İHD Genel Merkezinin bu dört uyum paketine ilişkin olarak yaptığı gözden geçirme ve değerlendirmenin sonuçları sizlere dağıtılan tabloda görülecektir.
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse yöntemdeki yanlışlıklara ve sivil toplumun sürece dahil edilmemiş olmasına rağmen yapılan düzenlemelerin ana hatlarıyla olumlu olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle İşkence suçları ile ilgili olarak verilen cezaların paraya çevrilememesi ve ertelenememesi, işkence suçlarının zaman aşımına tabi olmaması yönünde TCK'da yapılan değişiklikler, Cemaat Vakıflarının mal edinmesinin kolaylaştırılması, TMY'nin 8. Maddesinin kaldırılması, MGK'nın bir danışma organına dönüştürülmesi yönündeki düzenleme, TCY 169. maddesindeki değişiklik, Dernekler Yasası alanında yapılan düzenlemeler, Türkçe dışındaki dillerle TV yayını yapılması konusunda özel TV'lerin de yayın yapabilme olanağının getirilmesi, yine Türkçe dışındaki yerel dillerin öğretilmesine yönelik koşullarda iyileştirme yapılması ve DGM yargılamalarındaki farklı uygulamaları kaldıran ve normal CMUK hükümlerinin uygulanmasını öngören değişiklikler son derece önemli ve olumlu düzenlemelerdir.
Ancak, yine hepimizin bildiği gibi Türkiye'deki insan hakları sorunlarının çözümü ve demokrasi Standardlarının yükseltilmesi için sadece mevzuat değişiklikleri yeterli değildir. Mevzuat değişiklikleri kadar hatta ondan da daha önemli olan husus bu değişikliklerin uygulamaya yansımasıdır. 2003 yılı başından bu yana yapılan uygulamalar gözlemlendiğinde ise ne yazık ki mevzuat değişiklikleri konusundaki olumlulukların pratiğe yansımadığı hatta bazı alanlarda daha da geriye gidildiği görülmektedir.
Temel özgürlük alanlarına baktığımızda 2003 Ocak – Haziran döneminde 2002 yılına oranla iyileşmeler yerine insan hakları ihlallerinin daha da arttığı tespit edilmiştir. Örneğin;
Yaşam Hakkı:
2003 yılının ilk altı ayında toplam 14 kişi yargısız infaz, dur ihtarına uymama, rast gele ateş açma ve silah kullanma yetkisinin hem güvenlik güçleri hem de köy korucuları tarafından ihlal edilmesi sonucu yaşamını yitirdi. Son altı ayda bir kişi gözaltında yaşamını yitirdi. Bunun yanı sıra, Türkiye'nin çeşitli cezaevlerinde bulunan 15 kişi de kendini yakam, intihar, diğer mahkumların saldırısı ve hastalık sonucu yaşamlarını yitirdiler. 2002 yılının ilk altı ayında yukarı sayılan nedenler sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı 25 olarak saptanmıştı. Bu yılın ilk altı ayında bu sayıda artış gözlenmiştir.
2002 yılının ilk altı ayında 51 olan faili meçhul ölüm sayısında 2003 yılının ilk altı ayında 40'a ulaşmıştır.
Geçen yıla nazaran artış gösteren çatışmalarda 2002 yılında ölüm sayısı 7 iken bu yılın ilk altı ayında yaşanan silahlı çatışma ve operasyonlarda ölenlerin sayısı 41'e, yaralananlar da 27'e ulaşmıştır.
İşkence ve İşkencecilerin Cezasızlandırılması
İşkence, kötü muamele, onur kırıcı davranışa maruz kalma iddiasında bulunanlar 2002 yılının ilk altı ayında 413 kişi iken bu sayı 2003 yılının ilk altı ayında 705 kişiye ulaşmıştır. Toplumsal gösterilerde güvenlik güçlerinin şiddetine maruz kalanlar 2002 yılında 44 kişi iken bu sayı 2003 yılının ilk altı ayında 241 kişi olarak belirlenmiştir.
2003 yılının ilk altı ayında 23 kişiye işkence yaptıkları ve 3 kişiye tecavüz ettikleri iddiasıyla açılan 12 yeni davada 52 polis, 6 asker ve 32 korucu ile 2 doktor yargılanmaktadır. 2003 yılından önce açılan ve bu yılın ilk altı ayında sonuçlandırılan işkence davalarında ortaya çıkan manzara hiç de caydırıcı görünmemektedir. 2003 yılının ilk altı ayında sonuçlandırılan ve toplam 42 kişiye işkence yapıldığı tespit edilen toplam 11 davada yargılanan 63 polisin 29'u zaman aşımı nedeniyle ceza almaktan kurtuldu, 13'ü beraat etti, 8'ine verilen cezalar ertelendi, geri kalan 13 polise toplam 65 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Verilen hapis cezalarına infaz yasasının indirim öngören maddeleri uygulandı. İki kişiye işkence yaptıkları iddiasıyla açılan 2 ayrı soruşturmada ise takipsizlik ve disiplin soruşturmasına mahal bulunmadığı yönünde karar verildi.
Gözaltında ölüm davalarında ise sonuçlandırılan üç davanın birinde zaman aşımı nedeniyle dava ortadan kalktı (Faruk Tuna davası), Süleyman Yeter davasında 1 polis 4 yıl 2 ay hapis ve 3 yıl meslekten men cezası aldı, bir polis beraat etti. Salih Karaaslan davasında ise 3 askerin her biri 5 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Devam etmekte olan dört davadan Birtan Altunbaş davası için zaman aşımı tehlikesi bulunmaktadır.
İfade Özgürlüğü açısından bakıldığında ise
2002 yılının ilk altı ayında 2260 kişi için toplam 5400 yıl hapis ve 1 milyar TL para cezası istenirken ve 112 kişiye 165 yıl ve 9 ay hapis cezası ve 58 milyar 997 milyon TL ceza verilmiştir.
2003 yılının ilk altı ayında toplam 1321 kişi aleyhine açılan dava devam etmektedir. İlk 6 ayda 92 davada toplam 904 kişi aleyhinde yeni dava açılmıştır. 2003 yılının ilk altı ayında sonuçlanan davalarda 229 kişi beraat etmiş ancak 270 kişi toplam 227 yıl 15 gün hapis ve 153,102,005,413 TL para cezasına çarptırılmıştır.
Cezaevleri konusu:
Hepinizin bildiği gibi, cezaevlerindeki yaşam koşulları ve tutuklu ve hükümlülere yapılan muameleler insan hakları alanında önemli bir sorun oluşturmaya devam etmektedir. Ne yazık ki, her türlü düzenleme ve söyleme karşın sadece siyasi hükümlü ve tutukluların bulunduğu cezaevlerinde değil adli tutukluların bulunduğu cezaevlerinde de yaşam koşullarında herhangi bir düzelme olmadığı, hatta daha da kötüleştiği gözlemlenmektedir. Bunun en yakın örneğini Temmuz ayı içinde Aydın İHD Şubemize Aydın E tipi cezaevinde çocuğu bulunan yakınlarının yaptığı başvuru oluşturuyor. Yapılan başvurulardan Aydın E-tipi cezaevinde 18 yaşından küçük çocuk hükümlü ve tutuklulara kötü muamele ve işkence yapıldığı tespit edilmiştir. Bunlardan bir kısmı Cumhuriyet Savcılığına başvurmuş bir kısmı da yapılan işkenceyi doktor raporu ile belgelemiştir.
Yine bu dönemde önemli bir sorun olarak hükümlülerin avukatlarıyla görüşmelerine çıkarılan bir genelge ile getirilen sınırlama getirilmesiydi. Bu genelge ile hükümlü vasisi vasıtasıyla bir avukata vekalet verse dahi avukatın görüşme yapabilmesi için hangi hukuki konuda görüşme yapacağını belgelemesi koşulu getirildi. Böylece hem avukatların mesleki faaliyetleri engellenmiş, hem hükümlü tecrit edilerek savunma hakkından mahrum edilmiştir. Ayrıca bu uygulama ile evrensel bir ilke olan avukat müvekkil ilişkisinin gizliliği ortadan kaldırılmak istenmektedir. Derneğimiz bu genelgenin kaldırılması konusunda gerekli girişilmede bulunmuştur. Bu girişimler sonuçlanmadığı takdirde yargı yoluna başvurulacaktır.
İnsan Hakları Kurumları ve Savunucuları üzerindeki baskılar
Söz konusu dönemde insan hakları kurumları ve savunucuları üzerindeki baskıların da giderek arttığı, bu alandaki çalışmaların engellendiği görülmektedir. Bu bağlamda İnsan hakları Derneği Genel Merkezinin ve Ankara Şubesinin sudan bahanelerle savcı gözetiminde güvenlik güçlerin tarafından basılarak aranması, belge, bilgi ve bilgisayarlar dahil ofis malzemelerine el konulması, Bingöl Şube Başkanımızın tehdit edilmesi, Muş Şube Başkanımızın bir cenaze törenine gözlemci olarak katılmış olması nedeniyle tutuklanmış olması, hemen hemen her şubemizin yaptığı basın açıklaması ya da etkinlik nedeniyle haklarında soruşturma ve dava açılması yapılan baskıların önemli göstergeleridir. Ayrıca, TAYAD üzerindeki baskılar, Diyarbakır Barosu başkanı ve TİHV Diyarbakır Temsilcisi Avukat Sezgin Tanrıkulu'nun da aralarında bulunduğu bazı avukatlar hakkında önemli insan hakları ihlallerine ilişkin yaptıkları başvurulardan dolayı dava açılmış olması yine bu dönemdeki baskıcı uygulamanın örneklerini oluşturmaktadır.
Yine bu dönemde önemli bir konu da toplumsal barışın tesis edilmesi yönünde herhangi bir çabanın gösterilmemiş olması aksine toplumsal barışı tehlikeye sokacak uygulama ve girişimlerin varlığıdır. Yukarıda yaşam hakkı ilgili olarak verdiğimiz rakamlardan da görüleceği gibi 2002 yılında silahlı çatışma sonucu ölenlerin sayısı 7 iken bu yılın ilk altı ayında 41'e yükselmiş olması kaygı vericidir. Derneğimiz, şiddetin çözüm olmadığına ve toplumsal sorunların tartışma ve diyalog zemininde çözülmesi gerektiğine inanmaktadır. Herkesin toplumsal barışa zarar verecek davranış,girişim ve söylemden kaçınması gerekir.
Ayrıca, uzun yıllardır yaşanan şiddet ortamının yarattığı tahribatların ve toplumsal sorunların çözümü konusunda kökten adımlara ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz. Örneğin köylerini terk etmek zorunda kalan insanların geri dönmelerinin gerçekçi ve objektif koşullarının ivedilikle sağlanıp bu kişilere gerekli desteğin verilmelidir. Bölgenin hassasiyetleri bilinmesine rağmen koruculuğun giderek kurumsallaştırılması ve özellikle silah kullanma ve bulundurma yetkilerinin sürekli hale getirilmesini son derece sakıncalı bulmaktayız. Bölgenin tahrip olan doğasının, altyapısının, yerleşim yerlerinin ıslahı ve onarımı konusunda kapsamlı bir planlama ve uygulamaya ihtiyaç vardır. Tüm bunların olmazsa olmaz koşulu yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının bu çalışmalara etkin bir biçimde katılmasını sağlamaktır.
Burada yeni çıkarılan Topluma Kazandırma Yasası ile ilgili görüşlerimizi de açıklamak istiyoruz. Derneğimiz, toplumsal barışın önemli bir adımı olarak siyasi bir genel affın çıkarılmasını öteden beri savunmaktadır. Ancak hükümet, beklentilerin aksine koşulsuz bir siyasi af yerine geçmişte denenmiş ve sonuç vermemiş pişmanlık yasalarında ısrar ederek aynı anlayışla yeni bir yasa çıkarmıştır. Derneğimiz, bu yasanın gerçek anlamda geçmişin yaralarını sarıcı toplumsal barışı sağlayıcı bir işlevi yerine getiremeyeceği inancındadır.
Gerek AB çevreleri gerekse hükümet önümüzdeki dönemin uygulamaya ağırlık verilen bir dönem olacağını ifade etmektedir. Derneğimiz de önemli bir bölümü olumlu olarak değerlendirilen mevzuat değişikliklerini hızla uygulamaya yansıtılmasını, insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılmasını demokratik hak ve özgürlüklerinin kullanımının kolaylaştırılmasını talep etmektedir. Bu nedenle bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Derneğimiz mevzuat alanındaki değişiklikleri ve özellikle de uygulamaları yakından izleyecek ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacaktır.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ