İnsanlık Onuru için Yaşamın Kıyısındakilere Hoşgeldin Diyebilmek

Yüzbinlerce kadın, çocuk, yaşamlarını daha güvenli bir ortamda sürdürme umuduyla evlerini, yurtlarını terketmeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin saptamalarına göre, kendi ülkelerinde yaşam güvenliği olmayan; ırksal, etnik, dinsel, siyasal, cinsel, sınıfsal ayrımcılığa maruz kalarak ve/veya savaş ve çatışmalar nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan, başkalarının ülkelerine sığınmaktan başka şansı olmayan kişilerin sayısı yalnızca 2001 yılında 500.000'i aştı. Yerküre üzerinde böyle yaşamak zorunda kalanların ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin koruması altına girebilenlerin sayısı 12 milyon'un üstünde. Buna, koruma altına girememişlerin yanısıra kendi ülkesinde sabit bir toprak parçasına sığmayan ve sığınamayan, sığmasına ve sığınmasına imkan tanınmayan, ama bu ülkeyi de terk edemeyen, büyük bir kısmı istatistiklere bile giremeyen, "tahminen" var olan 25 – 30 milyon civarındaki "kendi ülkesinde sürgün"leri de ekleyince, talan yaşamların ürpertici gerçeğine daha fazla yaklaşırız. En son Kongo'da 2001 yılında 3,5 milyon insan ülke içinde yerinden edildi.

Sorumlusu olmadıkları bir durumun bedelini ödemeye mahkum edilen bu insanların bütün istemleri, ülkelerinde tekrar insan onuruna yaraşır bir düzen kuruluncaya kadar yeni bir yaşam şansına sahip olabilmek.

Yaşamları uzun dönemli bir belirsizliğe mahkum edilmiş olan bu insanlar, çoğunlukla gitmek zorunda kaldıkları ülkelerde yok varsayılma tehditi ile karşılaşıyorlar. Gittikleri ülkede kaçmalarına sebep olan neyse onunla: silahlarla, ölüm tehlikesiyle, tecavüz ve işkenceyle karşılaşabiliyor ya da geldikleri yere bu tehlikeyle yaşamaları için geri gönderiliyorlar.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ilan edilmesinin üzerinden yarım yüzyıldan fazla zaman geçmesine, İnsan haklarının korunmasına yönelik olarak hükümetlere yükümlülükler getiren pek çok sözleşmenin yürürlüğe girmesine rağmen Mülteciler ve sığınmacılar halen insanlığın kıyısında yaşamaya mahkum edilmiş ya da edilmek istenen geniş bir insan grubudur.

Bu insan grubunun bir kısmı Türkiye'de yaşamaktadır. BMMYK'nin bilgilerine göre 2001 yılında Avrupa dışı ülkelerden gelen 7.345 kişi iltica talebi ile Yüksek Komiserliğe başvurdu. Mülteci statüsü kazanıp halen üçüncü bir ülkeden kabul bekleyen yani Türkiye'de yaşayan mülteci sayısı Haziran 2001 verilerine göre 2.527 kişi idi.

Özellikle 11 Eylül sonrasında daha sıkı bir biçimde uygulanmaya başlayan iltica hakkı uygulamalarını dayatması, yaşam hakkının önemli bir yönünü oluşturan bu hakkın geleceğini de tehdit etmektedir. Gelişmiş batı ülkelerinden geldikleri ülkelere geri gönderilen pek çok mülteci, dönüşlerinde işkence görmüş ve keyfi kararlarla tutuklanmıştır. Gelişmiş ülkelerde iltica hakkına getirilen kısıtlamalar, mültecilerin yazgısının insan kaçakçılığı yapan suç örgütlerine bağlı olması sonucunu da beraberinde getirmiştir. Özellikle Türkiye gibi geçiş ülkelerinde insan ticaretinin boyutları 1990'lı yıllarda genişlemiş ve güçlü bir sektör haline gelmiştir.

Emniyet raporlarına göre 2001 yılında Türkiye'ye 100,000'e yakın kişi kaçak giriş yaptı. 1951 Cenvere Sözleşmesi'ne coğrafi çekince koyarak, Avrupa dışından ve "Türk soyundan" gelmeyenlere mülteci statüsü tanımayan Türkiye, gelen kişilerin çoğunu sığınma taleplerini araştırmaksızın sınırdışı etti.

1994 tarihli sığınma yönetmeliği kapsamında geçici oturma izni verilen insanların dosyaları BMMYK tarafından reddedildiğinde ortaya çıkan tablo ise bir başka problem alanını ortaya çıkarmakta. Sığınmacıların çocukları, eğitim olanaklarından yoksun kalmakta, çalışma olanağından yoksun oldukları için insanlar gündelik yaşamlarını idame ettirecek mali destekten yoksun kalmakta, sağlık hizmetlerinden yoksun kalmaktadırlar. Türkiye'de bulunan ve her an sınırdışı edilme korkusuyla yaşayan bu insanların gerek sayısı, gerek yaşam kaliteleri gerekse de varlıkları yok sayılmaktadır. Yani hem varlar hem de yoklar.

Yaşamın kıyısında olan bu insanların insan onuruna yaraşır koşullara erişebilmesi için gerekli olan ise onların varlığını kabul etmekten, onlara hoş geldin diyebilmekten geçmektedir. Bu nedenle yalnızca 20 Haziran günü hatırlanacak bir nesne olmaktan çıkararak, hükümetleri, meslek odalarını, sivil toplum kuruluşlarını insan hakları örgütlerinin sesine kulak vermesini ve bu insanların da insan hak ve özgürlüklerine sahip bireyler olduğunu hatırlamaya davet ediyoruz.

Bu fırsatla İHD'nin İltica hakkı konusundaki ilkelerini bir kez daha kamuoyuna duyurmak ve bu ilkeler çerçevesinde destek bekliyoruz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ'NİN
İLTİCA HAKKI KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ

1. İltica hakkı, kişinin bedensel ve zihinsel bütünlüğüyle ilgili temel bir haktır; temel haklar sisteminin bütünlüğü içinde değerlendirilmelidir. Uluslararası koruma ve devletlerin koruma rejimleri, insan haklarının dünyanın her yerinde, her koşulda bütün kişiler için korunması anlayışına dayanmalıdır.

2. Mülteci, temel hakları yurttaşı olduğu devlet tarafından korunmayan; bu devletin sınırlarının dışında bulunan ve ülkesine dönmesi halinde temel haklarının devlet görevlileri ya da belirli bir yer ve zamanda kişi üzerinde iktidar kurma olanağına sahip başka grup ya da kişiler tarafından ihlal edilmesi söz konusu olan kişidir.

3. Mülteci konumunun kişiye getirdiği hakların anlaşılmasında, Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi, Sözleşmenin Başlangıç kısmında Evrensel Bildirgeye yapılan gönderme de dikkate alınarak, ve 1967 Protokolü, şu belgelerle birlikte değerlendirilmelidir: Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, İşkenceye Karşı Uluslararası Sözleşme ve Çocuk Hakları Uluslararası Sözleşmesi.

4. İnsan haklarının korunmasında uluslararası sorumluluk, koşulsuz ve mutlaktır; devletler, yalnızca kendi yurttaşlarının insan haklarını korumakla yetinemez, insanlığa karşı sorumlulukları ve hukuksal açıdan da, yetki alanlarında bulunan her kişinin temel haklarını koruma yükümlülükleri vardır.

5. İltica hakkı, bir devlette temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınamadığı durumda, insan hakları ihlallerini önleyici son çaredir; ancak, söz konusu devlette insan haklarının herkes için korunmasının yerine geçirilemez. 6. İltica hakkının uygulanmasında ve diğer temel hakların mültecilerin durumunda korunmasında kişiler ya da gruplar arasında, ırksal, ulusal, cinsel, dinsel ya da başka bir ölçüte göre ayrımcılık yapamaz.

7. Hiçbir devlet, savaş suçu ve insanlığa karşı suç dahil hiçbir gerekçeyle, kişileri temel haklarının tehdit altında olduğu bir ülkeye gitmeye zorlayamaz. Özellikle, savaş suçluları ve insanlığa karşı suç işleyenler dahil hiçbir kişi,

. ölüm cezası ya da yaşam hakkına yönelik bir tehdidin söz konusu olabileceği bir ülkeye gitmeye zorlanamaz;
. işkence ya da kötü muamele görme riski olan bir ülkeye gitmeye zorlanamaz;

8. Bir kişinin güvenli üçüncü ülke olarak değerlendirilen bir ülkeye gönderilmesi, bu ülke devletinin uluslararası hukuk bağlamında tanınmış olmasına, temel haklara ilişkin uluslararası belgeleri onaylamış ve pratikte uyguluyor olmasına ve iltica hakkına ilişkin güvencelerin yeterli olmasına bağlıdır.

9. Her devlet, bir ülkede temel hakları tehdit altında olan her kişinin kendi sınırlarına, geçerli kimlik ya da seyahat belgeleri olmasa bile, girebilmesini mümkün kılacak önlemleri almalı; bu tür kişilerin sınırdan girişi ve iltica prosedürlerine erişimleri asla engellenmemelidir.

10. Hiçbir devlet, ülkelerarası kara, hava ve deniz taşıyıcılarına, geçerli kimlik belgesi ve seyahat belgesi olmayan kişileri taşımalarını engelleyecek yaptırımlar getirmemelidir; bu önlemler, insan kaçakçılığına yol açmakta ve mültecilerin hayatını tehdit etmektedir.

11. Devletler, insan kaçakçılığının önlenmesi konusunda uluslararası ve bölgesel işbirliği yapmalı ve bu alandaki önlemleri, herkesin bulunduğu ülkeyi terk etme hakkını da göz önünde bulundurarak, iltica hareketlerini kolaylaştırıcı ve iltica hakkına ilişkin usulleri verimli hale getirici önlemlerle desteklemelidir.

12. Savaş, iç çatışma, yaygın şiddet hareketleri, etnik temizlik ve diğer insani felaketlerde kitlesel nüfus hareketlerinin olması durumunda, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin yerinde çözüm ve insani yardım çalışmaları desteklenmeli; ancak bu tür operasyonlar, ancak objektif koşullarda varolan en optimal çözüm olduğu gösterilebiliyorsa düzenlenmeli, iltica hakkının yerini almamalı ya da kitlesel sığınmayı engellemeye yönelik olarak yapılmamalıdır.

13. Her devlet, bütün sınır ve diğer giriş kapılarında, ayrıca sınır bölgelerinde bulunan güvenlik birimlerinde, yasal ya da yasadışı giriş yapan kişilerin iltica hakkı talep edip etmeyeceğini doğru sorularla saptayabilecek ve onları yetkili bir birime yönlendirebilecek bilgi düzeyine sahip görevliler atamalıdır.

14. Her devlet, iltica hakkına ilişkin talepleri ve prosedürleri, insan hakları temelinde, hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı olarak etkin bir şekilde işletebilecek yetkin bir merkezi kuruluş oluşturmalı; iltica talebinin esasına ilişkin görüşmeler ve işlemler bu kuruluş tarafından yapılmalıdır.

15. İltica talebinde bulunan kişilerle yapılacak görüşmeler, insan hakları, sosyal hizmet, hukuk ve psikoloji eğitimi görmüş kişilerce yapılmalıdır.

16. İltica talebinde bulunan kişinin acil sağlık ve sosyal gereksinimleri, ilgili merkezi kuruluş tarafından değerlendirilmeli ve derhal karşılanmalıdır.

17. İltica talebinde bulunan kişilerin hakları, kişinin temel haklarını eksiksiz güvence altına alacak şekilde belirlenmelidir. Mülteci statüsü konusunda karar vermekle yetkili görevliler, talepte bulunan kişinin durumuna ilişkin herhangi bir şüpheyi, aksi kanıtlanıncaya kadar, mültecinin lehine yorumlamalıdır.

18. İltica talebine ilişkin bütün işlemler, şeffaf olmalı ve yargı denetimine açık olmalıdır.

19. Savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediği konusunda iddialar bulunan kişilere, bu suçlardan uluslararası yargı yerlerince aklanmadıkları sürece, iltica hakkı tanınamaz.

20. Mültecinin geldiği ülkede ilticaya neden olan koşulların ortadan kalktığına ve/veya kişinin ya da belirli bir grubun ülkesine geri dönebileceğine karar verilmesinde, değişikliğin dönmesi söz konusu olan kişiler için etkin olduğunun hem iltica devleti hem de kişilerin geri döneceği devlet tarafından güvence altına alınmış olması gerekir.

21. Kişilerin ülkelerine yeniden yerleştirilmeleri, uluslararası koruma sistemi çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.

22. İltica talebi uygun bulunmayarak ülkesine geri gönderilen ya da ilticaya neden olan koşulların ortadan kalktığı belirlenerek ülkesine geri gönderilen kişilerin insan hakları ihlallerine uğraması halinde, kişiyi geri gönderen ya da kişiye geri dönebileceğini bildiren aktörler, ihlale katılmış sayılırlar.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın