirtmiştir. İnsan hakları ihlalleri ve uluslararası hukuka aykırılık iddiaları ancak nesnel bilgi ve belgelere dayalı etkin ve bağımsız soruşturma yoluyla açıklığa kavuşturulabilir.
Öte yandan Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel insan hakları hukuku, bilgiyi arama, elde etme ve yayma özgürlüğünü de içeren düşünce ve ifade özgürlüğünün -söylenenler kamuoyunda yerleşik değerler açısından şok edici bir etki yaratsa bile- tüm toplumlar için elzem ve demokratik devletin temeli olduğunu belirtir.
Keza Türkiye’nin de imzacısı olduğu BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’nin 6. Maddesinde herkesin insan haklarıyla ilgili bilgi sahibi olma, bilgi arama, edinme, alma ve saklama hakkını, insan haklarıyla ilgili özgürce yayın yapma, görüşlerini dile getirme ve yayma hakkını, insan haklarına uyulmasıyla ilgili inceleme yapma, tartışma yürütüme, kanaat geliştirme ve fikir sahibi olma hakkını ve insan hakları sorunlarıyla ilgili kamuoyunun dikkatini çekme hakkını garanti altına alır.
Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da bu haklarını kullanmış, ihlal iddiaları karşısında görüşlerini dile getirmiş, tartışma yürütmüş ve derhal inceleme yapılmasını talep etmiştir. Kaldı ki, ağır ve ciddi insan hakları ihlallerine dair iddialar söz konusu olduğunda, ihlalin olmadığını bilimsel kanıtlar ile ispat yükümlülüğü ihlal iddiasına muhatap olana, dolayısıyla da evrensel hukukun insan haklarını koruma ve geliştirme görevinin asli sorumlusu olarak kabul ettiği devletlere aittir.
Hal böyle iken, hakikatin açığa çıkması için kamusal olanakların muazzam gücünden de yararlanarak içtenlikli ve samimi bir şekilde çaba harcanacağına, medya yoluyla yapılanlar da dâhil olmak üzere bir bilim insanı ve insan hakları savunucusu olarak Şebnem Korur Fincancı’nın itibar ve güvenilirliğine zarar veren bir damgalama faaliyeti sürdürülmektedir. Bu yöndeki karalamalar, idari ve yargısal tacizler hiçbir şekilde kabul edilemez.
Herkes şunu iyi bilsin ki, bir bilim insanı ve insan hakları savunucusu olarak ömrünü halkın sağlığını korumaya ve başta işkence olmak üzere insan hakları ihlalleriyle mücadeleye adayan, Türkiye’nin bu konularda kilometre taşlarından birisi olan sevgili arkadaşımız Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı asla yalnız değildir.
Daha dün dile getirdiklerimizi bir kez daha tekrarlamak istiyoruz: İnsan hakları savunucularını şiddet, tehdit, misilleme eylemi, fiili veya hukuksal ayrımcılık, baskı veya diğer keyfi hareketlere karşı korumak ve tüm bu sıralananları suç olarak kabul etmek ve işlem yapmak devletlerin bir yükümlülüğüdür. Bu evrensel yükümlülüğün yerine getirilmemesi ise suçtur.
Saygılarımızla,
Türkiye İnsan Hakları Vakfı – İnsan Hakları Derneği