Geçmişi ile yüzleşemeyen bir toplumun, insan haklarına dayalı, özgürlükçü demokratik bir geleceği inşa etmesi mümkün değildir. Kabul etmek gerekir ki, adaletin olmadığı bir yerde kalıcı bir barıştan da söz edilemez.
Demokratik, barışçı ve insan haklarına dayanan bir toplum düzenin yaratılmasının birincil koşulu, yıpranan ve hatta yok edilen adalet inancının yeniden oluşturulmasıdır. Adaletin kılıcı herkes için işleyebilmelidir. Bu yüzden, askeri darbe, ihtilal, iç savaş gibi olağanüstü dönemlerden sonra, demokratik, barışçıl, insan haklarına dayalı bir toplum düzeninin kurulmasında yapılacak ilk iş, geçmişte işlemeyen adalet mekanizmasının işler hale getirilmesi ve geçmişin hesabının bütün yönleriyle sorulmasıdır. Bu hesabın sorulmasındaki temel dürtü ise intikam değil, adalet olmalıdır.
Ülkemizde yaşanan askeri darbeler, baskı rejimleri ve iç çatışma dönemleri toplumun adalete olan inancını tümüyle yok etmiş, geleceğe yönelik umutlarını yitirmesine yol açmıştır.
Ancak, son yıllarda normalleşme, demokratikleşme ve insan hakları alanında atılan adımlar, umutların yeniden yeşermesine, adaletin gerçekleşeceği yönündeki beklentilerin güçlenmesine yol açmıştır. Bu fırsatın iyi değerlendirilmesi ve geçmişte yaşanan insan hakları ihlallerinin ve işlenen insanlık suçlarının daha fazla geciktirilmeksizin soruşturularak, sorumlularının adalet önüne çıkarılması gerekmektedir.
Bir taraftan, geçmiş dönemlerdeki olayların bütünüyle araştırılabilmesinin ve sorumlularının tespit edilerek adalet önüne çıkarılmasının yöntem ve mekanizmalarının oluşturulması yönünde çalışmalar yapılırken; öte yandan da ortaya çıkarılmış somut olayların sorumlularının bir an önce tespit edilmesini ve yargı önüne çıkarılmasını bekliyoruz.
Bu bağlamda, Kulp’ta ortaya çıkarılan toplu mezar olayı ile; bu olaydan ve aynı dönemdeki benzer olaylardan sorumlu olduğu söylenilen Bolu Komando Tugayı’nın bölgedeki operasyonlarının soruşturulması ve sorumlularının kısa zamanda yargı önüne çıkarılması son derece önemlidir.
Aynı şekilde, olağanüstü dönemin çeşitli kademedeki askeri ve sivil yetkililerinin basın önünde yaptıkları açıklamalar da C.Savcıları ve diğer makamlar tarafından birer suç duyurusu olarak kabul edilip, ilgililer hakkında etkin soruşturmalar başlatılmalıdır. Devlet adına ya da devlet emri ile suç işlediklerini basın önünde söylemekten çekinmeyen ve suç işlediği yargı kararı ile kesinleşmiş olan kişilerin suçlarına ortak olduğunu iftiharla söyleyen asker ve sivil yetkililer eylemlerinin hesabını yargı önünde vermelidir.
İnsanlık suçu işleyenler övünerek ortalıkta dolaştığı ve eylemlerinin hesabını vermediği sürece, insan haklarına dayalı, demokratik bir hukuk devletinin varlığından söz edilemez.
Olağanüstü dönemlerdeki insan hakları ihlallerinin ve insanlığa karşı işlenen suçların soruşturulması ve sorumlularının tespit edilerek, yargı önüne çıkarılması için, başta TBMM ve Yargı olmak üzere tüm devlet kurumlarını göreve çağırıyoruz. Bu konuda, siyasi partilere, medyaya, sivil topluma, insan hakları kuruluşlarına, meslek örgütlerine ve sendikalara büyük görevler düşmektedir.
İntikam değil, adalet istiyoruz. Türkiye toplumunun aynı acıları yaşamaması için geçmişin hesabının sorulmasını istiyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ