İnsan Hakları Haftası Açılış Konferansı

İnsan Hakları Haftası Açılış Konferansında İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Hüsnü Öndül'ün Yaptığı Konuşma

Bilinenlerden Yola Çıkmak

Değerli konuklar,

Türkiye İnsan Hakları Vakfı ile İnsan Hakları Derneği'nin birlikte düzenlediği toplantımıza hoş geldiniz. İHD ve TİHV her yıl 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nü birlikte karşılıyorlar. 1998 yılından bu yana da, İnsan Hakları Günü açılışında, o yıl gerçekleştirilen Türkiye İnsan Hakları Konferansı sonuç bildirgesini açıklıyorlar.

1998 yılından bu yana düzenli olarak gerçekleştirilen Türkiye İnsan Hakları Konferanslarında çeşitli insan hakları sorunları o yılın insan hakları konusu olarak seçilip, tartışılıyor ve sonuçlara ulaşılıyor. Bu yılın konusu ise yoksulluk ve insan hakları idi. İnsan Hakları Derneği de her yıl İnsan Hakları Haftası için bir ana konu belirliyor. Bu yıl İHD'de Konferansa paralel olarak, yoksulluk ve insan haklarını ana tema olarak belirledi. Çünkü günümüzde gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında ki eşitsizlikler doruğa ulaştı. Türkiye'de ise, 2000 yılı son aylarında başlayan ve 2001 yılında patlak veren büyük ekonomik ve mali krizin etkileri yaşandı ve halen de yaşanmaya devam ediyor. Başbakan Sayın Abdullah Gül'ün de açıkladığı gibi nüfusun %15'i açlık sınırında yaşamaya mahkum edilmiş durumda. Sosyal adalet ilkesi unutuldu. Çeşitli toplum kesimleri arasında gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik yaşanıyor. Bu yıl ki etkinliklerimizde yoksulluk ve insan hakları ilişkisini, hemen tüm olağanüstü durumlarda en çok zarar gören, çocuklar ve kadınlar bağlamında değerlendireceğiz.

Değerli konuklar,

Nikomakhos'a Etik'te Aristoteles şöyle diyordu: "Her bilgi ve her tercih bir iyiyi arzuladığına göre, siyasetin arzuladığını söylediğimiz şey ve tüm yapılabilecek iyilerin ucundaki şey nedir? Adı konusunda pek çok kişi anlaşıyor, hem sıradan kişiler hem de seçkin insanlar ona mutluluk diyorlar, iyi yaşamayı ve iyi durumda olmayı da mutlu olmakla bir tutuyorlar. Ama mutluluğun ne olduğu tartışma konusudur, çoğunluğun ondan anladığı da bilge kişilerinkiyle aynı değil. Kimi apaçık, belli şeyleri, sözgelişi haz, zenginlik, onuru anlıyor, kimi de bir başka şeyi; çoğu kez aynı kişi bile başka başka şeyleri anlıyor, örneğin hasta olunca sağlığı, yoksul düşünce zenginliği; kendi bilgisizliklerini bilenlerse, büyük ve onları aşan şeyler söyleyenlere hayran kalıyorlar. Kimi, pek çok olan bu iyi şeyler yanında kendisi iyi olan bir şeyin olduğunu, bunun da bunların iyi olmasının nedeni olduğunu düşünmüştür. Öyleyse bu kanıların tümünü sınamak belki boşuna olur, en yaygın olanları ya da bir temeli var gibi görünenleri sınamak yeterlidir. Ayrıca ilklerden yola çıkan ve ilklere doğru giden temellendirmeler arasında bir fark olduğu da gözümüzden kaçmamalı; stadyumda yol hakemden sona doğru mu yoksa tersine mi gitmeli sorunu gibi. Platon da yolun ilklerden mi yoksa ilklere doğru mu gittiğini pek yerinde sorun edinmiş ve soruşturmaya çalışmıştı. Bilinenlerden yola çıkmak gerek, bilinenler ise iki türlüdür: Bizim bildiklerimiz ve genel olarak bilinenler. Belki de bizim bildiklerimizden yola çıkmak gerekir. Bundan dolayı güzel, adil şeyleri ve genellikle siyaset konularını yeterince yararlanarak dinleyecek olanın ahlakça iyi eğitilmiş olması gerekir. İlk ise, olandır; bu da yeterince görünürse, nedenini göstermeye gerek kalmaz. Böyle biri de zaten ilklere sahiptir ya da onları kolayca edinebilir. Bunlardan hiçbiri bir insanda yoksa, o Hesiodas'a kulak versin:
'Kim ki her şeyi kendi anlar, en iyi kişidir.
Kim ki doğru sözle ikna olur, o da iyidir.
Kim ki ne kendi anlar ne de kulak verir başkasına,
İşe yaramaz bir adamdır o.' (s.5)….."
Aristo'dan bu uzun alıntıyı yapmamızın nedenleri insan hakları ve özgürlükleri sürecinin Türkiye'deki durumudur.

Türkiye'de insan hakları ve özgürlükleri sorunu Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nden bu yana AB bağlamında ele alınmaktadır. Bu tarih bir "ilk" sayılabilir mi? Bazı bakımlardan sayılabilir. Ancak genel olarak bakıldığında, 200 yıllık modernleşme sürecinin bir halkası olarak da görmek gerekir. Ya da şu anda yürünen yolun sonu Kopenhag mıdır? Kopenhag "olan" anlamında bir "ilk" neden olmasın? Öyle anlaşılıyor ki, bundan sonraki süreçlerde de, "olan" anlamındaki "ilkleri" yaşamaya devam edeceğiz. Büyük bir olasılıkla da, Aristo'nun altın yol olarak nitelendirdiği, "orta yol" bulunacak.

"Bilinenlerden yola çıkmak gerek."

İnsanlığın binlerce yıllık serüveninden, insan hakları ve özgürlük mücadelesi serüveninden yola çıkmak gerek. Bu ise bilinendir. Bizim bildiklerimizdendir. Bunun için yalnızca özü sözü bir olmak, yani yalnızca dürüst olmak yeterli.

Genellikle Türkiye'deki politik ve bürokratik kadrolar insan hakları ve özgürlükleri sorununa dış dinamiklerle ilişki bağlamında yaklaşmaktadır. Bu yaklaşım tarzının insan haklarının uluslararası bir ilgiyi gerektirdiği gerçeği ile ilişkisi bulunmamaktadır. Gerçekte bu yaklaşım tarzı, demokrasiyi içselleştirme ile ilgili olarak bir zaafiyeti sergiler. Bunun sakıncalarının bulunduğu ortadadır. Çünkü demokrasi, insan hak ve özgürlükleri bir meta değildir. İhracata ya da ithalata konu olamazlar. İnsan hakları ve özgürlükleri birer değeri ifade eder. Birer değer olduğu için de, bu hak ve özgürlüklerin başka bazı koşullara bağlı olarak kabul edilip edilmemesi söz konusu olamaz. Bunlar pazarlığa tabi tutulamaz. Hiçbir demokratik yönetim, yurttaşının hak ve özgürlüğünü, "devlet çıkarı, devlet politikası" adı altında başka güçlerle pazarlık konusu yapamaz. İnsan hakları ve özgürlüklerinin tanınıp tanınmaması, uygulanıp uygulanmaması herhangi bir devletin ya da yönetimin dış politik ihtiyaçlarına göre şekillenemez. İnsan hak ve özgürlüklerinin sınırı bu dış politik ihtiyacın gerektirdiklerine göre belirlenemez.

Aristo'ya şimdi yeniden, "bilinenlerden yola çıkmak gerek" diyerek dönebiliriz. Türkiye, 8 Kasım 2000 tarihli Katılım Ortaklığı Belgesi'ne karşılık gelmek üzere, 19 Mart 2001 tarihinde Ulusal Program'ını açıkladı. Ulusal Program'ın Katılım Ortaklığı Belgesi'ne tam karşılık gelip gelmediği tartışmasını yapmayacağız. Ancak 19 Mart 2001 tarihli programda gerçekleştirilenler, biliniyor. Bunlar yasalar ve yönetmelikler halinde yayımlandı. Gerçekleştirilmeyenler de biliniyor. Ancak, Türkiye'yi yöneten politik ve bürokratik kadrolar ve pek çok çevre, taahhüt edilip de gerçekleştirilmeyenlerin bilinmediğini zannediyor ve herkesin de bunun böyle olduğuna inanmasını istiyor. Oysa eksikleri, kusurları gizleme çabası boş çabalardır. Ulusal Program'da taahhüt edildiği halde gerçekleştirilmeyenler, "Türkiye'nin yükümlülüklerini yerine getirdiği" şeklindeki tezi çürütmektedir.

Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1) Ulusal programda Anayasa'nın tamamının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ışığında gözden geçirilmesi taahhüt edilmiş olmasına karşın bu çalışma tamamlanmamıştır.

2) Basın Yasası'nın kapsamlı olarak gözden geçirilmesi taahhüt edilmesine karşın bu gerçekleştirilememiştir.

3) RTÜK Yasası'nın düşünceyi ifade özgürlüğü açısından olumlu bir yönde değişiklik içermesi beklenirken bu alanda ciddi değişiklikler gerçekleştirilmemiştir.

4) Siyasi Partiler Kanunu değişikliği, özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü başlığı altında taahhüt edilmiş olmasına karşın yalnızca parti kapatma ile ilgili olarak gözden geçirilmiştir.

5) 3257 sayılı Sinema Video ve Müzik Eserleri Kanunu gözden geçirilmemiştir.

6) Yeni Türk Ceza Yasası yasalaştırılmamıştır. Bunun yerine bir kaç maddede değişiklikler gerçekleştirilmiştir.

7) Sendikal haklarla ilgili mevcut sınırlamalar gözden geçirilmemiştir. 87 ve 98 sayılı ILO Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı doğrultusunda yeniden düzenlenmemiştir.

8). İşkencenin önlenmesi bakımından taahhüt edilen, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ve Tüzüğü, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ve Yönetmeliği, Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu ve Tüzüğü' gözden geçirilmemiştir.

9) Adli Tıp kurumunun modernizasyonu için yasal değişiklikler gerçekleştirilmemiştir.

10. Yeni Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hazırlanmamıştır. Bunun yerine birkaç maddede değişiklik yapılmıştır.

11) Anayasa'nın DGM'lere ilişkin hükümlerinde değişiklikler gerçekleştirilmemiştir.

12) Bu bağlamda DGM yasasında değişiklik de gerçekleştirilmemiştir.

13) Yargı bağımsızlığını ihlal eden Anayasa hükümleri değiştirilmemiştir.

14) Bu bağlamda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeniden yapılandırılması için yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Yasası çıkarılmamıştır.

15) 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un uygulamada edinilen tecrübeler ışığında gözden geçirilmesi taahhüt edilmesine karşın, tam tersi yönde memurların yargılanmasını güçleştirecek bir biçimde 4696 Sayılı yasa çıkarılmak istenmiştir. Cumhurbaşkanı tarafından bu yasa TBMM'e geri gönderilmiştir.

16) Askeri Ceza Kanunu, 353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü Kanunu ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun gözden geçirilmesi taahhüt edilmesine rağmen değişiklikler gerçekleştirilmemiştir. Özellikle sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına olanak veren 353 sayılı yasasının 11. maddesinin yürürlükte olması karşısında bu yönde hiçbir değişik yapılmamıştır.

17) Olağanüstü Hal Yasası'nın gözden geçirileceği taahhüt edilmiş olmasına karşın bu gerçekleştirilmemiştir.

18) Milli Güvenlik Kurulu'nun Anayasal konumu ile ilgili 3 Ekim 2001 değişikliğine karşın, Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yasası değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

19) Demokrasinin çoğulculuk ve katılımcılık ilkesi açısından, ülke yönetimine katılım hakkı açısından büyük sorun teşkil eden Anayasa'nın 76. maddesi ile seçim yasalarında ve siyasi partiler yasasında bir değişiklik gerçekleştirilmemiştir. Düşüncelerini açıkladığı için hapis cezası ile cezalandırılanların ayrıca siyasi yasaklı olma durumunda bir değişiklik gerçekleştirilmemiştir.

20) Onaylanmayan sözleşme ve protokoller ise, AİHS 6 Protokolü ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile İhtiyari Ek Protokolü ve BM Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'dir.

Türkiye, Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni yerine getirdi ise, demokratik bir ülke olmuş olması gerekir. Halbuki, hukukun üstünlüğü ve demokrasi, insan hakları ve azınlıkların haklarına saygı ölçütleri açısından hâla pek çok yasanın değişmesi gerekiyor. Uygulama ise en sorunlu alanlardan birisi. Bir kaç konu başlığı yeterlidir sanırız.

İşkence hala yaygın ve sistematik olarak uygulanmaktadır. Kesin politik kararlılık gösterilememiş, yargısal, yasal, idari ve eğitsel önlemler hâla alınamamıştır. Bu yılın ilk 6 ayında 381 kişi işkence görmüştür.

İfade özgürlüğü alanında hiçbir gelişme sağlanamamıştır. En başta Cumhuriyet Savcıları, yasa değişikliklerini yurttaş hakkında dava açıbilme olanaklarının artması olarak algılamaktadır. İki yıl öncesi ile karşılaştırılamayacak denli çok davalar açılmıştır. Bu yılın ilk 6 ayında 2260 kişi hakkında düşüncelerini açıkladığı için davalar açılmıştır.

Türkiye'de hâla siyasi yasaklar vardır.

Kürt sorunu hâla en önemli sorunlardan birisi olmaya devam etmektedir. 3688 boşaltılan köy ve mezraya geri dönüş konusunda ciddi önlemler alınmamıştır. Ciddi, ekonomik, sosyal ve kültürel planlar üretilememiştir. Koruculuk sisteminin kaldırılması için ciddi bir çaba gösterilmemektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarına rağmen, isim yasağı uygulamasına devam edilmektedir.

Son iki yılda ölüm oruçlarında ve cezaevleri operasyonlarında toplam 104 kişi yaşamını yitirmiştir. F tipi cezaevlerinde sürmekte olan ölüm oruçlarına seyirci kalınmıştır. F tipi cezaevleri tecrit amaçlı cezaevleridir ve tutuklu ve hükümlüler iki yıldır tecrit koşullarında tutulmaktadır. Belirli sayıdaki tutuklu ve hükümlülerin gündüzleri biraraya gelmeleri engellenmektedir. Bu konudaki öneriler dikkate alınmamış ve yurttaşların ölümü ile sonuçlanan politikalar uygulanmaya devam edilmiştir.

Başörtüsü sorunu, bireysel özgürlük, bireyin hakları bağlamında ele alınmamış ve ideolojik-siyasi tutum alınmıştır. 13-14 yaşındaki çocukları gericilikle suçlamak, ancak marazi bir düşüncenin ürünü olabilir.

Türkiye toplumu çoğulcu, etnik dilsel, dinsel ve kültürel özelliklere sahiptir. Farklı dillerden, farklı dinlerden, farklı etnik kökenlerden, farklı dünya görüşlerinden, farklı cinsel tercih ve yaşam biçimlerinden kaynaklı olarak hiç kimse ayrımcı muamelelere taabi tutulmamalıdır. Türkiye, Anayasal ve yasal sistemini, farklı özelliklere sahip bu yurttaşları ötekileştirmek yerine kucaklayacak biçimde geliştirmeli ve uygulamayı da buna uygun biçimlerde gerçekleştirmelidir.

Son iki yılda insan hakları derneğinin yönetici ve üyeleri hakkında 437 dava açıldı. 16 yıllık tarihimizde en ağır yargı baskısı ile karşılaştığımız dönemi yaşadık.

Değerli Konuklar,

"Bilinenlerden yola çıkmak gerek." Bilinenler, insan hakları ve özgürlüklerinin uygulama örnekleridir. Ülkemizde bu hak ve özgürlüklerin yaşam bulmasını istiyoruz. Kozmetik değişiklikler değil, insan hakları ve özgürlüklerinin özüne uygun değişiklikler istiyoruz. Beş gün önce, İstanbul'daki karakollarla ilgili bir haber, yazılı ve görsel basında yer almıştı. Karakolların tarihe karıştığı yolundaki bir haberdi bu. Karakolların adı, "polis merkezi" olarak değişecekmiş. Bu konuda 140 karakoldan 72'sinin adı değiştirilmiş. Şeylerin adının değişmesi, şeylerin nitelikçe değiştiği anlamına gelmez. Türkiyenin poliktik ve bürokratik kadroları, değişimi, "şeylerin adının değişmesi" olarak algıladığı sürece, Türkiye'nin otoriter sisteminin demokratik değişim ve dönüşüme uğraması söz konusu olamaz. Bunlar kozmetik değişikliklerdir. Bu zihniyetin aşılması gerekir.

İnsan hakları evrimci ve dinamik karakterdedir. Bu özelliği her durumda, her yaşama durumunda gelişmenin yaşandığı anlamına gelir. "İlkler" bu her durumda ilktir, olandır. Hızlandırılmış demokratikleşme süreçlerine ihtiyaç var. Daha aşılacak pek çok engel var. Yol uzundur ve söz konusu olan her biri birer değeri ifade eden insan hakları değerlerini yeryüzünün her noktasında korumak ve geliştirmektir. Bize düşen, bulunduğumuz noktadan, Türkiye'den, bu dinamik sürece katkıda bulunmaktır.

Türkiyenin insan hakları savunucuları böyle bir kararlılığı taşımaktadır. Evrensel Bildirinin 54. yılında, dünya halklarına ve Türkiye toplumuna özgürlüklerini doyasıya yaşamaları için desteğimizi ve iyi dileklerimizi sunarız.

Saygılarımızla.

İnsan Hakları Derneği

Bir cevap yazın