Sayın Basın Mensupları,
Biliyorsunuz, 2000 yılından itibaren, Türkiye'nin insan hakları durumunu ortaya koyan raporlarımızı, bir de Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne aday üye statüsünü kazandığı Aralık 1999 Helsinki Zirvesinden bu yana olan gelişmeler açısından, mukayeseli olarak hazırlıyoruz.
Bugün sizlere üç aylık raporumuzu sunuyoruz. Raporumuz, Temmuz,Ağustos ve Eylül 2001 aylarında ihlal edilen haklar ve kısıtlanan özgürlüklerle ilgilidir.Temmuz ayında 6 aylık raporumuzu kamuoyuna sunmuştuk.Bugün 2001 yılının 9 aylık bilançosunu da sunuyoruz. Ayrıca anımsatmak ve bir karşılaştırma ve değerlendirme olanağı yaratmak için, 2000 yılının 9 aylık bilançosunu ve 1999 yılının 9 aylık bilançosunu da sunuyoruz.
Türkiye'nin insan hakları karnesinde bir iyileşmenin görülmediğini belirten Avrupa Birliği Komisyonunun değerlendirmesi bir önyargıyı değil, eksiklerine rağmen, nesnel bir değerlendirmeyi içermektedir. Bazı açılardan ve bizim her raporumuzda özel değerlendirme konusu yaptığımız işkence yasağı ve ifade özgürlüğü hakları açısından ise, ihlallerde artış vardır; yaklaşım ve ihlaller açısından bir kötüye gidişten söz etmek gerekir. Bu iki hak kategorisinin önemini ve özelliğini bir kez daha vurguluyoruz.
Değerli Basın Mensupları,
Kişinin bedensel ve zihinsel bütünlüğü hakkının temel unsurlarından olan işkence yasağı, bir başka anlatımla işkence görmeme hakkı, istisna getirilemeyecek ya da korunması kısıtlanamayacak haklardandır. Ne olağan rejim koşullarında, ne olağanüstü ve sıkıyönetim rejimi koşullarında, ne de savaş koşullarında bir istisna öngörülebilir işkence yasağı konusunda. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15. maddesinde sayılan istisnai durumlarda işkence yasağına (3. maddeye) aykırı önlemlerin alınamayacağı açıkça vurgulandığı gibi, Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 4. maddesinde de işkence yasağına (7. maddeye) aykırı önlemlerin alınamayacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 15. maddesinde (temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması başlıklı madde) sayılan istisnai durumlar arasında işkence yasağı bulunmamakta ve kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. maddeye aykırı önlem alınamayacağı vurgulanmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Türkiye ile ilgili olarak en çok işkence ve ifade özgürlüğü alanında ihlal kararları vermiştir.Hukuksal bağlayıcılığı olan ulusal ve ulusalüstü belgeler kesin işkence yasağı getirmesine karşın, ne yazık ki Türkiye'de işkence önlenememiştir.
İHD verilerine göre, 1999 yılının Ocak-Eylül döneminde 472 kişi,
2000 yılının Ocak-Eylül döneminde 508 kişi,
2001 yılının Ocak-Eylül döneminde 762 kişi işkence ve onur kırıcı muamele ile karşılaşmıştır.
Bu üç yıllık dönemde, İHD'nin veri toplama kapasitesinde bir gelişme ya da yöntemlerinde değişme olmamıştır; öte yandan, mağdurlarının başvuru yapmaması nedeniyle İHD'ye ulaşmayan binlerce vak'a oloduğunu da biliyoruz. Fakat İHD verileri, eğilimi göstermektedir. İşkencenin önlenmesi için, 26 Haziran 2001 tarihinde, BM tarafından İşkence Görenlerle Dayanışma Günü ilan edilen tarihte, kamuoyunun ve hükümetin bilgisine sunduğumuz öneriler dikkate alınmamıştır. İşkencenin önlenmesi için, yasal, yönetsel, yargısal ve eğitsel önlemler ivedilikle alınmalıdır.
İşkencenin nerelerde yapıldığı ne hükümet açısından bir sırdır, ne de kamuoyu açısından. İşkence yapanlar, insanımıza ve insanlığa kötülük yapmaktadır. Türkiyemize kötülük yapmaktadır. İşkence, Türkiye'yi karalamak isteyenlerin uydurduğu bir sav değil, bazı kamu görevlilerinin, bazı amirlerinin gizli ya da açık göz yummaları, yasal ve yargısal süreçlerde korunmaları ile gerçekleşen bir olgudur. Bu nedenle de sistematiktir. İşkence, birkaç kendini bilmez ve doğuştan işkence yapmaya eğilimli kamu görevlisinin gerçekleştirdiği bir eylem değildir. 9 ayda, "bunlar münferit olaylardır efendim" diye diye en az 762 kişiye işkence yapıldığı anlaşılmaktadır. Tek bir kentte değil, Türkiye'nin çeşitli kentlerinde ve benzer teknikler uygulanarak. O nedenle, işkencenin önlenmesinde en yüksek seviyede bir irade gösterilmelidir. Hükümet, işkenceye karşı mücadele edenleri "Türkiye'ye karşı çalıştığını" söyleyebilmek için, önce Türkiye insanının can güvenliğini gerçekten teminat altına almalı, bu konuda samimi irade göstermeli ve işkencenin önlenmesine yönelik pratik önerilerimizi neden dikkate almadığını açıklayabilmelidir.
Raporumuzda ikinci olarak üzerinde durmak istediğimiz konu, ifade özgürlüğü ile ilgilidir. Bu özgürlük alanı konusunda, Cumhuriyet Savcılarının, zaman içersinde, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerini ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadını dikkate almaları beklenirken, tersi yönde bir eğilim içersinde oldukları gözlenmekte; daha çok sayıda kişi hakkında fikirleri, önerileri ya da verdikleri bilgiler nedeniyle dava açma yoluna gidildiği görülmektedir.
İHD verilerine göre, 1999 yılının Ocak-Eylül döneminde 103 kişi hakkında 428 yıl,
2000 yılının Ocak-Eylül döneminde 254 kişi hakkında 1098 yıl,
2001 yılının Ocak-Eylül döneminde ise 1921 kişi hakkında 3758 yıl ceza istendiği görülüyor.
İfade özgürlüğü haklarını insanlar, ya tek başına ya da başkaları ile birlikte kullanırlar.Yazarak, çizerek, konuşarak; müzik, tiyatro ya da sinema eserleriyle düşüncelerini açıklarlar. Ya da toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanırken açıklarlar düşüncelerini. Ayrıca, siyasi parti, dernek, sendika, vakıf örgütlenmeleri yoluyla açıklarlar. Demek ki, yaşamlarının tüm yönlerini kapsar ifade özgürlüğü hakkı.
Ceza hükmü taşıyan yasalar, kural olarak dar yorumlanmalıdır. Ceza hukukunda kıyas yasaktır. Yasanın açıkça suç olarak görmediği bir fiil (eylem) için cezalandırma yoluna gidilemez. İddianamelerdeki bu sayısal artış, Cumhuriyet Savcılarının geniş yorum tekniğini uyguladıklarını ortaya koymaktadır. Bu alanda cezai hükümlerin daha önce öngörülmeyen konulara teşmil edilmesi ya da geniş yorumlanmasında belirleyici olanın hukuksal ölçütler değil, siyasal-ideolojik ölçütler olduğu açıktır.
Sayın Basın Mensupları,
2001 yılının ilk 9 ayının , pek çok açıdan incelenmesi ve değerlendirmesinin yapılması gerekir. Dünya tarihinin en uzun ölüm oruçları süreci bu dönemde yaşandı. 9 ayda ölüm oruçlarında 35 kişi yaşamını yitirdi. Diyalog çağrılarımız yanıtsız kaldı. Tutuklu ve hükümlüler F Tipi cezaevlerinde tecrit koşullarında tutuldular. Bu noktada, tecrit uygulamalarının işkence yasağı kapsamında olduğunu, bunu yalnızca İHD'nin değil, Avrupa hükümetler arası kuruluşlarının da hükümeti defalarca uyardığını hatırlatmak isteriz.
Türkiye, tarihinin en ağır ekonomik ve mali krizlerinden birisini yaşadı ve hala sürüyor Bu dönemde milyonlarca insanı ileride pek çok açıdan olumsuz yönde etkileyecek olan, devletin ekonomik ve mali açıdan yeniden yapılanması sonucunu doğuracak ve özellikle köylü nüfusu derinden etkileyecek düzenlemeler yapıldı. Gelecek 10 yılda, köylü nüfus kentlere akın edecektir. Yoksullaşma süreci artmıştır ve bu hızlanacaktır. Sosyal devlet kavramı aşındırılmıştır ve bunun olumsuz etkileri görülecektir. Bugün, Türkiye'de beslenme, sağlık, barınma ve eğitim hakları da kitlesel olarak ihlal edilmektedir. Bugün lüks tüketimin yüksek düzeyde olduğu Türkiye'de açlık vardır ve bu hükümet tarafından yaratılmış bir insani felakettir.
Raporumuzun içerdiği tarihler açısından iki önemli gelişme konusunda da düşüncelerimizi açıklamak isteriz. Bunlar Anayasa değişiklikleri ve 11 Eylül saldırısı ile sonrası gelişmeler hakkındadır.
İHD, Anayasa'nın bir defada ve tümüyle değiştirilmesini istemekteydi. Ancak bunun mümkün olmadığı koşullarda da "Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye" adlı İHD yayınında da belirtildiği gibi Anayasa'nın 75 maddesinde değişiklik yapılmasının zorunlu olduğunu belirtiyorduk. Ancak yine de, Anayasa'nın 34 maddesinin değiştirilmesi olumlu bir gelişmedir. Bu doğrultudaki çalışmaların sürdürülmesini istiyoruz. Ancak, Anayasa'da yapılan değişiklikler arasında bulunan ifade özgürlüğü ile ilişkili 14. maddenin eylem (fiil) sözcüğü yerine faaliyet sözcüğünün eklenmesi, bu alanda iyileşmeye işaret etmemektedir. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesine uygunluktan söz etmek olanaklı değildir.
Milli Güvenlik Kurulu'nun Anayasal bir kuruluş olarak varlığını sürdürmesi, sivil üye sayısının arttırılması yolundaki değişikliği önemsiz kılmaktadır. Ölüm cezası konusunda, adli suçlar için ölüm cezasının kaldırılmış olması olumlu olmakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 6 numaralı protokolündeki istisnalara yeni istisna ekleyen yönü nedeniyle ("terör amacıyla işlenen suçlar"a da ölüm cezası verilebileceği eklenmiştir) 6 numaralı protokole uygunluktan söz etmek olanaklı değildir.
11 Eylül saldırısını tereddütsüz kınadık. İnsanlığa karşı suç niteliğindeki böyle bir eylem türünün hiçbir gerekçe ile savunulamayacağı açıktır. 11 Eylül saldırısının ardından, ABD başta olmak üzere dünyadaki bazı hükümetlerin güvenlik gerekçesi ile insan hakları ve özgürlüklerini kısıtlamasını kabul etmiyoruz. Bireylerin hakları ve özgürlükleri, hem de "özgürlüklerin korunması" adına kısıtlanamaz. Siyasi suikast yapma yetkisi tanınması, telefon ve diğer iletişim araçlarının dinlenebilmesi, gözaltı sürelerinin uzatılması ve savunma haklarının kısıtlanması, yeni "terör yasaları"nın kabul edilmesi kabul edilemez uygulamalardır. 11 Eylül, özgürlükleri kısmak isteyen hükümetlere bulunmaz bir fırsat ve gerekçe sunmuştur.
Dünyamız 11 Eylül'den sonra daha az özgürdür. 11 Eylül sonrası politikalar, ayrıca uluslar arası hukukun, insan hakları yükümlülüklerinin ve BM mekanizmalarının da büyük ölçüde aşınmasına yol açmıştır.
Ancak bu kadarla da sınırlı değil.Afganistan'a savaş açıldı.Bombalarla, Birleşmiş Milletler binaları, Kızılhaç ve Kızılay yardım depoları tahrip edildi. Savaşta pek çok masum insan öldürüldü ve öldürülüyor. İHD olarak, savaş karşıtı bir tutum aldık ve bu tutumu sürdürüyoruz. Bu savaş dünya halklarına kan, gözyaşı ve acıdan başka bir şey getirmeyecektir.
Ülkemizin savaşın bir parçası olmasına karşı çıkıyoruz. Afganistan'a silahlı çatışmanın tarafı olmak üzere asker gönderilmesine karşı çıkıyoruz. Hükümet bu konuda yanlış bir politika izlemektedir. ABD ve Britanya yönetimlerinin politikalarının intikamcı olduğunu; uluslar arası hukuka ve insancıl hukuka aykırı olduğunu düşünüyoruz. Herkesi adalet ilkelerini savunmaya davet ediyoruz. Birleşmiş Milletleri, barışın sağlanması doğrultusunda, adil,eşit,özgür bir dünyanın gerçekleştirilmesi için inisiyatif almaya davet ediyoruz.
Sayın Basın Mensupları,
Son olarak Avrupa Birliği'nin 2001 yılı İlerleme Raporu hakkında da görüşlerimizi açıklamak isteriz. Birlik İlerleme Raporu, Türkiye'de 2001 yılındaki gelişmeleri objektif olarak yansıtmaktadır.
Bu konuda İHD olarak düşüncemizi tekrarlamak durumundayız. Hakları ve özgürlükleri hemen yarın istiyoruz. Türkiye hükümetlerinin 1963 Ankara Antlaşmasından bu yana, esas olarak Türkiye toplumunu 38 yıldır oyalamalarını, etik ilkeler açısından eleştiriyoruz. Bu yalnızca Avrupa Birliği ilişkileri açısından yöneltilmiş bir eleştiri de değildir. Türkiye hükümetleri 1954 yılından bu yana, tam 47 yıldır, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki hakları ve özgürlükleri de yurttaşlarına tanımamışlardır. Esasen,yurttaşlarına verdiği sözleri tutmayanların devletlerarası ilişkilerdeki tutumlarında şaşılacak bir yan da bulunmamaktadır.
Avrupa Birliğine aday ülke statüsündeki 12 ülke, Kopenhag politik kriterlerinin tamamını bir buçuk ile iki yıl arasında yerine getirdiler. Türkiye'yi yönetenler, hala bırakın Avrupa Birliği bağlamında ve Birlik ölçütlerine uygunluk çabasını, genel olarak demokratikleşme konusunda karar verebilmiş değiller. O nedenle, Aralık 1999 Helsinki zirvesinden bu yana geçen iki yıl boyunca, ancak 34 maddelik Anayasa değişikliği paketini gündemlerine alabildiler.
Türkiye'nin hazırladığı Ulusal Programda kültürel haklar yer almıyordu. Ölüm cezası konusunda bir açıklık taşımıyordu. İşkence ve ifade özgürlüğü alanında yeterli güvenceler taşımıyordu. Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması konusunda hükümler yer almıyordu. Yapılacak işler konusunda kesin bir takvim ve taahhütler içermiyordu. Bu niteliği ile revizyona tabi tutulması şarttı.
İHD bu eleştirileri Ulusal Programa yöneltti. AB ilerleme raporu İHD'nin raporlarında ortaya koyduğu görüşleri teyit etmektedir. İnsan hakları alanında, özellikle işkence ve ifade özgürlüğü alanında hiçbir iyileşme bulunmamaktaydı. O nedenle, Avrupa Birliği'nin hazırladığı ilerleme raporuna, bazı hükümet üyelerinin yönelttiği itirazlar, yersizdir.
İHD olarak, insan hakları ve demokrasi standartlarına Türkiye yurttaşlarının da kavuşacağına inanıyoruz. Bütün olumsuz gelişmelere rağmen, olumlu olan durum, Türkiye'nin İHD gibi kuruluşları, görevlerini zor koşullarda yapmakta, pratik öneriler geliştirmektedir. Bu çalışmalar sürdükçe ve toplum demokratik taleplerini yükseltmeye devam ettikçe, Türkiye'de bu yönde bir dönüşüm yaşanacağının kesin olduğunu düşünüyoruz,
Saygılarımla,
Hüsnü Öndül
Genel Başkan