Türkiye milletvekili erken genel seçiminin yapılıp yapılmayacağı konusundaki ikilemi yaşarken, gündeme siyasi yasaklar damgasını vurdu.
Düşünce açıklamalarının "suç" olarak değerlendirildiği ülkelerde kaçınılmaz olarak, "siyasi suç" kavramı da olacaktı. Çünkü böyle ülkeler demokrasi ile yönetilmiyorlardı. Sistemlerinin belirgin özelliği otoriterlikti. Böyle bir "suçun" yaptırımı, çoğu kez sanıldığı gibi "suç" için öngörülen cezanın hapis cezası olmasından ibaret değildi.
Bir zamanların düşünce suçluları şimdi siyasi yasaklılar olarak da niteleniyorlar.
Önceki Genel Başkanımız Akın Birdal, TCK'nun 312/2. maddesine göre ceza aldığında ve bu karar kesinleştiğinde, Dernekler Yasası'nın 4. maddesindeki "yasak" nedeniyle Dernek Genel Başkanlığı ve üyeliğinden istifa etmek zorunda bırakılmıştı.
Yasaklar, yalnızca Dernekler Yasası'nda değildi. Siyasi Partiler Kanunu'nda da siyasi parti kurucusu olamama yasağı bulunmaktaydı. Bununla da sınırlı değil. Anayasa'nın 76. madde yorumundan ve Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddesinden kaynaklı başka bir yasak da gündeme geliyordu. Seçilme yasağı idi bu. Yasaklar yalnızca bununla da sınırlı değil. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası'na muhalefet etmişseniz, Türk Ceza Yasası'nın 537. maddesinde yazılı suçu işlemişseniz, yani duvarlara yazı yazmışsanız, afiş, pankart asmışsanız, size milletvekili adayı olma yolu da kapalıydı.
Yalnızca otoriterlik değil bunun adı. Hayatın her alanını kuşatan bir totaliterlik söz konusu.
Bir ülkenin yargıçlarının düşünce ve hareket tarzını belirleyen ilkeler neler olmalıdır? Pozitif hukuk mu, hukukun dışında kendilerine göre tanımladıkları yurtseverlik duyguları mı, ülkesinin siyasi tarihi mi, siyasi görüşlerine uygun olmayan kişi ve akımlara karşı duydukları duyguları mı, yoksa salt hukuk mu?
Bir taraftan hükümet ve yasama organı, ifade özgürlüğünü koruma altına almak amacıyla, eleştirilecek yönleri olmakla birlikte yasaları değiştirecek, amacını yasaların gerekçelerine yazacak, ama buna rağmen o ülkenin savcı ve yargıçları bu özgürlükle ilgili yasaları "daha da sınırlandırılmıştır" diye yorumlayacak ve öyle uygulayacak!
İşte böyle durumlar için, "uygulama" önemlidir. Nereye gittiğimizi, özgürlüklerimizin tehdit altında olup olmadığını, böyle zamanlarda anlarız. Bir ülkede yurttaşlar, diğer insan hakları ve özgürlükleri konusunda olduğu gibi, ülkesinin yönetimine katılma hakkı alanında da, hukuk koruması ister. Hukuk koruması, aynı zamanda yargı korumasıdır. Bir ülkede hukukun ilerlemesi, yalnızca maddi yasaların değişmesi ile, yani yasama organı faaliyeti ile gerçekleşmez. Ondan daha önemlisi, yargısal korumadır ve yargı yoluyla hukukun ilerlemesidir.
Kararı yurttaşlar verecek:
Eli özgürlük musluğunu tutmuş, dilediğine dilediği kadar "özgürlük(!?) dağıtan bir devlet mi istiyor; eşitlik, özgürlük ve barışı temel almış, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik bir devlet mi?
Kararı yurttaşlar verecek.
Hüsnü Öndül
İHD Genel Başkanı