İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan tarafından hazırlanan “İnsan Hakları Savunucuları Üzerinde Demir Kafes: Terörle Mücadele Kanunu Özel Raporu” yayınlandı.
Türkiye’nin 2015 yılından beri son 7 yılında yaşananlar göstermektedir ki, kalıcı bir otoriter rejim kurulmak isteniyor. Bu otoriter rejimin kurulmasında yargı yolu ile baskı politikası uygulanmakta ve en önemli araç olarak ‘terörle mücadele’ söylemi kılıfı altında 3713 sayılı terörle Mücadele Kanunu (TMK) araç olarak kullanılmaktadır.
Türkiye’nin en önemli sorunu olan “Kürt Sorununun” demokratik çözüm süreci 2013 yılında başlayıp 2015 yılında maalesef başarısızlıkla sonuçlandı. Bu sürecin yürümeyeceği anlaşılınca çeşitli özel yasalar ve kararlar uygulamaya başladı. Bunlardan en önemlisi 17 Şubat 2015 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan HSYK kararı ile kapatılan TMK 10. madde ile görevli Mahkemeler yerine TMK kapsamındaki suçları yargılayacak özel mahkemeler kurulmasıdır. Diğeri ise 4 Nisan 2015 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 27 Mart 2015 tarihli ve 6638 sayılı iç güvenlik paketi kanunudur. Fiili otoriter dönem böylece başlamış ve otoriter süreç adım adım ilerlemiştir.
24 Temmuz 2015 tarihinde başlayan silahlı çatışmalar ve devamında 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü gerekçe gösterilerek 20 Temmuz 2016’da başlatılıp 19 Temmuz 2018 tarihinde sona erdirilen OHAL (Olağanüstü Hal Uygulaması) çıkarılan 7145 sayılı kanunla kalıcı hale getirilmiştir. Türkiye bugün OHAL rejimi özelliği taşıyan otoriter bir dönemi yaşamaktadır. OHAL koşullarında yapılan ve 16 Nisan 2017 tarihinde kabul edilen Anayasa değişikliği ile rejim değiştirilmiş ve bu rejim “Türk Tipi Başkanlık Modeli” veya “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi” gibi isimlerle adlandırılmıştır. Anayasa değişikliği referandumundan önce Venedik Komisyonu, Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Mart 2017’de “Hukuk Devleti Kontrol Listesi” isimli görüş raporunu açıklayarak, bu değişikliklerin kuvvetler ayrılığını çok ciddi olarak zedeleyeceği uyarısında bulunmuştur. Bu rejimin tipik özelliği otoriter bir yönetim anlayışı olmasıdır. Prof. Dr. Nilgün Toker bu yeni otoriter rejimi “Belirsizlik Rejimi” olarak tanımlamaktadır.
Böylesi bir rejim altında, Kürt sorunun çözümsüzlüğü ve silahlı çatışmaların devamı maalesef 2015 yılından beri devam etmektedir. Türkiye’nin askerî harekâtları ülke içinde kesintisiz sürerek Irak’ın kuzeyini kapsayacak şekilde genişletilmiş, Suriye’den sonra Irak’ın da kuzeyinde belirli bölgeler denetim altına alınmaya çalışılmış ve çatışma sahası genişlemiştir. Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı Kürt kentlerindeki belediyelere kayyım atama ve yerel yönetimlerde halkın iradesinin yok sayılması siyaseti ise yerel demokrasinin asgarisini bile ortadan kaldırmıştır. Bu hususta Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel yönetimler kongresi 2017 yılında Türkiye’yi eleştiren ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na açıkça aykırı olan kayyım uygulamaları hakkında rapor yayınlamıştı. AİHM kararlarına rağmen HDP’li siyasetçilerin ve seçilmişlerin tutukluluğu ise halen devam ettirilmektedir.
OHAL rejimi altında hak ve özgürlüklerin sınırlama ölçütlerini aşacak şekilde sınırlandırılması nedeniyle AK Parlamenterler Meclisi de harekete geçmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 25 Nisan 2017’de Türkiye’yi yeniden siyasi denetime tabi tutması ile ilgili süreç devam etmektedir. Buna karışın, Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları sorunlarının büyüklüğü karşısında AİHM’in göstermiş olduğu tutum ise ibret vericidir. Demirtaş ve Kavala davaları ile sınırlı olarak verilen ihlal karalarının gereği bile yapılamamıştır. Hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaklaşan AİHM’in kendisine dava gelmemesi için sürekli olarak Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi’ni işaret etmesi insan hakları değerlerinin korunmasında yaşanan aşınmayı çok net olarak ortaya koymuştur. Neyse ki, 2 Aralık 2021 tarihli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararı ile Kavala kararı uygulanmaz ise ihlal prosedürünün uygulanacağının açıklanması insan hakları sisteminin korunması bakımından önemli olmuştur. Hükümet, bu karara uymadığı için AK Bakanlar Komitesi 2 Şubat 2022 tarihli kararı ile ihlal kararı verilmesi için Türkiye aleyhine AİHM’e başvurma kararı almıştır. Anayasa Mahkemesi’nin özellikle “devletin milli güvenlik politikaları” konusunda insan haklarından yana karar üretmediği ve olumsuz bir tutum içerisinde olduğu gözlemlenmiştir. AYM’nin, OHAL KHK’ları hususundaki olumsuz tutumu insan haklarının korunmasında etkili bir mahkeme olmadığını ortaya koymuştur. OHAL sona erdikten sonra yasalaşan OHAL KHK’ları ile ilgili 2019 yılında kısmi bazı iptal kararlarının verilmeye başlanması ve bu tutumunu sürdürülmesi ise umut verici olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’deki otoriter düzenlemeler devam etmiş, özellikle sivil alanı nefes alamaz hale getiren yasal düzenlemelere ağırlık verilmiştir.
Anayasaya ve örgütlenme özgürlüğüne açık bir biçimde aykırı olan 7262 sayılı “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun” 27 Aralık 2020’de kabul edilmişti. Kanun kabul edilmeden önce İHOP bileşeni STK’lar öncülüğünde kampanya yapılmış ve bazı önemli kelime değişiklikleri yapılabilmiştir. Kabul edilen 7262 sayılı kanunla özellikle dernekler ve yardım toplama kanunları değiştirilerek, İç İşleri Bakanlığının sıkı denetim yapması ve Terörün Finansmanının önlenmesi kanununu kullanarak derneklere kayyım atamasının önü açılmıştır. Terörle Mücadele Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nun da tahkim ettiği bu hamleler ile hak ve özgürlükleri tırpanlamanın yanında korku iklimini ve yılgınlığı arttırmaya, hak savunucularının ve sivil toplum örgütlerinin nefesini kesmeye ve çalışmalarını zorlaştırmaya dönük yasal düzenlemeler ve uygulamalar giderek artmıştır.
2020 yılında küresel salgın koşullarının dayatması ile alınan yasaklama tedbirleri kapsamında yurttaşların pek çok hakları kısıtlanmıştır. Bu kısıtlama uygulamaları nedeniyle ortaya çok ciddi sorunlar çıkmıştır. Türkiye’de 11 Mart 2020’de duyurulan COVID-19 salgını nedeni ile hükümetin açıkladığı kısıtlamalar ve yasaklamaların çok büyük bir kısmı 7145 sayılı kanunla değiştirilen ve valilere OHAL yetkileri veren 5442 sayılı kanunun 11. maddesindeki yetki ile uygulanmıştır. Bunun yanı sıra 1593 sayılı İl Hıfzıssıhha Kanunu’nda tanımlanan bazı yetkiler ise keyfi olarak kapsamı genişletilerek valiler tarafından kullanılmıştır. COVID-19 ile mücadele kapsamında alınan tedbirlerin yasallığı ve uygulanan idari para cezaları hakkında İHD Genel Merkezi 12 Ağustos 2020 tarihinde açıkladığı özel rapora bakılabilir. Bu raporda Covid-19 ile mücadelede fiili OHAL yetkilerimin ne denli kötüye kullanıldığı, çıkarılan yeni bazı yasalarla başta savunma hakkı olmak üzere örgütlenme ve ifade özgürlüğünün daha da kısıtlandığı, çok daha güvenlikçi bir bakış açısının egemen kılınmaya çalışıldığı ve esasen otoriter başkanlık modelinin güçlenerek inşa edildiği görülecektir.
COVID-19 pandemisi ve OHAL kısıtlamaları yetmiyormuş gibi, siyasi iktidar çıkardığı çok sayıda kanunla hak ve özgürlükleri daha da kısıtlayıp sınırlandırmıştır. 7242 sayılı “İnfaz Kanunu Değişikliği”, 7245 sayılı “Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu”, 7249 sayılı çoklu baro sistemini getiren “Avukatlık Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu”, 7252 sayılı “Dijital Mecralar Kurulması Kanunu”, 7253 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Kanunu” gibi kanunlarla otoriter rejim daha da pekiştirilmiştir.
Özellikle OHAL ilanıyla birlikte siyasal iktidarın basın üzerindeki kaygı verici düzeyde artan baskı ve kontrolü 2020 yılında da sürmüştür. 7252 sayılı “Dijital Mecralar Komisyonu Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”, 7253 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”daki değişiklikler yapılarak ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar daha da arttırılmıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğü alanında çok ciddi ihlaller yaşanmıştır. Bu yıl içinde de gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, tutuklamalar olmuş, dergi ve kitaplar toplatılmıştır.
Raporun tamamına erişmek için: TMK Raporu: